23 Kasım 2024 Cumartesi

Seda Baykan yazdı | Devrimci meşruluk bilinci

Devrimci mücadeleye inanmış halklarımızın beklentileri ve hayalleridir meşru olan. Kimilerinin yüz çevirdiği devrimci mücadelenin zorlu koşullarında, tüm cephelerde umudu ve inancı büyüten yoldaşlarımız ve onların göze aldığı bedellerle birlikte yüksüz devrimcilik yapanlardır meşru olan. Devrimci iddiadan ve öncülük misyonundan vazgeçmeyen iradedir meşru olan.

Faşizmin ezilen emekçi kitleler üzerinde tahakkümü artırdığı, toplumsal mücadelenin nitelik kaybettiği, gerilediği, devrimci harekette iddia kaybının yaşandığı koşullardan geçmekteyiz.

Devrimci mücadele olanaklarının, potansiyelinin görülmediği, ezilen emekçi kitleler ve devrimci saflarda ideolojik savrulmalara yol açmaktadır. Tasfiyecilik dalgasının etkisiyle devrimcilik erozyonu yaşanmaktadır.

Ezenler ile ezilenler arasındaki uzun soluklu savaşımda zafer de yenilgiler de mevcuttur. Uzun vadede yenişememe haline karşı; sabırlı, özenli ve kararlı bir duruş gerekmektedir. Geriye düşülen dönemler de savaşıma dahildir. Üstelik daha güçlü bir hazırlığı, daha fazla çalışmayı ve emeği örgütlemeyi gerektirir. Savaşım devam ederken saflardan kaçmanın ne anlama geldiğini herkes bilmektedir.

Böylesi dönemlerde ideolojik kırılmalar, savrulmalar kitlesellik kazandığında, temelsiz, reformist fikirler "meşrulaştırılır".

'80 askeri faşist darbesi sonrası açığa çıkan "birey olamadık" argümanı günümüzde de yeniden parlatılmaktadır. Küçükburjuva aydın kibriyle birlikte, kolektif akıl ve devrimci iddiadan uzaklaşanlar, "benim fikrim, benim dünyam, benim hayatım" diyerek "ben" sevdasında kendini kaybetmeye başlar. Onun için, "ben" uğruna "bizi" çiğneyip gitmesinin hiçbir önemi yoktur.

Bu fikir öyle tehlikelidir ki, yıllarını illegal siyasal örgüt savunusuna adamış, bu amaç uğruna yaşayanlar, 'kendilerine döndüğü anda' hızla legalize olabilmektedir. Sosyal medya mecralarında kamuoyunu bilgilendirme kaygısı, istemi nereden zeminini almaktadır. Eleştirilerini kendi zemininde yapmayıp, partiye dair eleştirileri "özgürce" sosyal medyadan paylaşmak; kendi fikri etrafında kitle örgütleme çabasıdır, örgütsüzlüğe çağrıdır, bozgunculuktur. Meşru değildir. Sosyal medyanın yarattığı legalize hayatlar reformist akımın bir özentisidir. 

Bireysel kaygıların, korkuların, bencilliğin "meşrulaştırıldığı" koşullarda, faşizmin boyunduruğundan, olası ödenecek bedellerden, yıllara varan dava dosyalarından, "kendini" kurtaranın, soluğu açık denizlerde alması ve bunu yaparken kendi tarihine dahi gram saygı duymayıp giderken sosyal medyadan canlı yayın açacak kadar yaptığı işi meşru görenlerin kitlesellik kazanmış olması, ideolojik kırılmanın boyutunu göstermektedir. Bu çürüme hali kesinlikle meşru değildir.

Tasfiyeci dalganın kitlesel "meşruluk kazandırıldığı" zeminin biri; yönünü Avrupa'ya dönüp, mücadelenin olası risklerinden kaçarak, bireysel hayatını "garantilemek" ve bunun propagandasını yapacak düzeyde savrulmanın geldiği son noktadır.

İkincisi, ideolojik kırılma yaşayıp gitmeyi gururuna yediremeyip kalıp, kendinden memnun ve uzlaşı içinde kendini yaşatmayı meşrulaştırmaktadır. Gidenler kadar tahribat yaratan bu kalışlar da mücadele edenin enerjisini tüketmektedir.

Kendini tartıştırmamak, sınırlı devrimcilikle yetinmek, tatminkar devrimcilik, pratiğini yeterli görme, memurvari tarzda kolektif yaşamla ilişkilenme, yerleşikliğin düzen kurması, konfor alanlarının dışına çıkmama, kendi sesini dinleyip dışındakilere duyarsızlaşma, mücadele olanaklarını kendine kullanma, kolektife, topluma, sınıfa karşı sorumluluktan kaçma halleri; yeni türeyen alışkanlıklar, hobiler, devrimcilik dışındaki her şeye "duyarlı olma" halleri, sürekli dinlenme, kendini dinleme halleri, sınırı olmayan sınırsız kafa tatilleri, yıllar sonra bir anda türeyen ana baba sevdası, kolektif aklın öne çıkması yerine kişilerin öne çıkmasının meşru görülmesi, hesap verme sorumluluğunun duyulmaması...

Bu yaklaşımlara karşı duranların sesinin cılız kalması, kırılanın kopmaması adına uzlaşmak, eleştirmemek, devrimci ortamlarda kendilerini yaşatmalarına izin vermek olmuyor mu? Bu yaklaşımın tasfiyeciliğe katkısı yok mudur?

Üçüncüsü, dün her şeyi göze alıp mücadele edenlerin, bugün en küçük ağrısını bile dinliyor oluşu, artan aşırı hastalanma halleri ya da bunların arkasına sığınarak kendini yaşatma halleridir. Dün baş edilebilen hastalıklar neden bugün gündemimizdir. Neden hastalığın bizi örgütlemesine izin vermekteyiz. Bu da kendini yaşatmanın bir başka biçimi değil midir? Aşırı kendini dinleme halleri, kitlesel bir şekilde rehabiliteye ihtiyaç duymak, uzun kafa tatillerine çıkmak normal midir?

Hüseyin Demircioğlu yoldaşın "gözaltından getirdikleriyle birlikte" ölüm orucu sürecinde tüm rahatsızlıklarına rağmen yoldaşların eğitim çalışmaları için kendini ortaya koyuşuyla bu pratikleri bir arada düşünemiyorum. Erkut yoldaşın, hastane ve kitle çalışması arasında geçen son anlarını düşünüyorum. Kutsiye yoldaşın her anını örgütlü geçirişi ve kolektifi düşünüşünü, Koray ve Şenol yoldaşları ve daha onlarcasını düşününce bu kendini yaşama ve yaşatma pratiklerinin hiçbir meşruluğu olmadığı açık değil mi?

Göz bebeğimiz gibi korumamız gereken illegal parti fikriyatının, sosyal medya mecralarında, "aşırı özgürlükçülük" adı altında teşhir edilmesine izin veremeyiz. Partiyi teşhire dönüşen yaklaşımlar, düşmana karşı partiyi zırhsız bırakmaya hizmet eder, meşru değildir. Bu yaklaşıma göz yummak da bilerek veya bilmeyerek tasfiyeciliğe hizmet eder.

Ezilen emekçi kitleler arasında; kapitalizmin geldiği düzey yoksullaşma krizinin etkisiyle kitleleri bireyselleşmeye, bencilleşmeye itmiştir. Bu durum, faşist diktatörün "kutsal aile" fikriyatını da eleştirip parçalayan pratikler açığa çıkartmıştır. Aile kavramından uzaklaşılan bireysel yaşamların öne çıktığı günümüz koşullarında, devrimci saflarda terse doğru bir yönelim baş göstermektedir.

Devrimci yaşamı boyunca onlarca farklı görev ve sorumlulukla, tüm aile ve çevresinden uzakta, yaşamla ölüm arasında mücadele etmiş, zor koşullarda devrimciliği büyütmüş yoldaşların ya da fiili meşru mücadele hattında, devrimci mücadelenin gereklilikleri nedeniyle hayatın hiçbir dönemi aile ilişkileri gündemi olmayan yoldaşların bu dönemde aileye aşırı düşkünlükleri de anlaşılır değildir. Yıllarca bastırılan duyguların açığa çıkması gibi de yorumlanamaz. Dün hiç gündemi olmayan konuların bugün savunucusu olmak, duygularının kendini örgütlemesine izin vermek, kendini dinleme, kendini yaşatmaya izin vermek doğru değildir.

Devrimci mücadeleyle kurduğu ilişki ile geleneksel bağları ve bireysel istekleri arasında henüz karar verememiş ve bu ikili gidiş gelişlerin, netleşememenin yarattığı iç gerilim, isteksizlik, mutsuzluk, kendini devrimci ortamlardan yalıtma halleri, bu biçimiyle mücadeleye daha çok zarar vermektedir. Bu hal, insanlara karşı tahammülsüz ve gerilmiş yay zırhını giyip, kimsenin söz söylemesine izin vermeyen, kimsenin dokunmasına yanaşmayan tavırlar mücadeleye en çok zarar veren pratiklerdir.

Yaşamın sürdüğü tüm mücadele alanlarında, cephelerinde hangi zorlu koşullarda olursak olalım, kendini yaşamak ve yaşatmak için dayatmak meşru değildir. Bu tarz yaklaşımların zemininin oluşmasıyla uzlaşmak da meşru değildir.

Devrimci mücadelede ısrar etmektir meşruluk. Tüm zorluklara rağmen her türlü bedeli göze alarak devrimci kalmada ısrar etmek meşrudur. Korku, kaygı, umutsuzluk cenderesinde, ezilenlerin adaletinden, onun meşruluğundan, ona olan inancından yüz çevirmemiş olan devrimciler ve halklarımızdır meşru olan. Devrimci mücadeleye inanmış halklarımızın beklentileri ve hayalleridir meşru olan. Kimilerinin yüz çevirdiği, devrimci mücadelenin zorlu koşullarında, tüm cephelerde umudu ve inancı büyüten yoldaşlarımız ve onların göze aldığı bedellerle birlikte yüksüz devrimcilik yapanlardır meşru olan. Devrimci iddiadan ve öncülük misyonundan vazgeçmeyen iradedir meşru olan. Ezilen emekçi kitleleri, çevre çeper ilişkilerimizi, yoldaşlarımızı bu zeminde örgütlenmeye davet etmektir meşru olan.