25 Kasım 2024 Pazartesi

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: İnsan ve isyan

Bir gelecek tasarımına sahip olup da mücadele etmek isteyen herkes, muhalif bir dil kurmak ve pratik üretmek zorundadır. Bunun için eleştirel bilinç ve bilgiye sahip olunmalıdır. Bütün bunların bir ret tavrıyla birleştirilmesi devrimci tutumu oluşturur. Ret, mevcut egemenlik ilişkilerini, mülkiyet tarzını ve bunun içinde barındırdığı eşitsizlik ilişkilerini kabul etmemek demektir. Ve ret, ancak bir kopuşa yol açıyorsa anlamlıdır. Kopuş ise; ideolojik, politik, etik, estetik, kültürel ve toplumsal tüm düzeylerde, gerçekleştirilmelidir. Bu aynı zamanda gündelik yaşam pratikleri içinde bir mücadele demektir.

Aralık göğünün altında her şey değişip akmada. Havada yağmur kokusu. Renkler birbirine karışmış sanki. Kızılın gölgesi maviye düşmüş. Çırpınıp duruyor mavi, çırpınıp duruyor gün. İçimde uzak bir mevsim özlemi. Rüzgar çıktı, ortalık fırtına dolu. Denizin uğultusu karaya vuruyor durmaksızın. "Deniz yağmur istiyor" diyor annem. Nasılsa bu göğün sonu yağmurdur. Olduğu gibi yere inmese de üstümüze başımıza sözcükler gibi dökülecektir birazdan yağmur. Dünyayı yeniden kuruyorum, içimde lodoslar eserken. Dünyayı yeniden kurmak için sokaklara, varoşlara, dağlara yürümeli insan. Var olmak için düşünmek yetmez, eyleme geçmeli ve yapmalı. İnsan olma yükümlülüğünü yerine getirmeli diyorum usulca... İnsan olmak büyük iştir, bütün bir yaşam bile bu işe yetmeyecektir diyen Brecht'i anımsıyorum, gözlerim telaşla düşen damlalara takılı...

Gökyüzünün rengi değişmeye durmuş. Değişmeye duran doğa mı? İnsan olmanın anlamı mı yoksa? İnsanların bu düzene gönüllü kulluklarının, rıza ve onaylarının temelinde, özgür iradeleriyle davranıyor olduklarına inanmaları yatmıyor mu acaba? Öncesiz ve sonrasız gibi uzanan maviliğe takılıyor gözlerim. Yanılgılarımız, yanlışlarımız üstüne sorularım ve ben öylece duruyorum dalgaların önünde. Bölüşülmeye hazır bir yaşam düşüyle...

Kuşkusuz bilgilendirme pratikleri iktidar içeriklidir. Kanımca yanlışın nedeni insan doğasından değil aklın bilgi yetersizliğinden kaynaklanır. İnsanlar seçimlerini yaparken iradi davranırlar. İrade akla dayanır. İnsanların sisteme dönük rızaları akli bir seçimdir. Ancak bu akıl da toplumsallıkla sınırlıdır. Doğanın ve toplumun dinamiklerinin ürünüdür. Bu nedenle akıl yürütme süreci de toplumsallıktan ayrı düşünülemez. Kapitalist üretim ilişkilerinde geçerli olan ve bize dayatılan sermayenin aklıdır. Yanlışı seçmek sonuçta bir ikna edilme pratiğine bağlıdır. Kapitalist düzende haklı kılma ve makulleştirme sermayenin aklına göre yapılır. İşte bu noktada ideoloji gündeme gelir. Onların aklı ile bizim aklımız arasındaki kavga ideoloji planında yürütülür.

Bizim kavgamız kitlelerin kendi gerçek varoluş koşullarının bilgisine ulaşması kavgasıdır. Sermayenin kavgası ise kitlelerin anlama yetilerinin köreltilmesi amacını gütmektedir. Bu yüzden sınıf mücadelesinin ideoloji veçhesi öne çıkmış görünmektedir. Bilginin kullanımı ve bilgiye sahip olma insanların yaşamı anlamlandırma tarzlarına müdahale açısından belirleyicidir. İktidar kurumsallıklarının ve söylem rejimlerinin bilgisel içeriklerine karşı mücadele edebilmek için gerçeğin bilgisini kavramsallaştırmak gerekir. Bütünlüklü bir temsil, böylece mümkün olur. Sorunun bir bilinçlenme ve bilinçlendirme sorunu olduğu akılda tutulduğunda ideolojik mücadelenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Genel toplumsal rızanın üretilmesinde ideolojinin rolünün iyi kavranması gerekir bu durumda. Çünkü iktidarın hegemonyasını meşrulaştıran ve yeniden üreten mekanizmaları, ideolojiyi temel almadan anlamlandıramayız. Üstelik hepimiz kendimizi bu verili ideolojik koşullarda üretiriz.

İdeolojik mücadele bilgiyle yapılır. Bu yüzden devrimin bilgisi ile donanmak, iktidarı talep etmektir. Direnmek, mücadele etmek, başkaldırmak, pratikte direniş biçimleri üretebilmek için bilgi şarttır. Ancak isyanı olmayan bilginin, iktidar istemeyen isyanın pratik bir anlamı yoktur. Günümüzde bilgi ile sermaye iç içe geçmiştir. Bilgi tekelini elinde bulunduranlar, bilgiyi egemenlik ilişkilerini güçlendirmek amacıyla kullanırlar. Ancak egemenlik ilişkileri de bilgi tekelini pekiştirir. Sermayeye sahip olanların düşünsel üretimin araçlarına da sahip olduğu düşünüldüğünde, bilgi tekelinin egemenlerin elinde olması doğaldır. İşlevi eşitsizlik ve egemenliği yeniden üretmek ve meşrulaştırmak olan ideolojik/kültürel mekanizmaları bu bağlamda düşünmek gerekir.

Bir gelecek tasarımına sahip olup da mücadele etmek isteyen herkes, muhalif bir dil kurmak ve pratik üretmek zorundadır. Bunun için eleştirel bilinç ve bilgiye sahip olunmalıdır. Ancak ahlak ve inançla beslenmeyen bilinç eksiklidir. Bütün bunların bir ret tavrıyla birleştirilmesi devrimci tutumu oluşturur. Ret, mevcut egemenlik ilişkilerini, mülkiyet tarzını ve bunun içinde barındırdığı eşitsizlik ilişkilerini kabul etmemek demektir. Ve ret, ancak bir kopuşa yol açıyorsa anlamlıdır. Kopuş ise; ideolojik, politik, etik, estetik, kültürel ve toplumsal tüm düzeylerde, gerçekleştirilmelidir. Bu aynı zamanda gündelik yaşam pratikleri içinde bir mücadele demektir.

Kısaca mücadele, hayatın her alanında ve her düzeyde var olmalıdır. Tek tek tüm toplumsal pratikleri kapsamalıdır. Toplumsal mücadelenin her alandaki özgünlükleri göz önüne alınmalıdır. Bütün toplumsal alan ve düzeylerin dönüştürülmesi yolunda mücadele ederken tutulacak yol; tekil karşı çıkışları kolektif karşı çıkışla, özgül alanlardaki mücadeleyi politik iktidar mücadelesiyle birleştirmekten geçmektedir. Sorunları saptamak ancak yeni bir pratik üretince anlam kazanır. Kopuş, mevcut ilişkilerin reddi temelinde alternatif değil, karşı ortamın dili ve pratiğini bugünden oluşturmaya başlamak demektir. Ancak tekeller kapitalizminin örgütlü saldırganlığına, örgütlü direnişle karşılık verilmezse bireysel bir dil ya da yaşama biçimi oluşturmanın bir anlamı olmaz. Her tekil direniş hoş bir seda olarak kalmaya mahkumdur.

Dalgalar inatla dövüyor kıyıyı, ben yaşamın kıyısında suların türküsünü dinliyorum. Devrimci mücadele; Marks'ın dediği gibi; "İnkar gücüne sahip, açık, cüretli ve özgür kafaları" gerektirir. Günümüzde yitip giden özelliklerdir bunlar. Düzenin "ideolojilerin sonunu" ilan ederek insanların üstüne boca ettiği, tekeller kapitalizminin ideolojisinden başka bir şey değildir çünkü. Bu ideoloji, günlük hayatın içinde; paylaşmaya karşı köşe dönmeyi, toplumculuğa karşı bireyciliği, başkaldırıya karşı uzlaşmacılığı öne çıkarıyor. İstenen isyanı köreltmek, bilinçleri bölmek, inatları kırmak, kolayı tercih edilir kılmaktır. Kolaycılık ise her zaman soysuzlaşmadır. İnsanı cahil ve soysuz yapmak tekeller düzeninin genel eğilimidir. Belirsizlik, edilgenlik, korku ve akla güvensizlik günümüzün temel insanlık halidir.

Başta devrim kavramı olmak üzere; isyan, aşk, sevgi dahil pek çok kavramın içeriğinin boşaltıldığı zamanlardayız. Kapitalizm dokunulmazlığı olan mutlak ve değişmez bir gerçeklik olarak kabul edildiğinden beri durum giderek daha da vahimleşiyor. İsyanı ve devrimi çağrıştıran kavramların tümü ehlileştirilip, evcilleştiriliyor. Kavramların gasp edilmesi, sansürlenmesi ve anlamlarının transfer edilmesi, dilin de tasfiye edilmesi anlamına geliyor. Dille birlikte düşünce de aynı akıbeti paylaşıyor. Başkalaşım burada da sürüyor. Öyle ki sessizlik ve suskunluk bile bireysel bir direnme biçimi olarak gösterilmeye çalışılıyor. Oysa sessizlik yalnızca işkence altında bir direnme biçimi sayılır. Konuşmamanın tasvip gördüğü koşullarda suskunluğun nasıl bir direnme tarzı olabileceğini varın siz düşünün. Olguların ve kavramların anlam değiştirmesi hali bu tür gülünçlüklere bile yol açıyor işte.

Vakte akşam düşüyor, mavi kızıla kesiyor. Suyun yüreği çarpıyor öylece. Çırpınışlarını duyuyorum günün. İnsanın olmalı bu aydınlık sevinçler bütün, diye geçiriyorum aklımdan. Yeryüzünün bütün sevinçleri insanın... İsyanın güzelliği düşüyor sanki suya. Başkaldırının köreltilmesi ve insanın şeyleşmesi birlikte düşünüldüğünde isyan etmek, insanlaşmak anlamına geliyor. İnsana boyun eğdirmek onu sürüleştirmektir. Sürüleştirme; insanı tek tipleştirmek, standartlaştırmak ve tüm özgünlüklerini yok etmektir. Bu başkalaşımdır. Böylece insanı tarihinden, kimliğinden, zamansal ve mekansal ilişkilerinden koparmanın teorisi yapılırken, insanın yalıtılıp şeyleştirilmesi mümkün hale gelmektedir.

Tekeller düzeninde, kişiliğin yitirilmesi, benlik bilincinin sistemli ve sürekli tahribi gündelik hayatın bir parçası olmuştur. Bu koşullarda en kötüsü umut yokluğu halidir. Ortalama insan aklının medyanın etkisi altında olması bu umutsuzluğu daha da vahimleştiriyor. Medya aracılığıyla karşıt düşünceler etkisizleştiriliyor. Bu yolla genel olarak insanlığın kültürü kazınırken kimliği yok ediliyor. Daha az önemli ve yeteneksizler öne çıkarken, yetenek toplumdan kovuluyor. Çünkü sorgulayan akıldan, karşı çıkandan korkuluyor. Tıpkı kavramlar ve sözcükler gibi liyakat ve insanlık da tasfiye ediliyor.

Körlüğü, sağırlığı ve dilsizliği seçenler, denizde güneş, ayazda çiçek, yağmurda kızıllık, çiğde pırıltı olabilmenin tadından uzaktırlar. İçimde insana ait sevinçler, maviyi ardımda bırakıp dönüyorum yazımın başına. İnsanlaşmak için düzenin aklını reddetmek ve sistemden kopmak gerektiğini aklımda tutarak. Bu ise iradi bir seçimdir. Engels iradeyi; "Konuyu bilerek ve isteyerek karar verme gücünden başka bir şey değildir" biçiminde tanımlıyor. Devrimci, topluma müdahale etmek isteyen insansa eyleminin daima irade içermesi gerekiyor. Bu ise umutlu öfkeli ve ahlaklı olmak demektir. İsyana ve insana ancak böyle yürünüyor. Tekeller döneminde insan olmanın başka yolu bulunmuyor.