Soner Çiçek yazdı | Pirsûs'un güncel çağrısı
Yangınların koynunda, deprem enkazlarında terk edilen halklarımız için hesap sormak...
Yani bugün, odağında Pirsûs'un durduğu, Kürde, Alevi'ye, sosyalistlere dönük, sayısız ve dolaysız politik katliamın, iş ve kadın cinayetlerinin sorumlularından hesap sormak…
Katliamın 9. yılında Suruç'un güncel çağrısı budur.
Pirsûs (Suruç) katliamının üzerinden 9 yıl geçti. Çetin kışlar da geçti aradan, fakat yüreklerimizdeki 33 pare kor soğumak bilmedi. 9 yılın ardından öfkemiz de…
Şimdi 33 düş yolcusunu anıyoruz. Anmak, elbette hatırlamaktır bir başka anlatımla. Bu satırları okuyanların önemli bir kısmı Suruç ölümsüzlerimizden en az birini tanıma fırsatı bulmuştur. Peki hatırladıklarımız nedir onlara dair?
Gülüşleri… Şüphesiz!
Başka?
Cebo'nun sadeliği, militanlığı, yoldaşlık sevgisi, Çağdaş'ın doğa sevgisi, Alican'ın öğrenmeye merakı, Aydan Ezgi'nin mutlu devrimciliği, Cemil yoldaşın fedakarlığı, Emrullah'ın nezaketi, Ece'nin merhameti, Serhad'ın bütün haksızlıklara karşı kabaran anarşist ruhu, Süleyman'ın yardımseverliği, Keke'nin (Yunus Emre Şen) esprili kişiliği...
Her birinin öne çıkan, ayrı ayrı karakteristik özellikleri sıralansa külliyat oluşturur. Fakat bir de 33'leri aynı potada birleştiren, kol kola bedel kapılarını açtıran düşleri vardı. Bir devrimdi koştukları, dokunmak istedikleri. Özgür topraklardı havasını solumak istedikleri ve halklara "işte burada tertemiz bir hava var, gelin, soluyun, solutun" demek için yola çıktılar. Kampanyayı örgütleyen sosyalist gençlikti. Onun çağrısıyla Amara'da buluştu yüzlerce kişi. Ve tartışmasız Pirsûs katliamı, sosyalist gençliği hedef almıştı. Amara'da olanların ve ölümsüz 33'lerin bir kısmı fizyolojik olarak genç sayılmazlardı gerçi. Cemil ya da İsmet yoldaşlar “yaşını başını almış” delikanlılardı! Genç olan düşleriydi onların da... İşte bu yüzden onları anmak ve dolayısıyla hatırlamak, her şeyden önce onların düşlerini hatırlamaktır, o düşler için yola düşmektir.
Bu düş yolculuğunu sürdürmek, Pirsûs ölümsüzlerimize boyun borcumuz. Ama hangi yoldan, hangi perspektifle?
Hayat daima güncellik talep eder.
Gezi'den Kobanê'ye halklarımızın özgürlük taleplerini ağır cezalarla bastıran, gerçekten de söz konusu devrimci-sosyalist ve yurtseverler olunca ceza mekanizmasını tam kapasite çalıştıran, fakat elini kolunu sallayarak kitle alanlarını kana bulayan katilleri yönlendiren katliam talimatçılarını, onca somut delile rağmen koruyan, yani adeta oyun hamuruna çevrilen ve adına "hukuk" denen mekanizma karşısında hesap sormak...
Uğur'un, Ceylan'ın, Berkin'in susturulan çocuk gülüşleri, Madımak'a gömülen ozanların ezgileri, şiirleri yeniden sokaklarda yankılansın, "adalet" haykırışlarına kör sağır kalınan Emine annenin, Roboskî'den Cumartesi'ye anaların acısı ve özlemi dinsin diye hesap sormak…
Yangınların koynunda, deprem enkazlarında terk edilen halklarımız için hesap sormak...
Yani bugün, odağında Pirsûs'un durduğu, Kürde, Alevi'ye, sosyalistlere dönük, sayısız ve dolaysız politik katliamın, iş ve kadın cinayetlerinin sorumlularından hesap sormak…
Katliamın 9. yılında Suruç'un güncel çağrısı budur.
"Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm" demişti şair. Alçak pusularla canımızdan can koparılırken, sarayların adaleti, kirli sarıya boyanmış duvarların kuşattığı mahkeme salonlarında özgürlüğe hüküm, katillere ve katliamlara yol verirken, baki olan öfkemizi kuşanarak hesap sorma kararlılığımızı göz bebeğimiz gibi korumak dışında bir seçenek de artık yoktur.
Unutmayalım; ölü yıldızlar bizi bekler.