20 Eylül 2024 Cuma

Tanur Oğuz Gündüzalp yazdı | İrade ve umudun eylemde hayat bulduğu kişilik: Yılmaz Behrareş

Osman Nuri gösterişten ve kibirden uzak, dışarıda sessiz yeraltında gürül gürül akmasını bilen debisi yüksek bir nehirdi. Yani bu anlamıyla o tam bir Karadeniz'di. Dinginliğinin altında kıyıları hırçınca döven uslanmaz bir dalga gibiydi. İhanetçilerin, düşkünlerin ve alçakların soluğunu ensesinde hissettiği devrimci adaletin keskin kılıcı olduğunu da 'bilirdik'!

"Bu sabah şafakta bitecek olanı 
elden gelseydi tekrarlamak 
tekrarlardı aynı yerden başlayıp 
aynı yoldan geçerek. 
Ve yine gerekirse aynı yerde bitirmek üzere…"

Ölümsüzleşen her devrimcinin ardından anma yazısı yazmak gerçekten çok zor iştir. Her şeyden önce duygusal bir faktör olarak onunla/onlarla yaşadığınız anın/anıların tüm ağırlığı çöker üstünüze. Ve bu ağırlığın altında daha büyük bir ağırlığın basıncını hissederek ölümsüzleşen o devrimciyi bütün yönleriyle eksiksiz yansıtabilmenin sorumluluğunu duyarsınız omuzlarınızda. O'na dair söylenecek her sözün, yazılacak her cümlenin, aktarılacak her bilginin tarih karşısında nesnelliği yansıtan bir ciddiyet gerektirdiğini bilirsiniz. Bu hem O'na karşı dürüst ve samimi bir saygının gereği açısından böyledir hem de gelecek kuşakların onu doğru tanıyabilmesi, örgütlü yaşamı boyunca yarattığı değer ve ölçütlerin görülebilir, bilinebilir ve her şeyden öte aşılabilir ve kolektif değerler altında nasıl vücut bulduğunun değerlendirilip içselleştirilmesinde önemlidir ve de öğreticidir.

Peki, böyle bir giriş yazısının ardından Osman Nuri nasıl anlatılır? Bunun yanıtını üç aydır kafamda arıyorum. Yoldaşlarının bana ulaşıp bir yazı istemesinin ardından böyle bir yazının hazırlığına sayısız kez giriştiğimi söyleyebilirim. Sayfalar dolusu yazılar yazdığımı, sildiğimi, tekrar yazıp karaladığımı, yer yer ağlayıp bilgisayarı fırlattığımı ve günün sonunda O'na dair olması gerekeni yaşadıklarım ve bildiklerim oranında 'tam' ve 'eksiksiz' olarak yansıtabildiğimi hala düşünmüyorum. Zaten Osman gibi yaşamıyla yarattığı yüksek devrimci değerler ve içinden geçtiğimiz çağın içinde farklı bir konumlanışa ve rolle ileri düzeyde görev ve sorumluluklar üstlenmiş tarihsel bir figürü de 'tam' ve 'eksiksiz' anlatma işinin kolay olmadığının/olmayacağının bilincindeyim. Ne yazarsak yazalım ne anlatırsak anlatalım hep bir şeyler eksik kalacak gibi…

Aynı soruyu tekrar soruyorum kendime: Osman Nuri nasıl anlatılır?

Biliriz ki, genel bir özellik olarak dünyayı değiştirme ve dönüştürme hedef ve iddiası taşıyan devrimcilik iddiasının altında olması gereken bazı temel özellik ve karakteristik çizgiler vardır ve bunlar belirli kavramlarla dile gelir. İRADE- HEDEF- UMUT- YOL- EYLEM- HAYAT vb. gibi! 

Ben de bu kavramları bir cümlede toplayarak Osman'a uygun onun devrimci konum ve iddiasına denk düşecek bir anlatımla; ama aynı cümleye renk ve canlılık da katacak tarzda bir girizgahla başlamak kanımca doğru olacaktır.

"İradesi olanın hedefi vardır; hedefi olanın da umudu. İrade ve umut eylemde hayat bulur."

Bir insan düşünün; hedefe ulaşma çabası yaşamında ne kadar yer tutuyorsa, iradesindeki kararlılık ve umudundaki tutkunun yoğunluğu da o ölçüdedir. Ömrünü, yaşamının yirmi dört saatini bu uğurda seferber eden bir devrimcinin sorumluluğu ise daha da artmış demektir. Ortaya konan bir ömür ve her anı kavgayla dolu ise yaşamını bu doğrultuda nasıl örgütlediği, yaşamı ve kişiliğini nasıl ve yeniden üretiyor olduğu mutlaka irdelenmeli ve doğru yanıtlanmalıdır.

Oyun değil, ortaya konan yaşamdır çünkü. Yaşamı o yüzden ciddiye almalıdır devrimciler. Yaşamları vazgeçilmez olduğu için değil, her an vazgeçmeye hazır oldukları ve her anın üretken kılınması gerektiği için...

Osman Nuri'nin ölümsüzlüğünden sonra ona dair zihnimde yer edinecek kalıcı izlerin tanımı kısaca bunlar olurdu. Osman böyle bir devrimciydi ve onu tanımak gerçekten benim için bir ayrıcalıktı. Koşulların zorluğuna inat umut ve eylemin, onur ve direncin, irade ve kararlılığın vücut bulmuş nadir örneklerindendi. En küçük bir yakınma olmaksızın, büyük bir keyifle, heyecan ve coşkulu bir devrimciliğin izlerini sürdü. O naif, temiz ve gülümseyen yüzünün altında müthiş bir sınıf kini, kapitalizmi yerle bir etmeye yeminli olağanüstü bir cesaret ve askeri yetenek vardı. O kadar doğaldı ki bu içselleşmiş devrimci duygu, size de bulaşır, müthiş bir güven ve güç verirdi.

Bunlarla da sınırlı olmayan özellikleriyle Osman Nuri devrimciliğine mercek tutulması gereken insanlardandı. Bende uyandırdığı en güçlü duygu ise kendinde geri çevrilmez bir güç ve irade hissiydi. Osman iradeliydi; duygusal ve iradi yoğunlaşmayla O, zor dönemlerin üstesinden gelmesini bilen, mücadele içindeki hiçbir şeyin tesadüf ya da şok etkisi yaratmayacağını bilen sağlam bir dirençle moral bir yükseliş, yoğun bir bilinç artışı ve duygusal zenginleşme ile kendisini tamamlamayı iyi biliyordu. Amacının dışında değil, tam içindeydi. 10 yıllık cezaevi yaşamında, farklı cezaevlerinde de olsak hem içerideyken hem de dışarıdayken yazdığı sayısız mektuplarla bunu hissettirebiliyor, teorik ve siyasal değerlendirmelerdeki ustalığı, felsefe alanındaki yetkinliği, özellikle çalışma alanı olarak gözünü Ortadoğu'da gelişen güncel siyasal gelişmelere dikmesi yarın için nasıl bir hazırlık içinde olduğunu ortaya koyması açısından önemli veriler sunuyordu. Yargılandığı dava dosyasının ağırlığı göz önüne alınacak olursa en azından yakın bir zamanda çıkacağını düşünmüyordum. Orada bile 'inatçı' bir ifade kullanarak her mektubunun altına "Görüşeceğiz, mutlaka…" notunu düşerdi. Bunu istinasız yaptı ve gerçekten görüştük.

Demir parmaklıklar, F tipinin kalın duvarları, katı tecrit ve izolasyon…

Hiçbir şey yontamamıştı Osman'dan… Sadece seyrelmiş saçlar biraz da beyazlıklar… O kadar…

Hala keskin ve net bakışların sahibidir, Osman'la konuştuğunuzu bilirsiniz, 5 saat süren sohbetin ardından aklınıza dahi gelmez o klasik "tamam mı-devam mı" sorusu? Her şey nettir, planlar yapılmış, rota çizilmiş, günü beklenmektedir. Geride sımsıcak yoldaş sarılmasını bırakarak fırsat buldukça haber iletmenin bir yolunu bulacağı sözünü vermiştir. Sözünü de tutmuştur.

Osman Nuri doğal bir öncülük ve önderlik anlayışının emekle, zarafetle, bilgiyle dokunmasını esas alan bir anlayışın da örnek temsilcilerindendi. Bunu her yanıyla görebilir, gözlemleyebilirdiniz. Gösterişten ve kibirden uzak, dışarıda sessiz yeraltında gürül gürül akmasını bilen debisi yüksek bir nehirdi.

Yani bu anlamıyla o tam bir Karadeniz'di. Dinginliğinin altında kıyıları hırçınca döven uslanmaz bir dalga gibiydi. İhanetçilerin, düşkünlerin ve alçakların soluğunu ensesinde hissettiği devrimci adaletin keskin kılıcı olduğunu da 'bilirdik'!

Osman Nuri bilinçli ve hedef yönelimli bir devrimci önderdi. Ne istediğini bilen, esen rüzgardan değil, tarihsel görev ve sorumlukların bilincine varan bir özneydi. Hedefe kilitlenen, kafasında canlı gördüğü, mevcut koşul ve gerçekliğe bakarak mevcut koşullar içerisinde kendisini devrimci sonuca yakınlaştıracak her şeyi bulup çıkaran, her şeyi bu gözle yeniden inceleyip organize eden, tutkuyla sarıldığı devrimci amaçlara gerçek yaşamın dışında ve onunla bağdaşmayan soyut bir şey olarak değil, büyük bir canlılık ve somutlukla gerçeğin ta kendisi ve özü; yaşama ve her şeye gerçek canlılığını, rengini ve ruhunu veren, capcanlı bir güç olarak bakmasını bilen müthiş bir diyalektik göz ve derinliği vardı. Buradan anlatamam ama ona gönderdiğiniz bir fotoğraf karesini, voltada adımlarken gökyüzünde dans eden kuşların hareketini, okuduğu bir romanın karakterini, içinde yer aldığı bir devrimin hikayesini herkesten farklı bir okuyuşu ve betimlemesi vardı. Bu incelik, yüksek sanat ve edebiyat dili, kireçlenmiş düşünceleri çekiç ve murçla parçalayan felsefe derinliği ve yaşamla kurduğu canlı dile tanık olan herkes bu dediklerimi çok daha iyi anlayacaktır. Yaşamaktan ve devrimcilikten böylesine müthiş keyif alan kaç insan tanırız ki yaşamımızda?

O yüzden özenle dokudu yaşamı Osman Nuri, büyük emeklerle güzelleştirdi bulunduğu her alanı, kavgayı aşkı ve mücadeleyi. Paylaşımları sınırsız, sevgisi hesapsız ve karşılıksız, gülüşü her daim ağız dolusu, mutluluğu halkın mutluluğuydu.

Osman düşlediği bir hayatı dolu dolu yaşadı. Devrime dört elle sarıldı, mutlu bir devrimcilik sürdürdü. Şimdi o devrimi düşlediği topraklarda canını sakınmadan ortaya serdi. Karadenizli bir devrimci olarak Kürt halkının saygı bayrağına adını yazdırdı. Bu çok önemli bir nokta.

Bir adım geri atmadan, dimdik, üstüne üstüne yürüdü düşmanın Osman Nuri. Ve dövüşmek en çok ona yakıştı bu çağda, arkasını düşünmeden, fütursuzca...

Yaşamını dolu dolu, soluksuz ve kesintisiz bir devrimci savaş pratiğiyle noktaladı. Daha ne denir ki, saygıyla Osman abi, saygıyla Osman yoldaş...

And olsun, seni hatırlamamak unutmakla, unutmak ihanetle eş anlamlıdır benim için.

Bu yazı vesilesiyle ölümsüzlük haberini aldığımız Zafer Aydın'ın acısını da yüreğimde hissediyorum.

Kalbi tıpkı Yılmaz Behrareş yoldaş gibi halkların tam hak eşitliği ve kardeşliğinden yana atarak sınır tanımayan devrimci bilinciyle; "Karadeniz'in soluğunu Kürdistan dağlarındaki direniş rüzgarlarıyla birleştiren MLKP komutanlarından Zafer Aydın ölümsüzdür!"

Yılmaz Behrareş ölümsüzdür!