6 Ekim 2024 Pazar

Susurluk'tan bugüne kontrgerilla cumhuriyeti

3 Kasım 1996'ta Susurluk'ta yaşanan 'kaza'da ortaya saçılan devlet gerçeği, devlet ile mafyanın nasıl iç içe geçtiğini bize göstermişti. Bugün açığa çıkanlar da bundan farklı değil. Rejimin yaşadığı siyasi kriz ve iç çatışmalar uyuşturucu trafiğinden, katliamlara kadar devletin kendisinin suç örgütü olduğunu söylüyor.

Devlet ile çeteler arasındaki ilişki bugüne ait değil. Türk devletinin kurucu karakteri olan bu ilişkiler, "gizli devlet", "Susurluk devleti", "kontrgerilla cumhuriyeti" gibi tanımlarla ifade edilegeldi. 

Yıllarca devrimcilerin devletin kontra örgütlenmeleri ve burada kurulan ilişkilere ilişkin yaptığı değerlendirmelerin en somut hali 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk'ta karşımıza çıktı. Bunu Şemdinli takip etti. Devletin halka, devrimcilere, Kürt halkına karşı işlediği suçların yanı sıra devlet-mafya-kontrgerilla hattında kurulan uyuşturucu trafiğini de ortaya çıkardı. Bugün ise bunlar, rejimin siyasi krizi ile bağlantılı yaşanan iç iktidar çatışmaları nedeniyle devletin pisliklerini ortaya saçan Sedat Peker'in itiraflarıyla devam ediyor.

O zamanlar Balıkesir'in küçük bir kasabası olan Susurluk, İzmir'e gidenlerin mola mekanı olarak bilinirken, bir anda devletin tüm pisliklerinin ortaya saçıldığı bir mekana dönüştü. Susurluk denildiğinde devletin kontrgerilla çeteleri akla gelir oldu.

Devletin suç örgütlerinin tüm pisliklerinin ortaya saçıldığı 3 Kasım 1996 tarihini öncelikle hatırlayalım.

'SUSURLUK KAZASI'
Lüks bir mercedese bir kamyonete çarptı. O lüks mercedesin içinde DYP Urfa milletvekili Sedat Bucak, İstanbul Emniyet Müdür yardımcılığı yapmış o dönem Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü olan Hüseyin Kocadağ, 7 TİP'li öğrencinin katili Mehmet Özbay, sahte kimlikli Abdullah Çatlı ile Melahat Özbay sahte kimlikli Gonca Us bulunuyordu. Araç Bucak'a aitti. 1 Kasım günü Kuşadası'nda buluşmuşlar İstanbul'a yola çıkmışlardı.

Olayda aracı kullanan Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gonca Us ölürken, DYP Urfa Milletvekili Sedat Bucak yaralandı. Mercedesten, 2 MP-5 otomatik tabanca, Sedat Bucak adına kayıtlı Sig Sauer ve Kocadağ'a ait Baretta marka ruhsatlı silahlar, Irak yapımı 22 milimetrelik Baretta marka iki tabanca, Özel Tim tarafından kullanılan bol sayıda mermi ve iki adet susturucu çıktı. Araçtan çıkanlar arasında devletin envanterinde bulunan ve 'kayıp' olduğu iddia edilen silahlar da vardı. Bu silahlar o yılların Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar'ın talimatı ile Korkut Eken'e verilmişti.

KONTRA İLİŞKİ AĞI
Yani ilişki ağı sadece aracın içindekilerle sınırlı değildi, bir dönemin emniyet müdürü, valisi daha sonra İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar'dan asker-MİT'çi Korkut Eken'e, özel harekatçı İbrahim Şahin'e, bir dönemin başbakanı Tansu Çiller'inden Susurluk döneminin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e, MİT'çi Mehmet Eymür'den bir dönemin başbakanlarından Mesut Yılmaz'a, JİTEM'ci Veli Küçük'ten Bahçelievler katliamı faili  Haluk Kırcı'ya, Fethullah Gülen'e, Süleyman Demirel'inden Deniz Baykal'a kadar adını sayamayacağımız kadar çok sayıda isim bu kontra örgütlenmesinin mimarı ve içindeydi.

KORKUT EKEN
Bu ağ içindeki önemli isimlerden olan Korkut Eken; devletin sık sık madalya vererek ödüllendirdiği, bir dönem Özel Harp Dairesinde, bir dönem Özel Kuvvetler Komutanlığında görev yapmış, özel eğitimli katliam timleri yetiştirmiş, emekli olduktan sonra Milli İstihbarat Teşkilatı Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcılığı yapmış, 1993-1996 yılları arasında ise Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Polis Özel Harekat Timinin başında olan kişiydi. Susurluk kazası yaşandığında da emniyette görevliydi.

'KAYIP' SİLAHLAR
Kayıp silahların 'terörle mücadele' adı altında devletin kontra örgütleri tarafından kullanıldığı ve Korkut Eken'in de bu işlerin başındakilerden olduğu gerçeği Susurluk kazasının ardından teyit edilmiş oldu. 90'lı yıllarda yaşanan Kürt patronlara yönelik katliamlar da bu ekip tarafından gerçekleştirilmişti. Birçok faili belli ama meçhul bırakılmaya çalışılan kaçırma, kaybetme, katliam, sokak ortasında infazların bu ve benzeri kontra örgütlenmeleri tarafından yapıldığı bir kez daha teyit edildi.

'Kayıp silah'lar olayına geri dönecek olursak, Susurluk kazasındaki araçtan çıkan 'kayıp silahın' ardından 31 silahtan sadece 20'si Korkut Eken tarafından geri getirilmiş ancak diğerleri bulunamamıştı. Daha sonra bu konuda dava açılmış ve Korkut Eken ile Özel Harekat Daire Başkanvekili İbrahim Şahin'e bir yıl hapis cezası verilmiş, Yargıtay'ın bozma kararı üzerine İstanbul 6 Nolu DGM, 2001 yılında İbrahim Şahin ve Korkut Eken'i 6'şar yıl hapse mahkum etmişti.

İBRAHİM ŞAHİN
İbrahim Şahin sadece 185 gün hapiste kaldı. Doğu Perinçek'in partisi olan İşçi Partili adli tıp uzmanı Prof. Dr. Erbil Gözükırmızı ve Mehmet Ağar'ın Adli Tıp Kurumu'na atadığı Nur Birgin'in imzasını taşıyan rapora dayanılarak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından affedildi.

İbrahim Şahin adını daha sonra Ergenekon davasında duyuldu. 8 Ocak 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında evinde yapılan aramada Ankara Gölbaşı'na ait krokiler bulundu. Yapılan kazılarda lav silahları, el bombaları, plastik patlayıcılar, bomba yapımında kullanılan malzemeler dahil çok sayıda malzeme bulundu. Ayrıca aralarında Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Genel Sekreteri Kazım Genç'e yönelik suikast planlarının da olduğu çok sayıda planlar ortaya çıktı. İbrahim Şahin 49 yıl 4 ay hapis cezasına almasına rağmen bir süre sonra tahliye edildi. Ergenekon davasının savcısı olduğunu söyleyen faşist şef Erdoğan daha sonra davanın 'FETÖ' kumpası olduğunu söyleyerek düşürülmesini sağladı.

AKP'nin Ergenekoncularla ittifakı da bu döneme denk gelmektedir.

SUSURLUK DAVASI
3 Kasım 1996 tarihindeki kazanın ardından başlatılan "Susurluk davası"nda araç içindeki herkes öldüğü için Sedat Bucak ile ilgili yargılama yapıldı,ve sadece 1 yıl 15 gün ceza verilerek, ertelendi. Yani Susurluk davası cezasızlıkla sonuçlandı.

Davanın Yargıtay kararında, "...devlet içini de kapsayacak şekilde çok yönlü araştırılması gerekli kılmakla, bu bağlamda yapılan soruşturmalarda, ulaşılan bilgi ve belgelerin olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesinin güç, karmaşık ve duyarlı makamları ve görevlileri de kapsayacak ölçüde olduğunu ortaya çıkardığı, haklarında mahkumiyet hükmü kurulan sanıklar dışındaki kimi görevliler ile bunlara yardım edenlerin yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarında olmakla birlikte emniyet teşkilatında görevli olup haklarında kamu davası açılan sanıkların terörle mücadele adı altında yola çıkıp..." diye belirtildi.

Yargıtay kararında kontrgerilla şefi Mehmet Ağar'ın "Bir tuğla çekilirse duvar yıkılır" sözünü anımsatan ifadeler yer alıyordu. 

SUSURLUK RAPORU
Fakat ortaya saçılan pislik öyle kolay temizlenebilecek türden olmadığı için kontrgerilla yapılanması ve işlediği suçlar bir bir ortaya çıkmaya devam etti. Hazırlanan ilk rapor olayın üstünü örtmeyi amaçladı fakat halkın gelişen tepkisi bunu engelledi.

Kutlu Savaş tarafından hazırlanan ikinci raporda bir yandan devletin kontra çetelerinin işlediği suçlar itiraf edilirken, diğer yandan devletin bekası için bunun ne kadar gerekli olduğu anlatılarak yapılanlar aklanmaya çalışıldı.

MEHMET AĞAR
Sonraki süreçte Susurluk soruşturmaları genişledi ve devletin kontra örgütlenmesinin baş aktörü olan Ağar'a kadar uzandı. Susurluk kazasının olduğu dönem İçişleri Bakanı olan ve ilişkiler ağı içinde olduğu için istifa etmek zorunda kalan Ağar hakkındaki yargılama sonucunda 5 yıl hapis cezası aldı. Kendisi için özel tahsis edilen, istediği zaman istediği kişilerin ziyaret edebildiği Aydın Yenipazar Cezaevinde sefa içinde sadece 1 yıl kaldı ve serbest bırakıldı.

AYHAN ÇARKIN
Bu ilişkiler içerisindeki eski Özel Harekatçı Ayhan Çarkın'ın açıklamaları bilinenlerin itirafı niteliğindeydi. Ayhan Çarkın, 1993'te kaçırılarak öldürülen Abdülmecit Baskın cinayetiyle ilgili açılan davada, cinayetlerin MGK'da karar altına alındığını söyledi. Yani devlet içinde gizli bir örgütlenme yoktu, bu katliamları yaptıran devlettin bizzat kendisiydi.

Topun ağzına sürüldüğünü hissettiği için konuşan Ayhan Çarkın, 1995 yılında yaşanan Gazi katliamının faillerindendi. Kontrgerilla tarafından kahvehanelerin taranmasıyla yapılan katliamın ardından yaşanan halk ayaklanmasında halkın ve devrimcilerin üzerine ateş atan ve onlarca kişinin ölümünden sorumlu olanlardan biriydi.

VELİ KÜÇÜK
Tansu Çiller 4 Kasım 1993'te yaptığı bir konuşmada, "Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi, PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir" demişti.

Çiller'in bu sözlerinden 7 ay sonra Savaş Buldan, 2 Haziran 1994'te İstanbul Yeşilyurt Çınar Oteli'nden, polis kimlikli, polis yelekli ve telsizli sekiz kişi tarafından Adnan Yıldırım ve Hacı Karay'la birlikte kaçırıldı ve öldürüldü.

Buldan ve arkadaşlarının cesetleri, 4 Haziran 1994'te Bolu'nun Yığılca ilçesi Melen çayı kenarında bulundu. İşkence yapıldığı, vücudunda yanık izleri görüldüğü, göğsüne ve başına kurşun sıkıldığı otopsi raporu ile belgelendi.

Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve Ayhan Çarkın'ın aralarında bulunduğu 19 kişi hakkında, Savaş Buldan, Behçet Cantürk, Namık Erdoğan'ın öldürülmesine ilişkin dava açıldı. Milli İstihbarat Teşkilatı Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür davada verdiği ifadede, kararların MGK'dan çıktığını MİT'e gelerek uygulandığını anlattı.

Eymür, Savaş Buldan ve arkadaşlarının MİT haber elemanı Tarık Ümit tarafından 'devlet adına' öldürüldüğünü de söyledi.

ŞEMDİNLİ UMUT KİTABEVİ BOMBALANDI
Susurluk'ta ortaya saçılan kontra ilişkiler Şemdinli'de bir kez daha karşımıza çıktı. Hakkari'nin Şemdinli ilçesindeki Seferi Yılmaz'a ait Umut Kitabevi 9 Kasım 2005 tarihinde bombalandı. Patlamada Mehmet Zahir Korkmaz hayatını kaybetti. Bombalı saldırının ardından halk bombayı atan 3 kişiyi suçüstü yakaladı. Saldırıyı gerçekleştirenlerin araçlarına el koydu. Araçta Jandarma İstihbarat Teşkilatından Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile üzerinde askeri kimlik bulunan itirafçı Veysel Ateş vardı.

Savcı ve CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan otomobilde keşif yaparken uzman çavuş Tanju Çavuş ateş açtı, burada da bir kişi yaşamını yitirdi.

Keşifte, sivil aracın astsubaylara ait olduğu belirlendi, aracın bagajında üç kalaşnikof, el bombaları, resmi evrak ve Hakkari ile ilçelerinin haritası ve bir isim listesi bulunmuştu. Listede bombanın patladığı kitabevinin üzerinin kırmızı kalemle çizildiği belirlenmişti.

Umut Kitabevi'ni bombalayan astsubaylar tutuksuz yargılanırken sadece itirafçı Veysel Ateş tutuklandı.

Umut Kitabevi'ne yönelik saldırının ardından, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, "Tanırım, iyi çocuklar" açıklamasında bulunmuştu. Bu açıklama devletin "iyi çocukları"nın Kürt halkına uyguladığı özel savaş yöntemlerinin itirafı niteliğindeydi.

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan bir süre sonra gittiği Şemdinli'de Umut Kitabevi'ni ziyaret etti, Seferi Yılmaz ile görüştü. Yılmaz'ın '12 Eylülde kitaplar yakılıyordu, 2005'te kitabevleri bombalanıyor' sözlerine Erdoğan, 'Gereği neyse yapılacak' yanıtını verdi. Hükümet Konağı önünde halka hitap ederken de 'Bunun sonu nereye varırsa varsın üzerine gideceğiz' dedi.

Fakat kısa bir süre sonra Ankara'ya giden Erdoğan, Şemdinli halkını 'terörist' ilan etti. Ve Umut Kitabevinin sahibi Seferi Yılmaz kitabevine yönelik saldırıdan 7 ay sonra, 'PKK üyesi olduğu' gerekçesiyle tutuklandı.

Şemdinli'nin tetikçileri de cezasız kalırken, kontrgerilla devletinin karakterini gözler önüne seren Şemdinli de devletin kozmik odasına kaldırıldı.