Yaşam Uzun yazdı | Yangınlar semptom biz kaynağa bakalım
Toplumsal krizlerin tekil sorumlularını bağlamsız doğru bilgiyle ya da açık yalanlarla işaret etmek iktidarların tipik hedef saptırma yöntemi olur. Yangınların bu kadar çok ilde, birden fazla noktada ve eş zamanlı çıkması elbette sabotaj şüphelerini ortaya çıkardı. Sabotajın yıllar yılı bilindik sebebi imar rantı ya da daha kırsalda tarım için alan açmak iken son yıllarda buna "terör eylemi" gerekçesi eklendi. Bu gerekçe son birkaç yazdır çoğu zaman ortada herhangi bir kanıt, somut bir veri olmadan ilk anda ortaya atılan bir yalan ya da ilk anda akla gelecek "kuşku" olarak yerleştirildi.
Birkaç gündür ülkenin birçok ilinde yakın zamanlı başlayan orman yangınları -17 ilde 58 yangın- hiç de gündem sıkıntısı çekmeyen ülkede haklı şekilde kendine en önde yer buldu. Çünkü ekolojik felaketler, bir savaş coğrafyası olan bu topraklarda belki de daha büyük, sarsıcı, yıkıcı etki yapabilen tek gündem. Bugünü ve geleceği belirleyen, bildiğimiz anlamda yaşamın devam edip etmeyeceğinin karar anlarını yaşadığımız süreçler. İklim krizi on yıllardır büyüyerek gelirken onun beslediği orman yangını, kuraklık, biyoçeşitlilik kaybı gibi diğer ekolojik felaketler üzerine siyaset yürütmenin geleceğe tahvil edilemeyeceği bir gerçeklik olarak karşımızda. Ama bu gündem öyle gökten düşen meteor gibi değil, küresel kapitalist sistemle bağı içinde bu ülkedeki kapitalizmin, sömürgeciliğin, ırkçılığın, doğa düşmanlığının oluşturduğu ortam içinde tüm toplumsal krizlerle bağlantılı olarak tezahür ediyor. Siyaseti de öyle olmalı.
Sadece Manavgat'ta 3 kişinin öldüğü ve 50'nin üzerinde insanın yaralandığı yangınlarda içinde yaşayan canlılarla birlikte yüzlerce hektarlık orman ekosistemleri yok oldu. Büyük bir katliamı andıran yangında ölen hayvanların görüntüleri, haritadan silinen köyler büyük bir infial yaratarak öfkenin yükselmesine neden oldu. Sosyal medyadaki tepkilere göre tüm bu acının hesabının sorulması için suçlunun derhal tespit edilmesi gerekiyordu. Öfkenin bu kadar yoğun olduğu bir ortamda dezenformasyon stratejik bir araç olarak her daim işlev görür. Toplumsal krizlerin tekil sorumlularını bağlamsız doğru bilgiyle ya da açık yalanlarla işaret etmek iktidarların tipik hedef saptırma yöntemi olur.
Yangınların bu kadar çok ilde, birden fazla noktada ve eş zamanlı çıkması elbette sabotaj şüphelerini ortaya çıkardı. Sabotajın yıllar yılı bilindik sebebi imar rantı ya da daha kırsalda tarım için alan açmak iken son yıllarda buna "terör eylemi" gerekçesi eklendi. Bu gerekçe son birkaç yazdır çoğu zaman ortada herhangi bir kanıt, somut bir veri olmadan ilk anda ortaya atılan bir yalan ya da ilk anda akla gelecek "kuşku" olarak yerleştirildi.
Gerekçesi ne olursa olsun ormanlara yönelik bu tür sabotajların ilkesel olarak karşısında durulması gerekliliği bir yana ülkede 40 yıldır süren savaş gerçekliğini tüm boyutlarıyla ele almayı reddederek ilk andan itibaren panik, korku, umutsuzluk yayan bir "lanet okuma" yarışına girmek tam da bu dezenformasyon sürecine bile isteye alet olmak anlamına gelir. Yani, imar rantı ya da savaşın bir parçası olarak ormanlar yanarken kapitalist sömürüyü, eşitsiz ilişkileri, sömürgeciliği görmeden sabotajcı aramak tam da iktidarın istediği sorumluluk savma arzusuna denk düşer. Kimse sabotaj olasılığını kesin bir dille göz ardı etmiyor, ama ortada bunun için hiçbir kanıt yok ve aslında son yıllarda yangınların sıklaştığı bilinen bir gerçek olmasına rağmen hızla yayılması ve yerleşim yerlerine hızla ilerlemesi ile daha çok gündeme geldiğinden öfkenin yanında böylelikle bir tür atalet örgütlüyor.
Elbette rastgele belirlenen sözleşme şartını sadece 100 litreyle kaçırdığı için yerde çürüyen THK uçakları, içi boşaltılan ve kayyumla yönetilen kurum ve buna karşılık uçak parasına denk gelen kiralama bedeliyle yalnızca 3 tanesi kullanımda olan yangın söndürme uçakları, erken müdahale ve ekipman yetersizliği, afet yönetim planı olmayışı, sarayın özel uçak filosu vb. bir dizi en bariz doğa ve halk düşmanı politikalar iktidarın karşısına henüz söylemsel düzeyde de olsa çıkarılıyor. Ancak hesap sormaya bunlar yeter mi? Ya da mesele bunlardan mı ibaret? Bunların hepsi için yarın bir çırpıda kararnamelerle adım atabilir iktidar. Son dönemin moda mafya jargonuyla yanan arazilerin bir kısmına rant için "çökülür" ama geçmişten bu yana tüm olan bitenin üzerine de bu ileriye gitme adımıyla sünger çekilir, "milli birlik" bozulmadan bir sonrakine kadar bir felaket daha geçiştirilir.
İklim krizi, devletlerin sera gazı azaltım planlarını geciktirmesi ya da hiç yapmaması nedeniyle yüzyılın ortalarına gelindiğinde sıcaklık ortalamalarının 3 derece artacağı koşullarda yaşanıyor olacak. 3 derecelik artış Türkiye'de yıllık yangın çıkabilecek gün sayısını 40 gün daha artırabilecek bir iklim demek. İklim krizini önlemenin yanında onun felaketlerine karşı uyum gösterecek adımlar sağlamaksızın bu tür katliamlar önlenemez.
Kurak yaz, yüksek sıcaklık ve sert rüzgarların birleşmesiyle tüm Ege ve Akdeniz kıyılarının her an tutuşması yüksek bilimsel bir olasılık olarak zaten hazır olunması gereken bir durumken, orman alanları parçalara ayrılarak burada bile istatistik kurnazlığı yapılırken, turizm ve inşaat rantı uğruna kıyılar talan edilip beton ve otomobile dayalı çarpık kentleşme ile kentsel alanlar orman alanlarını işgal ederek yangın riskini ve tüm bunlar yayılma hızı ve sıklığını artırırken yangın bir sonuç olarak önümüzde.
Ve bu teknik bir mesele de değil. Yangınları daha hızlı söndürecek, yayılmasını önleyecek, hatta doğal olanlar dışında çıkmasını önleyecek teknik birikim mevcut. Ama bunun maliyetini sermayenin üstlenmesi yerine canımızla biz üstleniyoruz. Faşizm her alanı sermayeye uygun hale getirecek şekilde şiddeti tırmandırırken orman yangınları bunun dışında bir durum değil. Ve iklim krizi işte tam da bu nedenle atmosferde olup biten bir şey değil, sömürgeciliğin kriziyle iç içe, can alan toplumsal bir kriz.
Peki buna karşılık özellikle geçtiğimiz birkaç yıldır hemen her bölgesindeki ormanları yakılan Kürdistan ormanları için kalkmayan yangın söndürme uçakları hiç sorgulandı mı? Marmaris'te yanan ceylan canımız da Dersim'de, Cudi'de yanan tavşan da mı teröristti? Efrîn'de sökülen zeytin ağaçları da ciğerimiz değil mi? Sömürgecilik şimdi Başur'daki işgalini kalıcılaştırmak için ormanları kesip kendi sınırları içine taşırken yeterince ses çıkarılmadığı için bugün şovenizm zehri bir kez daha önümüze bu kadar kolayca çıkıyor. Son günlerde birçok ilde lince maruz kalan Kürtler, nefret nesnesine dönüştürülen ve adım adım bir pogromun daha zemininin yaratıldığı mülteciler mi öldürdü Marmara'yı, flamingoları ya da sular altında bıraktı Hasankeyf'i? Bu bir göz yumma değil, siyasetin dilini nereden kurmak gerektiğiyle ilgili durum.
Dünden bu yana Ateşin Çocukları İnisiyatifi en olası fail olarak hemen ortaya atıldı. Peki, bu inisiyatifin yaptığı eylemler emekçi sol dahil neredeyse tüm basında görünmez haldeyken neden sadece orman yanınca karşımıza çıkarıldı? Hani PKK bitirilmişti, hani Soylu'ya göre örgüt kımıldayamıyor, ülke içinde sadece dağda 100-200 tane 'terörist' kalmıştı? NASA'nın uydu görüntülerine göre Akdeniz kıyıları başta olmak üzere tüm dünyada bir yangın felaketi yaşanıyorken bu kadar yaygın yangını 'terörist'lerin yaygınlığına ve hareketine mi bağlamalı? Bunların en azından birisi yalan olmalı mantıken değil mi? Ama merak etmeyin ikisi de yalan; yani faşist iktidar kendi çöküşünü korku, panik ve umutsuzluk havasıyla engellemek için her türlü yalanı kullanıyor.
Tartışmayı sadece kalkmayan uçaklara, uçak mı helikopter mi daha verimli tartışmalarına, ekosistemlerin bu dönemlerde kendi özelliklerinden mi yoksa iklim krizi kaynaklı mı yanıyor oluşuna, Orman Genel Müdürlüğü, THK gibi kurumların, yani orman yangınıyla mücadelenin özelleştirilmesi sürecinde yetkileri azaltılan kurumların yetersizliğine sıkıştırmak, bakanların söze müdahaledeki personel ve araç sayısı açıklayarak başladığı konuşmalarına meşruluk katmaktan başka bir işe yaramaz. Aynı zemindedir, "hataların" tartışıldığı makul bir zemin varmış gibi yapmaktır. Tekraren, bu faşist iktidar tüm adımlarda sorumludur, yangın anı sonuçtur ve kararnamelerle yarın düzeltilebilir bir "hizmet" alanıdır. Yangın gününde, iklim krizinin baş nedeni olan fosil yakıt Karadeniz gazı için "gaz yakma töreni" düzenleyen, milyarlarca ağaç dikildiği iddia edilen dikim zamanı dışı şenlikler düzenleyen ama bir yandan orman ekosistemlerini yıllardır maden, inşaat rantına, yol, köprü, tünel yıkımına maruz bırakan, yükselen mobilya ihracatı için keresteciliğe açan iktidar bu. Kürt illerini yıllardır askerler eliyle yakan iktidar bu. Kürt halkının çığlığı, isyanı ülkenin duyulmaz bir arka fon sesine dönüştüğünde Ege'de yanan ormanlarda ancak tekil sorumluların aranmasını salık veren içi boş dezenformasyon sesleri duyulabilir hale gelir.
Tüm bu toz duman altında şovenizme hiçbir yer bırakmayacak şekilde tutum almak için örgütlü ve sınıf bilinciyle hareket etmeliyiz. Burjuva medyaya, trollere, ırkçılara, şovenistlere laf yetiştirecek halimiz yok, ama kendi saflarımızdaki kafa karışıklığına izin vermemek için bu gerçekleri teşhir ederek çubuğu gerçek sorumlu, eko-kırımcı faşist iktidara bükmeliyiz. Tıpkı İzmir depreminde oluşan dayanışma ağları gibi pratiklerle kendini yardımlarla sınırlamayan ve mağduriyetten mücadeleye geçen kalıcı örgütlülükler oluşturabilmeliyiz. Geleceğimiz de, yaşamımız da "bize yapılanlara" değil, buna karşı göstereceğimiz iradeye bağlı.