Sinan Cûdî: Eksiklikler aşıldığında Rojava'da demokratik bir seçim olacak
Rojava'daki seçim süreci, sömürgeci Türk devletinin saldırıları, Suriye rejiminin seçimlere ilişkin tavrına dair değerlendirmelerde bulunan gazeteci Sinan Cûdî, Rojava belediye seçimlerinin hazırlıklar tamamlanamadığı için Ağustos ayına ertelendiğini söyledi. Sömürgeci Türk devletinin Rojava ve Bakurê Kürdistan halklarının iradesini yok saydığına dikkat çeken Cûdî, halkın iradesini yok sayan saldırılar karşısında devrimci dayanışmayı yükseltme çağrısı yaptı.
Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye'de toplumsal inşayı geliştirmek için 2024 yılının başlarında 2. Toplumsal Sözleşme deklare edildi. İlki 2014 yılında ilan edilen Toplumsal Sözleşme birçok yönüyle güncellendi. Toplumsal Sözleşme ile özellikle yerel yönetimler ve belediyeler bağlamında birçok yeni kanun çıkartıldı. Bu kanunlarla yerel yönetimler tamamen özerk bir yapıya kavuşturuldu.
Ağustos ayına ertelenen Rojava seçimlerinin önemini değerlendiren Cûdî, Van ve Hakkari'de gasp edilmek istenen halk iradesinin, DEDAŞ'ın elektrik direklerine bakım yapmaması nedeniyle Diyarbakır-Mardin arasında yerleşim alanında çıkan yangında 15 insanın yaşamını yitirmesinin sömürgeci devletin Kürdistan politikasıyla ilişkili olduğuna dikkat çekti.
Gazetecilik çalışmalarını Rojava'da sürdüren Sinan Cûdî, Özgür TV'de yayımlanan Özgür Rojava programında değerlendirmelerde bulundu.
Sinan Cûdî'nin, Dîcle Awaz'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetiminin yenilediği Toplumsal Sözleşmede neler değişti, yeni eklenen maddeler var mı?
Bu ikinci Toplumsal Sözleşme oluyor. Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim sistemi yavaş yavaş gelişti. Bölgeler eklendikçe yönetim sisteminde de bazı değişiklikler yaşandı. 2012 yılında ilk başta daha spontane, doğal bir örgütlülüktü. 2014'ten itibaren de bir yönetim sistemi olarak adlandırılarak gelişti.
Şu ana kadar dört sistem denendi. Yeni Toplumsal Sözleşmeyi dört sistemin en uygulanabilir halinin yansıması olarak görüyoruz. Örneğin ilkeler bütünü ya da Toplumsal Sözleşme'nin giriş bölümü, yani bu topraklarda yaşayan halkların ortak mücadele ve yaşam biçimini garantileyen paradigma, düşünsel ve ideolojik çerçevede bir değişiklik yok. Yine toplumsal yaşam, kadın, gençlik, inanç grupları, yaş statüleri bütün bunların hepsinin aslında haklarının garantilendiği bir giriş bölümü, ilkeler bölümü vardı. Bu ilkeler bölümünde çok ciddi bir değişiklik yok. Uluslararası insan hakları kanunlarına, beyannamelere uygunluk üzerinden bir genel tespit ve ardından da tüm hakların garantiye alındığının belirtildiği bir bölüm var. Onun dışında da ilerleyen bölümlerde idari sistem geçişi yapılıyor.
KUZEY VE DOĞU SURİYE HALKLAR MECLİSİ KURULDU
2014'te sadece Cizîr, Kobanê ve Efrîn kantonlarını kapsayan bir sistem ve o sistemin nasıl yürütüleceğine ilişkin belirlemeler vardı. 2018'de yeniden ele alındı, tam sözleşme değişikliği değil ama kanunlarla desteklenerek, yeni katılan bölgelerden temsilcilerin olduğu bir yönetim sistemine geçildi. Toplumsal Sözleşme ile son hali verildi. 7 kanton şeklinde ortaya çıkan Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'nin idari yapılanması adlandırıldı. Temel birim olan komün bu yeni sözleşmede daha da açımlandı. Meclislerin anlam, tanım, kapsam konuları daha da netliğe kavuştu. Mesela daha önce komün ile şehir meclisi ya da kent, kasaba meclisi arasında Komüngeh adı verilen birçok komünün ortaklaştığı bir sistem vardı. O yeni sözleşmede kalktı. Kanton ve kent arasında mıntıka denilen bir bölüm vardı, o kalktı. Şu anda köy, belde ya da şehir komünleri var. İçerisinde meclisler bölümlendi.
En üstte -bunu hiyerarşik bir yapılanma açısından belirtmiyorum- Kuzey ve Doğu Suriye Halklar Meclisi var. Önceki sistemde, yasama, yürütme, yargı gibi klasik bir ayrıştırma vardı. Bu yeni modelde bu ayrım yerine Halklar Meclisi var. Bunun içinden çıkan bir Yürütme Komitesi var. Denetim Halklar Meclisi tarafından yapılıyor. Buranın üyelerinin yüzde 60'ı halk seçimleriyle belirleniyor, yüzde 40'ı o bölgede yaşayan kendisini örgütlemiş demokratik örgütleri içerisinde yapılacak seçimlerle - uzman, teknokrat da diyebileceğimiz doktor, mühendis, öğretmen, avukat vb.- belirlenecek. Kadın temsili tüm aşamalar için yüzde 50 olacak. Bölgede bulunan halklar ve azınlıkların kotası olarak değerlendirebilecek bir temsil düzeyi de var.
Halk Meclislerinin dışında yeni toplumsal sözleşmede boyut meclisleri şeklinde özetlenebilecek bir yapılanma da var. Klasik devlet yönetim sistemlerinde bakanlık tarzında örgütlenen toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik örgütlenmeler var. Diyelim ki Ekonomi Bakanlığı var, ama burada Ekonomi Meclisi var. Sadece ekonomi ile ilgilenen kurumların temsilinin bulunduğu bir meclis değil. Ekonomi alanı ile ilgili olan tüm toplumsal kesimlerin içinde yer aldığı bir meclis. Aynı şey bütün boyutlar açısından da geçerli. Eğitim Meclisi içerisinde sadece Eğitim Bakanlığı ya da eğitim kurumlarında olan kişiler yer almıyor ya da işte bunun idari kısmı ile ilgili olanlar değil. Sonuç itibariyle eğitim toplumun işidir. Orada ilgili olan herkesin içinde yer aldığı bir sistem olacak.
HALKIN KARAR ALMA SÜRECİNE DAHİLİYETİ ARTIRILDI
Eğitim Bakanlığı devam ediyor mu yoksa meclis haline mi dönüşüyor?
Hayır, onlar var. Ekonomi, kültür, eğitim, savunma bakanlıkları var. Ama karar alma mekanizmalarında değişikliğe gidildi. Daha geniş katılımlı bir mecliste kararlar alınarak bunlar Halklar Meclisine öneri olarak sunulacak. Halk sadece yerelde, tabanda kendini örgütlemeye değil, en geniş anlamıyla kantonlar düzeyindeki kararların alım sürecine katmış olacak.
Bunun dışında yeni kurumlaşmalara gidildi. Yüksek Seçim Komiserliği, bir sistem olarak kendini örgütledi. Anayasa Mahkemesi kabilinde Toplumsal Sözleşmeyi Koruma Mahkemesi oluşumuna gidildi. Adalet sistemi daha kapsamlı tarif edildi. Toplumsal sözleşme içerisinde bölümleri tespit edildi. Bir de özellikle savunma, adalet gibi hizmet konularında seçilen kişilerin halk meclisinin onayına tabi tutulması gibi bir durum söz konusu. Yani Adalet Meclisi; kendi içerisinde bir ildeki adalet divanına katılacak ya da orayı yürütecek hakim, savcı, yetkililer kim ise bunları seçme, atama hakkına sahip. Fakat bunlar Halk Meclisinden onay almak zorundadır. Halkın bölgede adaleti sağlayacak kişiye güvenini belirleme, onun gücünü arttırma bakımından da bir katkı diyebiliriz.
Hizmet kurumlarının temsilcileri daha önce atama yoluyla Halk Meclisleri tarafından belirleniyordu. Yeni Toplumsal Sözleşme ile belediyeler seçimlerini gerçekleştirecek. Halklar Meclisinin Yürütme Komitesinin direkt üyesi olacaklar. Bu değişiklik, Demokratik Belediye ve Belediyeler Birliği Kanunu ile garantilendi. Belediyeler Birliği sistemine kavuştu. Daha önce yöntem olarak Belediyeler Bakanlığı vardı. O kalktı, birlik örgütlenmesine gitti. Daha çok iş ve koordinasyonu rolü oynayacak.
NÜFUS SAYIMI YAPILAMADIĞI İÇİN SEÇİMLER ERTELENDİ
Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim Sistemi yerel yönetim seçim hazırlıkları kapsamında ittifaklar, aday belirme süreçleri nasıl ele alındı?
Seçim, Toplumsal Sözleşmenin ardından netleştirilen bir husus değildi. Şimdi şöyle bir şey var: Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye'de belediyeler parça parça seçimle alınmıştı. Ama 2018'de özellikle Genel Halklar Meclisi seçimi yapıldığında Türk devletinin bir müdahalesi olmuş ve yarıda bırakılmıştı. O süreçten sonra savaş koşulları nedeniyle seçim yapacak ortam oluşmadı. Bunun yerine bölgelerin ihtiyaçları doğrultusunda bölge sakinleri ile ilgili kurumlara seçimler yoluyla kişiler yerleştirildi. Özellikle Belediyeler ve Belediyeler Birliği Kanunu tartışmaları içerisinde seçimin daha faydalı olacağı tartışması oldu. Toplumsal Sözleşme tartışmalarına proje olarak sunuldu bu. Bazı yetmezlikler var burada. Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye muazzam bir nüfus değişikliğine tanık oluyor. Geçtiğimiz sene genel nüfus sayımı yapılmaya çalışıldı. Belli boyutlarıyla sonuç alındı. Fakat kalıcılaştırılamadı. Sürekli göç alan bir bölge olduğu ve idari sistemini tam olarak kuramadığı için maalesef bu akış bir türlü durdurulamıyor. Seçim ilan edildikten sonra 'haydi bu pratik çalışmalara başlayalım' denildi. Şimdi bölgedeki seçmen sayısı kaçtır? Mesela bunu tespitte sorun yaşandı. Bunun için geçmiş sayım tekrar gözden geçirildi, yetersiz olduğu görüldü. Çünkü o zamandan bugüne bir değişim var. Oturum izni alanlar, geçici kalanlar, gidecek olanlar, yani kendi içerisindeki bu karmaşayı halletmeden seçime gitmek doğru temsili yakalama açısından sıkıntı yaratabilecekti. İki kere ertelemenin nedenlerinden biri bu sorundur.
EKSİKLİKLER AŞILDIĞINDA DEMOKRATİK BİR SEÇİM OLACAKTIR
İkincisi; halkın yerel hizmet kurumlarını seçme konusundaki irade beyanının en güçlü olduğu süreci yaşadık. Aday belirleme için her kurum çalışma yürüttü, ardından ön seçimler yapıldı. Bazı partiler, kurumlar bir araya gelerek ittifaklar oluşturdu. Küçük çaplı örgütlenmelerdi sonra gittikçe genişledi. Kotalar var. Seçim kanunu o zamana kadar tam belli değildi. O da biraz geç çıktı. Çok sıkıştırılmış bir zaman da oluyor. Örneğin; 12 Aralık'ta Toplumsal Sözleşme çıkıyor. Yeni bir kurumlaşmaya gidiyor. Yüksek Seçim Kurulu oluşturulacak, bunun için de merkezi kuruluyor. Sonra bölgelerdeki örgütlenmesi var, bu da birkaç ay aldı. Bunun ardından seçim kanunu çıkarıldı. Seçim kanunu çıkmasıyla kimler aday olabilir, nasıl olabilir bu netleşti. Normalde iki seneyi alması gereken bir süreci yaklaşık beş ay içerisinde tamamlama zorunluluğu oluştu.
Dışarıdan yapılan "zaten seçilecekler bellidir" propagandası gerçeği yansıtmıyor. Hakim siyasi görüşün 'bizim adayımız budur' dediği yerlerde önerdikleri aday ön seçimlerde çıkmadı. Farklı adaylar belirlemek zorunda kaldılar. Bu demokrasinin gücünü gösteriyor. İttifaklar politikasıyla 20'nin üzerinde güç bir araya gelip tek liste şeklinde aday gösteriyor. Bir de bölge bölge de değişti bu. Mesela Firat Kantonu'ndaki ittifaklar ayrıydı. Reqa bölgesinde bunlar belki çok fazla rol oynamadı. Cizîr'de bunlar çok daha fazla işe yaradı. Çünkü parti, kurum sayısının fazla olduğu bir yer. Bu teknik eksiklikler tamamlanır ve seçimler yapılırsa şu an en demokratik ülke benim diyen yerlerden bile daha sıcak geçecek bir seçim sürecinin önümüzde olduğunu söyleyebilirim.
ROJAVA'YA DÖNÜK ENGELLEMELER ULUSLARARASI POLİTİKADIR
Faşist saray rejiminin Rojava'daki seçimleri engelleme çabaları ve Kürt ulusunun iradesine yönelik sömürgeci politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yanlış hatırlamıyorsam Erdoğan 25 Haziran 2015 tarihinde, "Güneyimizde bedeli ne olursa olsun herhangi bir idari yapılanmanın oluşmasına izin vermeyeceğiz" açıklaması yaptı. Bütün saldırıları bu cümleye bağlamak gerekiyor. Bu bir irade, politika, strateji beyanıdır. O günden bugüne bu yaklaşımda değişen bir şey yok. Hala kendisini Güney Kürdistan'da hakim güç olarak görüyor, elini kolunu sallayarak işgal harekatlarında bulunabiliyorsa, 2018'de Efrîn'e, 2019'da Serêkanîyê'ye saldırarak bu fikrini gerçekleştirmek için çabaladıysa bu devam ediyor. Ama şunu görmek gerekiyor; Erdoğan "öyle oldu, olmadı, olacak" dediği zaman her şey ona göre olacak diye bir şey yok.
Erdoğan'ın bu yaklaşımının altında bir uluslararası politika olduğunu görmek gerekiyor. 2014-2015 sürecinde alınan 2254 sayılı Birleşmiş Milletler kararda, "En kısa sürede Suriye'de demokratik seçimler yapılacak, yeni bir geçici hükümet oluşturulacak. Bu yeni hükümet bir anayasa çalışması yürütecek. Bu anayasa çalışması süreci sonrasında tam demokratik bir seçimle yeni Suriye belirlenecek" deniliyordu. Birleşmiş Milletler, Cenevre ve Astana görüşmelerinin uluslararası aktörlerinin bu bölgede güvenilir, tarafsız, bağımsız, demokratik bir seçim gerçekleştirememesinin karşısında Rojava devriminin sahiplerinin seçim yapması onlar açısından başarısızlık anlamına gelecektir. O yüzden Rojava'da sistemi kalıcılaştıracak, ayaklarını yere sağlam basmasına neden olacak, uzun süreli bir sisteme kavuşturacak tüm adımlara yönelik böyle bir yaklaşım var.
Bu sadece seçimle alakalı değil. Örneğin; Suriye halkının yardıma ihtiyaç duyduğu zamanlarda tüm sınır kapıları kapatıldı. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye bölgesi açısından bu böyledir. Şu anda dünyanın neredeyse yarısından fazlasının ve uluslararası kurumların terörist ilan ettiği bölge ile Türkiye'nin sınır kapıları açık ve rahatlıkla geçiş yapılabiliyor. Birleşmiş Milletler yardımı buranın üzerinden getiriliyor. Ama sözde uluslararası DAİŞ karşıtı koalisyonun bir üyesi olan Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'nin bu insani yardımdan faydalanma imkanı yok. Böyle bir talebi de yok zaten. Ama kendi kendine yeter bir ekonomi haline gelebilmesi için bir fabrikanın hammadde, teknik donanım ya da teknoloji ihtiyacını karşılamak istiyor. Buna bile karşılar. Kendi eğitim sistemini kurmaya çalışıyor buna da karşılar. Kendi diplomasini yapmak istiyor, çıkışlar yasaklanıyor. KDP, Suriye muhaberatı. MİT engelliyor. Ben AKP, MHP faşist rejiminin sadece kendi iradesi ve inisiyatifiyle bunu yürüttüğünü ve devam ettirdiğini düşünmüyorum.
KÜRT HALKI KAZANIMLARINI BEDEL ÖDEYEREK ELDE ETTİ
Rojava'daki her adım mücadele ile atılıyor ve bedel ödeyerek kazanılıyorsa; seçimlere gidilirken de AKP-MHP rejiminin böyle bir refleks göstereceği bilinerek gidildi. Ama görmek gerekir, halk ben kendi yerel temsilcimi seçeceğim diyor. Bir ısrar, irade var. Sen istediğin kadar bunu uluslararası kabullere bağla, kabul et ya da etme. Zaten bu devrim de böyle oldu. Hangi güç devrime izin verir? Hangi ulus devlet gerçekten halklar lehine bir atılıma, devrime, inisiyatif ve iradeye onay verir. Bu hiçbir zaman olmayacak bir şey zaten.
SURİYE İLE GÖRÜŞMELER VARDI, DEVAM EDİYOR
Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ve Şam Hükümeti görüşüyor mu? Suriye rejiminin Rojava seçimlerine ilişkin resmi açıklama yapmamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Suriye'de görüşmeler neredeyse her alanda hep vardı, halen var. Bu konuda süreklilik ve istikrardan söz etmek mümkün. Özellikle sağlık, adalet gibi kurumlar ve yine buna benzer çalışmalarda bir ortaklık var. Zaten Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, toplumsal sözleşmede de belirttiği üzere kendini Suriye'nin bir parçası olarak görüyor. Suriye rejiminin yerel örgütleriyle, o bölgedeki Özerk Yönetimin yetkilileri arasında sürekli bir ilişki var.
Bir de siyasi çözüm odaklı ilişki, iletişim var. Yeraltı, yerüstü kaynaklarının kullanımı, ticaret, uluslararası geliş gidişler, yönetim temsili, eğitim, savunma gibi konularda dönem dönem bazılarının öne çıktığı bir tartışma var. Geçmişe nazaran, Esad rejiminde bu dönem biraz daha yumuşama var gibi görünüyor. Etkenlerden biri 7 Ekim ile başlayan Gazze çatışması, savaşı ve Suriye'ye yansımaları, İran'ın bölgedeki gücü ve Rusya'nın uzun süreli politikalarıdır. Suriye'nin ayakta kalabilmesi, biraz da Rojava devrimi ile gerçekleşmişti. Rojava devriminin kendi halkını korumaya yönelik askeri duruşu, DAİŞ karşısındaki muazzam direnişi ve zaferi Suriye rejimini ayakta tutan temel etkenlerdir.
ESAD ÖZERK YÖNETİMLE KARŞITLAŞMAK İSTEMİYOR
Üçüncüsü; Esad rejimi -bu dönem açısından- Kürtlerle özellikle Kürtlerin öncülüğünde Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ile zıtlaşmak gibi bir politika izlemiyor. Ben daha fazla buna bağlıyorum. Sızdırılan bazı bilgiler var: "Biz, Kuzey ve Doğu Suriye yönetimiyle, Kürtlerle ilişkiye girsek, çözüm için masaya otursak bir iki ay içerisinde bunu halledebiliriz." Gerçekten de öyledir. Yani çok ciddi bir çelişki yok bu konuda. Hem savunma boyutu, askeri gücün varlığı, İç Güvenlik Güçleri'nin varlığı, ekonominin denetlenmesi ya da takibi, hizmet birimlerinin oluşturulması. Bu konular zamana da yayılmaz. Bu anlamda bir yumuşama var. Seçimlere yönelik sessizliğin bir boyutu da budur. İkincisi, Suriye rejimi ile Rusya'nın 2016-2017'de hazırladığı anayasa taslağında, Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye bölgesi için tıpkı Rusya federasyonunda olduğu gibi özerk, otonom, kültür bölgesi şeklinde bir tanımlama var. Suriye'nin bazı kanunlarında da yerel yönetimlere sunulan bazı haklar var. Şu anki seçim, onların ileriye dönük çözüm politikalarıyla çelişmiyor. Bu iki nedenden ötürü bence rejim çok fazla sesini çıkarmadı ya da karşıtlık belirtmedi.
İstihbarat düzeyinde Türk devleti ile ilişkileri var. Bu anlamıyla Özerk Yönetim ya da Rojava Devrimi kazanımlarını geriye döndürme çabası var, geçmişteki tüm konuşmalarında bunu defaatle dillendirdiler. Eğer 2011 öncesi sürece evet derseniz bugünden biz çözüme otururuz dediler, ki çok gerçeküstü bir yaklaşım, abesle iştigal bir durumdu. Şu andaki durum biraz da denge siyaseti. Diğer alanlarda, cephelerdeki sıkışmışlığını buradaki sessizliği üzerinden kamufle ediyor.
TARIM POLİTİKASINI ÖZERK YÖNETİM, BİRLİKLER, ÇİFTÇİLER ORTAK BELİRLİYOR
Özerk Yönetim buğday alım fiyatlarını açıkladı. Buğday üreticisinin buna yönelik tepkileri oldu. Bu durumu nasıl ele almak gerekir?
Bu bir ilk değil. Toplumun yönetim mekanizmaları içerisindeki yeri, iradesi, temsili ile bir bağlantısı var şüphesiz. Bu fiyat belirlenirken süreç dışarıya tam aktarılmadı. Yılda iki kere fiyat belirlemeye gidiliyor. Bir ekim süreci başında, ekilecek toprakların belirlenmesi, bu topraklarda ekilecek ürünlerin niteliği, miktarı ve bu ekimden kaynaklanacak ihtiyaçların tespiti konusunda bir çalışma yürütülüyor. Bu yaz sonlarında başlıyor. Buna Sulama ve Ziraat Bakanlığı, Özerk yönetimin Kuzey Suriye Stratejik Araştırma Merkezi, Yürütme ve Yasama Meclisi üyeleri katılıyor. Bir de Reqa, Minbic, Dêrazor, Tebqa bölgelerinde Demokratik Sivil Toplum Örgütleri Koordinasyonu var. Cizîr, Firat, Şehba bölgelerinde Demokratik Toplum Hareketi var. Bu en üst çatı örgütü. Tüccarlar Birliği, Çiftçiler Birliği, hayvancılıkla ilgili birlikler, sendikal hareketler var. Bunlar da kendi iç tartışmalarını, çalışmalarını yürütüyor ve birlikte masaya oturup bu süreci yönetiyorlar. Ama çelişki noktası, geçen sene belirlenen buğday birim fiyatı farkıydı.
ALIM FİYATI DÜNYA STANDARTLARININ ÜZERİNDE
Mesela geçen sene dünyada rekor düzeydeki bir fiyatla 43 sent üzerinden bir kilo buğday alımı yapıldı. Ondan önceki üç senenin çiftçi üzerindeki olumsuz etkisini giderebilmek için Özerk Yönetim, tüm kaynaklarını biriktirerek sevk ederek 43 sent olarak belirlendi. İki sene boyunca ekim yapıldı ve borçlu kaldı çiftçi. Bu bölgedeki temel geçim kaynağı tarım olduğu için bunu elde edebilmek, kazanabilmek adına bir teşvik primi olarak ele alındı. Hatta birçok bölgede mazot, tohum, çuval yardımı yapıldı. Bu sene bu 43 sent üzerinden değerlendirildiğinde düşük görülüyor. Bu seneki alım fiyatı genel dünyadaki buğday alım fiyatlarından çok farklı değil. Bazı yerlerden hatta yüksektir. Özerk Yönetim bunu açıklarken belki gerekli ayrıntıları paylaşamadı ya da paylaşmadı.
İŞGAL SALDIRILARI TARIM POLİTİKASINI ETKİLEDİ
Özellikle 2022'nin sonundan beri Kuzey ve Doğu Suriye Özerk bölgesi içerisindeki kaynaklar faşist Türk devleti tarafından hedef alınıyor. 2023'ün sonu, 2024'ün başında üç milyar doların üzerinde bir ek masraf bütçe oluştu bu saldırılardan dolayı. Birden bu yük bindiği için alım fiyatlarına etkide bulundu. Tepkilerin ardından toplantılar yapıldı, açıklamalarda bulunuldu. Hem çiftçiler hem de bu konuyla ilgili olan kesimler bu açıklamaları dinledikten sonra durumu anladılar ve reflekslerini ona göre belirlediler.
EKOLOJİK YIKIM GÖÇERTME POLİTİKASININ PARÇASIDIR
İşgalci Türk devletinin saldırılarından dolayı Rojava- Kuzey ve Doğu Suriye'de yüzlerce dönüm ekili alan yandı. Bakurê Kürdistan'da çıkan yangından 15 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı, yüzlerce canlı katledildi. Bu yaşananlara ilişkin neler söylemek istersiniz?
Kürdistan coğrafyasının talan edilip yok edilmesi devlet politikasıdır. Bu sadece AKP-MHP faşist rejimiyle bağlantılı da değil. Kürdistan'daki barajlar politikası bunun en bariz örneklerinden biridir. Ormanların istikrarlı bir şekilde yok edilmesi politikası bunun bir örneğidir. Hidroelektrik santraller üzerinden bölgede Kürt coğrafyasının, ekolojik yapılanmasının yok edilmesi var. Tarihi yapı bu anlamıyla yok ediliyor, Hasankeyf'in yok edilmesi gibi. Her şey Kürde karşı savaş konusu haline getiriliyor. Bu da onlardan bir tanesi.
Ekolojik yıkım çok uzun vadeye dayalı geniş bir alanda, göçertme politikasının bir parçasıdır. Özcesi amaç Kürtleri ekonomik, coğrafi anlamda yaşayamaz hale getirmek amaçlanıyor. 1994'te binlerce köy boşaltıldı, yakıldı, bombalandı, ekili arazileri yakıldı, ağaçları kesildi. Korucu sistemi üzerinden bir derebeylik sistemi geliştirildi. Yansımaları bugüne kadar devam ediyor. Mesela Güney Kürdistan'da, Medya Savunma Alanlarında, Kuzey Kürdistan'da korucular eliyle, asker ve ordu işbirliği içerisinde ormanlar kesiliyor, yok ediliyor, su kaynakları tüketiliyor. Kuzey Kürdistan'dan Rojava'ya doğru akan bütün dereler neredeyse ya kirletiliyor ya da kesiliyor. Yeraltı sularını etkileme düzeyi var. Bu anlamıyla elinden gelse AKP-MHP faşist rejimi Cizîrê'de, Nusaybin'de, Sur'da yaptığını tüm Kürdistan'a uygular. Sadece ekili arazileri yakmakla değil elinden gelse atom bombası, nükleer bomba kullanır. Bu vahşeti iyi görmek gerekiyor.
ŞARK ISLAHAT PLANI GÜNCELLENMİŞ OLARAK UYGULANIYOR
Daha önce DEDAŞ'a şikayet edilmiş elektrik hatları sorun çıkarıyor gel denetle, takip et, yap diye. Halkın bu taleplere cevap gelmeyeceğini bilmesi gerekiyor. "Kürdistan'da kaçak elektrik kullanıyorlar zaten", "Oraya hizmet mi götüreceğiz" gibi yaklaşımlarla zaten sürekli baskı altında tutuluyordu halk.
AKP, MHP faşist rejiminin özellikle Kürdistan'ı boşaltmak, insansızlaştırmak, kendine bağlı Kürdü, çeteleri nasıl ki Efrîn'e, Serêkanîyê'ye yerleştirdiyse, Suriyeli göçmenler de içinde olmak üzere onları çeteleştirerek -bir nevi demografik değişimin gereği olarak- yerleştirmek istiyor. Kürdistan'da bunun çabaları var. Mesela biz Zîlan, Ağrı direnişlerinden sonraki Serhat bölgesine yönelik politikalarından bunu biliyoruz. Van'a farklı halklar getirildi, yerleştirildi. Amed, Bingöl bölgesi yani Kürdistan'ın birçok bölgesinde böyle bir kaydırma var. Bu bitmiş değil, ekonomik olarak çökert, coğrafyasını tüket, kendini geçindirebileceği alanlarını yok et, sürekli savaş halinde tut, dıştala ve bundan taviz verme. Bunu Şark Islahat planının güncellenmiş hali olarak değerlendirmek gerekir.
KUŞATMAYA KARŞI DEVRİMCİ DAYANIŞMAYA İHTİYAÇ VAR
Son olarak neler söylemek istersin?
Sıcak bir süreç. Üçüncü dünya savaşı gerçekliği var. Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk bölgesine yönelik dört taraftan kuşatma siyasetinin yürütüldüğünü görmek gerekiyor. Önder Apo'nun düşüncesi kendisini sadece buradaki somutlaşma üzerinden değil, çok daha geniş bir coğrafyaya, dünyaya yayarak çoğaltıyor, İmralı tecridini parçalıyor belki.
Ama devrimci dayanışmaya ihtiyaç var. Biz burada günübirlik halkın yaşadığı acılara tanıklık edebiliyoruz. Fakat belki de dünyanın geri kalan kısmı acıları kıyaslama adına değil 'Şimdi bunun sırası değil' burada daha önemli bir şey var gibi yaklaşıyor. Yani herkes şimdi Gazze'yi tartışıyor ama üçüncü dünya savaşı karmaşası içerisinde sıradakinin Rojava olmayacağının garantisi yok. Bu yüzden, bir şey olmadan önce tedbirini alabilmek, savaş kapıya dayanmadan savaşı tasfiye edebilmek. Bu anlamıyla savaşsız ve sömürüsüz bir dünya yaratımı konusunda var olan güçlü duruşları güncellemeliyiz. Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bunun bir örneğidir, ayakta duran bir abidesidir. Bu ne kadar ayakta kalırsa barış o kadar gündeme gelebilir. Bu ne kadar ayakta olursa insanca yaşam, demokratik bir yaşam, sistem oluşturulabilir. Demokratik ulus sistemi kalıcılaştırılabilir.