Sibel Arîn yazdı | Erdoğan'ın işgalci planları ve olasılıklar
Ancak Suriye'de işgalci bir güç olan Türkiye ile Esad'ın anlaşmasının Esad bakımından temel konusu, işgal edilmiş olan bölgelerden sömürgeci Türk devletinin çekilmesi ve politik islamcı çetelerini tasfiye etmesi. Peki bu konjonktürde böyle köklü bir adımın atılması ne kadar olası? Türk devletinin isteği olan Rojava'nın tasfiyesi mümkün mü?
Sömürgeci Türk burjuva devletinin 21. yüzyıl hayali Osmanlı İmparatorluğu'nun 18-19. yüzyıl sınırlarına kadar genişlemekti. Tarihsel olarak Osmanlı devleti aidiyeti, Sünni Müslüman geleneği ve yapısıyla bölgede ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu ve bunun kendisine stratejide derinlik kazandıracağını öngörüyordu. ABD'nin BOP’nde (büyük Ortadoğu projesi) "stratejik derinlik" pozisyonundan katılabilirdi. Dünya konjonktürünün buna uygunluğunu varsayıyordu.
NATO'nun yeniden yapılandırılmasının gündemde olduğu, Ortadoğu'nun yeşil kuşak ekseninde yeniden örgütlendiği bu dönemde Türkiye özel bir rol sahibi olabilirdi. Birincisi Ortadoğu'daki en güçlü NATO üssüydü. ABD ve batı emperyalizmine göbekten bağlıydı. Aynı zamanda rejim yapısının yumuşak bir geçişle ılımlı politik islama evriltilmesiyle ABD'nin "yeşil kuşak" projesinin BOP'a entegre edilmiş rol modeli şekillenmişti.
Ancak 2010 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da dipten gelen dalga ile tüm kapitalist emperyalist strateji ve statükolar dalgalandı. Bölgedeki temel belirleyenler olan emperyalistler, otokratik ve teokratik devletlerin yanına yeni bir özne yerleşti. Bu özne emekçi halktı. Tunus'ta bir gencin kendini yakması halk hareketlerini fitilledi. Tüm bölge yüzyıllık uykusundan uyanır gibi harekete geçti. Tahran Meydanı günlerce öncüsünün gençler olduğu bir direniş meydanına dönüştü. Direniş dalgası Suriye'yi de içine aldı. Başını ABD'nin çektiği emperyalistlerin duruma müdahalesi gecikmedi. Genel olarak iç örgütlülüğü zayıf ve hedef netliği bakımından iradeleşemeyen bu halk hareketleri uzun süre direnemedi.
YIKILAN HAYALLER KİRLİ PLANLAR VE DEVRİM GERÇEKLİĞİ
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki bu kaos durumundan neo-Osmanlıcılık hedefleri bağlamında yararlanmaya çalışan Türk burjuva devleti bölgesel bir aktör olma hevesiyle harekete geçti. Halep-Şam eski bir Osmanlı vilayeti olması, güncel olarak da Sünni eksene alternatif Şii ekseninin bir bileşeni olması, jeopolitik konumu, Musul-Kerkük'le sınır olması, kalite ve rezerv bakımından zayıf da olsa petrol yataklarına sahip olması Türk devletinin iştahını kabarttı. Sömürgeci Türk devletine göre 10-15 günde Esad düşecekti. Halep-Şam himaye arıyordu ve Türk burjuva devleti buna hazırdı!
Ama Arap halk hareketlerinin rüzgarını arkasına alan, ABD projesi olan Suriye Ulusal Konseyi (SUK) bir başarı elde edemedi. Müslüman Kardeşler burada güçlenmeye başladı. İhvan çizgisindeki Türkiye bunu hem destekledi hem de bizzat örgütledi. Süreç içinde bu örgütlenmeler şekil ve içerik değiştirerek DAİŞ çatısı altında birleşti. Musul Konsolosluğunu resmen DAİŞ'e devretti. Musul'u ele geçiren oradan Halep'e yürümek için yola çıkan ve önüne ne gelirse yıkıp geçen DAİŞ, Türk devleti için Osmanlı kılıcı rolündeydi. Bu kılıçla önüne kim çıkarsa boyun eğdirebilirdi.
Esad, gerek kendi iç dinamikleri, gerekse de İran ve Rusya'dan aldığı destekle ayakta kalmayı başardı. Fakat ondan çok önce başka bir şey daha oldu. Politik, askeri ve örgütsel olarak Kürdistan'ın üç parçasının ve kendi öz deneyimini biriktirmiş bir Rojava gerçeği vardı. Kürt özgürlük hareketinin öncülüğü ve halkın örgütlülük düzeyi birleşti ve Rojava'da eski sistem alt üst oldu. Halk devrimi gerçekleşti. Yeni halkçı demokratik bir egemenlik inşa edildi. ÖSO ve El Nusra ile çatışmalara girdi. Kürt bölgelerini savundu.
İlk başta sömürgeci faşist Türk devleti için Rojava, elindeki DAİŞ kılıcının gücüyle kıyaslandığında zayıf bir hedefti. Ancak DAİŞ önce Şengal'de yenildi. Fakat yürüyüşü henüz durdurulamamıştı. DAİŞ Rojava'nın küçük kenti Kobanê'yi kuşattı. Burada Rojava'ya öldürücü darbeyi vuracak ve Irak İslam Şam Devleti'nin zaferini ilan edecekti. Faşist şef Erdoğan da bundan çok emindi. Antep'ten seslendi: "Kobanê düştü düşecek". Kobanê düşecek, DAİŞ zaferle ilerlemeye devam edecek, Türk devleti kendisine Osmanlı'dan bakiye kaldığını düşündüğü Halep'i alacak, Esad yenilecek ve Türk-ABD işbirliği içinde eğitilen-donatılanlar Şam'da iktidara yerleşecekti. Ama olmadı. DAİŞ'in Kobanê yenilgisi Şam hükümetinin bekası bakımından stratejik bir anlama sahipti. DAİŞ'in Kobanê yenilgisi Rojava için olduğu gibi, Şam hükümeti için de yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Suriye'nin yıkılması, Rojava devriminin bastırılması ve Irak'tan Şam'a kadar olan bölgede himayesinde yeni bir devlet inşa edilmesi planı akamete uğrayan ABD, pozisyonunu değiştirdi. Hemen güney sınırında inşa edilen Kürt ülkesinin yeni bir olgu olarak tarih sahnesine çıkması, Türk burjuva devleti için Şam'ın devrilmesinden daha öncelikli bir konu oldu. Bu yeni özne sadece Osmanlı hayalinin önündeki engel değil aynı zamanda Misak-i Milli sınırları içinde emperyalist ABD; dünya halkları nezdinde teveccüh kazanan Rojava'yla ilişkilerini bu koşullarda yeniden düzenleme ihtiyacı duydu. Rojava devrim güçleri bakımından da bu koşullarda sınırlı taktik bir ilişki kurmak devrimi savunmanın manevrası olarak mümkündü.
Rusya ve İran; Şam'ın yanında pozisyon almış, ABD ise Rojava devrim güçleriyle bu sınırlı ilişkide kalmaya devam etmiş oldu. 2018-2019 yıllarında sömürgeci Türk devleti ABD-Rusya arasındaki geniş ölçekli çelişkiden de yararlanarak Efrîn, Girê Spî ve Serêkanîyê'yi işgal etti. Rojava'ya yönelik saldırılarını aralıksız biçimde sürdürdü. Fakat Rojava devrimi yenilmedi, teslim olmadı, direndi.
Rojava Devrimi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimini oluşturarak ilerledi ve sürece 2023 yılı sonunda tamamladığı yeni Toplumsal Sözleşmesini yaparak giriş yaptı. Aynı zamanda hakim olduğu alanlarda yerel seçimlere giderek konumunu pekiştirecek yeni bir adım attı. Sömürgeci, faşist Türk devleti Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin bu yeni açılımını yeni bir savaş ilanı olarak ele aldı. Yeniden savaş ve işgal dahil tüm kozlarını sahaya sürdü.
Rusya ve İran'ın desteğiyle Şam hükümeti de iktidarını pekiştirdi. Arap dünyasına yeniden dönüş yaptı. Rusya'nın Ortadoğu'daki temel dayanaklarından biri oldu. ABD, Esad hükümetinin tasfiye edilemeyeceği gerçeğini kabul etmek zorunda kaldı. Rusya için NATO ülkesi Türk devletini Ortadoğu zemininde taktik ittifak ilişkisi içinde tutmak emperyalist rekabet bakımından taktik bir üstünlük anlamına geliyor. Rusya bakımından bu taktik ittifakı derinleştirerek bunu NATO karşısında bir güce dönüştürmek son derece önemli. Bu ittifak nasıl derinleştirilebilir? Bunun için Rusya destekli Esad ile faşist Türk burjuva devletinin bir anlaşmaya çekilmesi önemli. Bunun aynı zamanda Türk burjuva devletinin ABD ile Ortadoğu eksenli çelişkilerini derinleştirmek gibi bir anlamı da olacaksa bu Rusya için hamle üstünlüğü demektir.
Sömürgeci Türk devletinin isteği olan, 2010 yılındaki üniter yapısına dönüş yapabilmiş bir Suriye, Rojava'nın varlığının tasfiyesi anlamındadır. Aynı zamanda Türk devletinin işgal ettiği ve adına vekalet verdiği bölgeleri de akamete uğratacaktır. Peki Türk burjuva devletinin Suriye'nin üniter yapısının korunması bunun için Rojava'nın tasfiyesi isteğiyle işgal altında tuttuğu İdlib'den Serêkaniyê'ye kadar olan bölgede varlığını koruması nasıl mümkün olacak? Tasfiye isteğiyle varlık alanlarını koruması nasıl bağdaştırılacak?
Esad ile faşist şef Tayyip Erdoğan elbette görüşebilirler. Nitekim "dün dündür, bugün bugündür". Ancak Suriye'de işgalci bir güç olan Türkiye ile Esad'ın anlaşmasının Esad bakımından temel konusu, işgal edilmiş olan bölgelerden sömürgeci Türk devletinin çekilmesi ve politik islamcı çetelerini tasfiye etmesi. Peki bu konjonktürde böyle köklü bir adımın atılması ne kadar olası? Peki Türk devletinin isteği olan Rojava'nın tasfiyesi mümkün mü? Bu uğrakta Rojava devriminin Şam-Ankara işbirliğiyle tasfiyesinden ziyade Rojava'nın sömürgeci Türk burjuva devleti tarafından işgali anlaşması faşist şef Erdoğan'ın temel hedefidir. Misak-ı Milli temelinde yayılmacı bir politika güden sömürgeci Türk burjuva devleti tüm stratejik ve taktik adımlarını buna göre atıyor.
Türk devletinin Güney Kürdistan işgali, bunun için KDP işbirlikçiliği ve Irak devletinin desteğini sağlamış olmasının bu denklemdeki yeri ve rolü de elbette ayrıca ele alınmalıdır. Buna yol projelerini de eklemek gerek. Irak'la yapılan yol projesinin bir başka versiyonu olan Türkiye'yi Suriye üzerinden Basra Körfezine bağlayan Şatt Yolu'yla ticaret yollarını alternatifli hale getirmek de bu ilişkilerin mali-ekonomik alt yapısı olarak bir yerde durmaktadır.
Ama her şey muktedirlerin isteğine bağlı değildir. Burada binlerce insanın canı kanı pahasına inşa edilmiş, gücünü halktan, tarihsel haklılığında alan, halka dayanan bir devrim var. Bu iradi varoluş yok sayılarak, görmezden gelinerek hiçbir adım atılamaz.