24 Kasım 2024 Pazar

Yerli ve milli devlet McKinsey?e emanet

Finans oligarşisine taahhüt edilen bu politikanın denetimi, gerçekte ise yönetimi McKinsey?e bırakıldı. Öyle görülüyor ki YEP, finans oligarşisinin istekleri ve IMF raporu doğrultusunda bu şirket tarafından hazırlandı, aksi takdirde finans oligarşisinin bu denetimi güvence sayması söz konusu olmazdı.
Güneş balçıkla sıvanmıyor. Gerçekler inatçıdır.
 
ABD’ye rest çekmeler, faiz lobisine bindirmeler...yerli ve milli ekonomi üzerine demagojiler...sonuç: Devlet maliyesinin ve bütün ekonominin McKinsey danışmanlık şirketine emanet edilmesi.
 
McKinsey 60’dan fazla ülkede ofisi bulunan ABD menşeli uluslararası finans tekellere hizmet veren bir emperyalist danışmanlık şirketi. "Danışmanlık" dedikleri gerçekte "kontrol" anlamına geliyor. Nitekim Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, YEP’te belirlenen ve emperyalist sermayeye taahhüt edilenlerin yerine getirilip getirilmediğini her çeyrekte bu şirketin kontrol edeceğini belirtti. "Kontrol", yönetmenin bir başka adı. Hazırlanan programının uygulanmasının tüm denetimi şirkete ait. Emperyalist sermaye tc devletine değil bu türden kuruluşların denetim ve yönetimine güveniyor.
 
YEP’İ KİM HAZIRLADI?
 
YEP’i Berat Albayrak sundu. Peki, kim hazırladı?
 
Albayrak Eylül başında Londra’da 15 trilyonluk fon yönettiği belirtilen emperyalist finans baronları ile görüştü. Financial Times Albayrak’ın "bütün yatırımcıları dikkatle dinlediği, gerekenleri hızla kavradığı"nı yazdı. Bu "dikkatle dinlemenin ve hızla kavramanın" ifadesi olrak önce TCMB faiz oranlarını 17.25’den 24’e çıkardı, ardından YEP açıklaması geldi. Bütün kararlar emperyalist finans oligarşisinn istekleri dahası onların talimatları doğrultusunda hazırlandı.
 
YEP NEYİ İÇERİYOR?
 
YEP sermaye oligarşisinin çıkarlarını, emperyalist sermayenin talimatlarını ve emekçi sınıflara saldırıyı içeriyor.
 
YEP’le Merkez Bankasının "bağımsızlığı" bir kez daha güvenceleniyor, sermayenin serbest dolaşımını, sermaye mülkiyeti haklarına dair dokunulmazlığı garanti ediyor. Bu her iki konu da emperyalist sermayenin "olmazsa olmazı" ve son dönemde diktatöre karşı güvensizliklerinin temelini oluşturuyordu.
 
Gerçi diktatör ne derse desin ekonomik mali politika ve ilişkiler sermaye oligarşisi ve emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda işlemeye devam ediyordu. Diktatörün 1 Nisan 2018’de "Türkiye’yi faiz belasından, faizi aşağı indirmek suretiyle enflasyondan kurtaracağız... Ekonomide her kötülüğün anası faizdir. Faiz zengini daha zengin fakiri daha fakir yapar", açıklamasının ardından Merkez Bankası 25 Mayıs’ta faiz oranlarını13.5’ten 16.5’e çıkarmıştı. Yine diktatörün "kötülüklerin anası da babası da faizdir... Aman faiz, faiz de faiz bu can bu tende kaldıkça bu tuzağa düşmeyeceğiz", dedikten sonra bu kez Merkez Bankası faizleri 17.25’den 24’e çıkardı. Diktatör Merkez Bankasının bağımsızlığını da sürekli diline dolandırdı. "Tabii ki merkez bankasının bağımsızlığı söz konusu. TCMB bağımsız diye yürütmenin başının sinyallerini bir kenara koyamaz" diye yüksek perdeden konuşurken Merkez Bankası onun değil emperyalist finans oligarşisinin sinyallerini esas aldı. MB’nin Eylül ayındaki yüksek faiz artışından sonra "merkez bankası bağımsızlığının ifadesi olarak faiz oranlarını buraya kadar çıkartmıştır. Bunlar yine cumhurbaşkanı olarak tasarrufumda olan bir şey değil, görüşlerim değişmedi" dese de B. Albayrak, "eylül ayında TCMB den güçlü bir adım geldi ve bu adımla bağımsızlık tartışmaları da kapandı" açıklamasıyla "yürütmenin başı"nın değil finans oligarşisinin sözünün geçtiğini bir kez daha gösterdi.
 
Her ne kadar finans oligarşisinin talepleri son tahlilde belirleyici olsa da diktatörün hem faiz politikaları, MB bağımsızlığı hakkındaki olumsuz beyanları hem de bir kararnameyle sermaye mülkiyeti haklarına el koyma, "sıcak parayı" vergilendirme vb yönündeki açıklamaları sermaye oligarşisi ve finans baronlarını güvensizliğe sürüklüyor, bunun sonucu olarak sermayenin Türkiye’den çıkarak daha güvenceli yerlere gitmesine neden oluyordu. Emperyalist küreselleşme sistemi içinde bunu durdurmanın tek yolu finans oligarşisinin isteklerine boyun eğmek, sermayenin mülkiyet haklarını güvencelemekten geçiyor.
 
YEP’in içeriği bununla sınırlı değil. Diktatörün hükümeti YEP’te ifade edildiği gibi, "Kamu kurumlarında esnek çalışma, kıdem tazminatı reformu, yarım çalışma ödeneği, bireysel emeklilik sistemine otomatik katılım vb" biçimlerde işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının son kırıntılarını da yok ederek; "ucuz işgücü cenneti" ni daha da ucuzlatarak; artan vergi ve süreklileştirilmiş zamlarla krizin yükünü emekçilere yıkarak; bütçe harcamalarında yeni kısıtlamalara giderek finans oligarşisine hizmet etmekte sınır tanımadığını gösteriyor.
 
MCKİNSEY’E EMANET EDİLEN NE?
 
Finans oligarşisine taahhüt edilen bu politikanın denetimi, gerçekte ise yönetimi McKinsey’e bırakıldı. Öyle görülüyor ki YEP, finans oligarşisinin istekleri ve IMF raporu doğrultusunda bu şirket tarafından hazırlandı, aksi takdirde finans oligarşisinin bu denetimi güvence sayması söz konusu olmazdı.
 
Diktatör, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına laf ederken YEP’le birlikte diktatöre bağlı bakanlıkların da "bağımsızlık"ı da elden gitti. "Yeni hükümet sistemi" ile bakanlık sayısı 24’den 16’ya indirilmişti. Yeni program bünyesinde 16 bakanlıktan oluşan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kuruldu. Bu ofisin denetim ve yönetimi McKinsey’e bırakıldı. Bir başka ifadeyle devletin maliyesi ve ekonomisi McKinsey’e emanet edildi.
 
McKinsey’le diktatörün, partisinin ve hükümetinin ilişkileri yeni değil. McKinsey’in Ankara ofisini bir AKP’li yönetiyor. İddia ediliyor ki, "Cumhurbaşkanlığı yönetim modeli", daha doğru tanımıyla yeni diktatörlük sistemi bu şirkete hazırlatılmış. Olan bitene bakılırsa bu hiç te yabana atılır bir iddia değil.
 
CHP MUHALEFETİ VE DÜYÛN-I UMÛMİYE BENZETMESİ
 
Burjuva muhalefet McKinsey konusunu diline dolamış durumda. Meselenin esasını gözden kaçıran bir sahtekârlık bu.
 
Türkiye "sıcak para" akımlarına ve dış sermaye yatırımlarına bağımlı bir ülke. Sermaye sınır dışına çıktığında kur yükseliyor, kurun yükselmesini durdurmak için faizin yükseltilmesi kaçınılmaz oluyor, faiz yükselince enflasyon da artıyor. Bütün mali-ekonomik sömürgeler gibi Türkiye de bu kısır döngünün parçası. Emperyalist küreselleşme sistemi içinde kaldıkça da bundan çıkması imkânsız.
 
CHP buna ne diyor? Onun ekonomi politikası hangi açılardan farklı? Sermayenin serbestçe dolaşmasını mı engelleyecek? Merkez Bankasının "bağımsız"lığına mı son verecek? Piyasalara müdahale mi edecek? Finans oligarşisinden borç almayacak mı? Ucuz işgücü cennetini ortadan mı kaldıracak? Özelleştirilen kuruluşları yeniden devlet mülkiyetine mi alacak?
 
Aslında bunlar sıradan burjuva önlemler, ama ne CHP ne de bir başka burjuva muhalefet partisi bunu dahi yapamaz. Yapamaz çünkü emperyalist küreselleşme sistemi içinde bu tür bir burjuva yol bile kapalı. Bugünkü dünya sistemi işçilere köleliği bağımlı ülkelere mali-ekonomik sömürgeliği dayatıyor. Ancak sistemi reddederek köleliğe ve mali-ekonomik sömürgeliğe son verilebilir. Gel gör ki yalnızca sermaye oligarşisi değil bütün sömürücü burjuvazi bu sistemden besleniyor. Aşağıdan yukarıya sömürücü burjuvazinin bütün tabakaları sermaye akımlarına bağımlı artık. Sermaye akımlarındaki zayıflamayı burjuvazinin hiç bir tabakası istemez. Bunun da yolu, sermayenin dolaşımının önündeki engelleri kaldırmak, emperyalist finans oligarşisinin çıkarlarını politika haline getirmek, ülkeyi "ucuz işgücü cenneti" olarak "istikrar"a kavuşturmak, mali-ekonomik sömürge ilişkisini derinleştirmek ve güvence altına almakta geçiyor.
 
Demek oluyor ki burjuva muhalefet bir illüzyondan ibaret. Emperyalist küreselleşme sistemi dışına çıkmayı, mali-ekonomik sömürge olma haline son vermeyi içermeyen hiç bir programın gerçekliği yok.
 
Elbette bağımlık ilişkilerine dair analoji yapmak için sosyalistler de Düyûn-ı Umûmiye benzetmesi yapılabilir fakat bu kendi başına hem eksik hem de günümüz gerçekliğini yeterince ifade etmekten uzaktır. Mesela aynı benzetmeyi bir burjuva aydını ya da burjuva muhalefet partisi de yapabilir. Oysa bugünkü emperyalist küreselleşme sistemi dışına ancak sosyalizmle çıkılabilir. O günkü gibi komprador burjuvazi dışında kalan burjuvazinin ulusalcı temelde de olsa devrimci kurtuluş programı yoktur.