24 Kasım 2024 Pazar

Pınar Gayıp yazdı | İklim krizine karşı birleşik mücadele 

Doğamız, yaşam alanlarımız, suyumuz bir grup sermayenin karı uğruna yok ediliyor. İnsanın kendi varlığını sürdürmek için toplumsal düzeyde doğayla kurduğu etkileşim olan emek, kapitalist toplumda doğayla birlikte sömürülüyor. Rant politikaları sonucu doğamız yağmalanırken; işçiler hammaddeyi çıkarırken, işlerken kimyasallarla, tehlikeli maddelerle doğrudan temas halinde bu zehirli atıkları bedenine hapsediyor. Bedelini hayatıyla ya da tedavisi namümkün hastalıklarla ödüyor. Doğanın, emeğin ekolojik yıkımına karşı, üretimden gelen gücü örgütlü mücadeleye akıtarak, sermaye düzenini yerle bir ederek kazanabiliriz.

Fosil yakıtların neden olduğu sera gazlarının atmosferde artması ve ormanların katledilmesi, tarımda kullanılan endüstriyel uygulamalar gibi bu gazları atmosferden çeken mekanizmaların zarar görmesi nedenleri başta olmak üzere hükümetlerin sermaye düzeninin devamı için sürdürdüğü politikalar sonucu gelişen iklim değişikliği geri dönüşü olmayan noktaya ilerliyor. Neden olduğu felaketler, yıkımlar da katlanarak büyüyor. Küresel ısınmadaki artış nedeniyle buzullar eriyor, okyanuslar asitleniyor, deniz seviyesi yükseliyor, mercan resifleri soluyor; yoğun fırtınalar, kuraklıklar artıyor, çöller genişliyor, sıcak hava dalgaları ve orman yangınları artıyor...

Küresel ısınmanın sonucu olan orman yangınları açısından en riskli görülen aylar tam da içinde olduğumuz temmuz ve ağustos. 2023 yılının haziran ayında Türkiye'de kayda geçen, Orman Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 1-21 Haziran 2023 döneminde 84 orman yangını yaşanırken 2024'ün aynı döneminde 399 orman yangını çıktı. Yani geçen yıla göre beş kat artış yaşandı.

Orman yangınları elbette hem orman ekosisteminin hem de iklim değişikliğinin bir parçası. Orman ekosisteminde yangınlara da ihtiyaç var. Çünkü düzenli yangınlar Afrika savanaları, Akdeniz makilikleri veya dünyanın birçok bölgesinde bulunan çam ormanlarının yenilenmesini ve sürekliliğini sağlar. Yangına bağlı gelişmeler sayesinde birçok bitki türü sürekliliğini korur.

Ancak bu yangınların yüzde 90'lık kısmı insan eliyle (ihmal-kasıt) çıkan yangınlar. Hükümetlerin müdahale etmemesi sonucu yayılan bu yangınlar nedeniyle çok fazla alan yanarak kül oluyor. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi'nden Prof. Dr. Doğanay Tolunay'ın Açık Radyo'daki değerlendirmesine göre Türkiye'de de orman yangınlarının yüzde 89'u insan kaynaklı iken yüzde 11'lik pay yıldırım, volkanik püskürme, kaya düşmelerinden dolayı çıkan kıvılcımlar ve kızılçam gibi ağaçların belli bir yaşı geçtikten sonra içten yanmaya başlaması gibi doğal nedenler.

Kürdistan'da yaşanan yangınları elbette doğal afet kategorisine almamız mümkün değil. -Başka bir yazının konusu olması itibarıyla bu konuya yalnızca geçerken değineceğiz.- Özel savaş politikaları sonucu Kürdistan'da çıkan yangınlarla Kürt halkının göçe zorlanması, yanan alanların yerlerine kalekol yapılması; kentlere asker ve polis, devlet görevlileri, devlet destekli faşist çeteler yerleştirilerek demografik yapısının yeniden dizayn edilmesi 90'lı yıllardan bu yana uygulanan sömürgeci politikalar.

Türkiye'de ise insan ihmali ve kastı sonucu çıkan yangınlara müdahale edilmemesi ve yayılmasını sağlamanın nedeni sermaye talan politikaları. Yangınların ardından orman vasfını kaybeden alanlar sanayi, madencilik ve turizm sektörü için kullanıma açılıyor. Kıyı kesimlerindeki ormanlık alanlarda çıkan yangınların ardından rehabilite edilmesi, yeniden fidan dikiminin yapılması gereken alanlarda oteller, lüks villalar yükseliyor; işletme tesisi izni alınan alanlarda çıkan yangınların ardından maden ocakları açılıyor.

Elbette rehabilite çalışmalarının yapıldığı, yeniden fidan dikme çalışmalarının yürütüldüğü alanlar da yok değil. Çoğu alanda yapılacak rant projeleri yerli halkın ve ekolojistlerin mücadelesi sonucu engelleniyor. Engellenemeyenler de var. Örneğin, 15 Temmuz 2007'de Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Meşelik Mahallesindeki kızılçam ağaçlarının bulunduğu ormanlık alanda yangın çıktı. Yangın sonucunda 250 hektar orman alanı ile 30 hektara yakın tarım arazisi ve zeytinlik yok oldu. Temmuz 2015'te Muğla'nın Milas ilçesinde yanan arazinin büyük bir bölümü ranta açıldı. Söz konusu alanda 2012 yılında La Blanche Island, 2016'da Titanic Deluxe Bodrum ve 2018 yılında da Lujo Bodrum adlı lüks oteller yükseldi. Tapu kayıtlarında orman alanı görünen 25 bin metrekarelik komşu hazine arazisi Kültür ve Turizm Bakanlığından Lujo'nun sahibi Serkoç Otelcilik tarafından tahsis edilerek turistik tesis görünümlü 28 lüks villa inşa edildi.

2021 yılı temmuz ayında başlayan ve kısa sürede Marmaris, Bodrum, Milas, Yatağan, Menteşe, Köyceğiz, Fethiye, Seydikemer ve Kavaklıdere ilçelerine yayılan yangınlarda; iki haftada toplam 66 bin 231 hektar ormanlık alan kül oldu. Yangınların üstünden bir ay geçmeden birçok ormanlık alan ranta açıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, farklı ilçelerdeki orman alanlarında 7 adet maden, otel ve RES projesine "ÇED gerekli değildir" ve "ÇED olumlu" raporları verdi.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Yangınlara müdahalenin yetersiz oluşu ya da müdahale edilmeyişi ormanlık alanlarda başlayan yangınların yerleşim yerlerine yayılmasına, ormanlık alanda yaşayan sayısız canlının katledilmesine, yerlerinden edilmesine neden oluyor, bunun sonucunda bölgenin endemik bitki örtüsü geri dönüşümsüz zarar görüyor, ekosistemi bozuluyor. Neoliberal politikaların bir parçası olarak kamu kurumu olan Türk Hava Kurumu'nun (THK) adım adım özelleştirilmesi ve vasfını yitirmesi ile birlikte ekolojistlerin, bilim insanlarının, alanda uzman kişilerin tüm uyarılarına rağmen 1985 yılından bu yana yangınlara müdahalede vazifeli olan tek kurum da içi boşaltılarak devre dışı bırakıldı. Yangınlara müdahale "Allah'a havale" edildi.

Yazının girişinde yer verdiğimiz gibi aşırı sıcaklıklar yalnızca orman yangınlarına sebebiyet vermiyor. Geçtiğimiz haziran ayında 51 dereceyi aşan sıcaklık sonucu Suudi Arabistan'da hac ziyaretine giden iki bine yakın kişi yaşamını yitirdi. Artan kuraklık nedeniyle tarım ürünleri, su kaybı nedeniyle girdiği stresten kaynaklı verimini kaybediyor, ölüyor. Deniz yüzeyi sıcaklığı beklenenden 0,5°C ila 1,5°C daha sıcak. Yeryüzündeki oksijenin yüzde 80'nini üreten ve deniz canlılarının yüzde 25'ine yuva olan mercanların zarar görmesi sucul ekosistemine geri dönümsüz zararlar veriyor. Avustralya'daki Büyük Set Resifindeki mercanlardaki beyazlamalar 18 metre derinliğe kadar ulaştı, kimi mercan türleri ölmeye başladı. Alaska'nın güneydoğusundaki Juneau Buz Alanı'ndaki buzullar, öngörülenden daha hızlı eriyerek deniz seviyelerinin yükselmesine neden oluyor. Brezilya, Kenya ve daha birçok yerde aşırı yağışlar nedeniyle seller meydana geliyor. Küresel iklim kriziyle birlikte dünya çapında yiyecek ve su kıtlığı da gündemde.

Emperyalist devletlerin iklim krizine neden oldukları politikaların üstünü örtmek için gündeme getirdiği Paris İklim Anlaşması'nın en başından itibaren iklim krizine yanıt olmayacağını ekolojistler açıkça ortaya koymuştu. "Yeşil ekonomi", "sürdürülebilirlik", "dengeleme" politikaları sermaye birikim sürecine katkı sunarken bu birikimin neden olduğu iklim değişikliğinin bedelini yoksul ülkelerdeki halk açlık, susuzlukla; sel, yangın gibi "doğal afet"lerde yaşamlarıyla ödüyor.

Ekolojik yıkımın sorumlusu olan devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda gezegeni yok etmeye çalışmasına karşı hem karasal hem de sucul ekosistemi korumak, mücadele etmek bugünün en elzem görevi. İklim değişikliğine karşı mücadeleyi tek başına ekolojistlerin, bilim insanlarının ve bölgede yaşayan halkların sorunu olmaktan çıkarıp toplumsal bir mücadelenin gündemi yapmak kırmızı kod ile bir uyarı niteliğini koruyor.

Doğamız, yaşam alanlarımız, suyumuz bir grup sermayenin karı uğruna yok ediliyor. İnsanın kendi varlığını sürdürmek için toplumsal düzeyde doğayla kurduğu etkileşim olan emek, kapitalist toplumda doğayla birlikte sömürülüyor. Rant politikaları sonucu doğamız yağmalanırken; işçiler hammaddeyi çıkarırken, işlerken kimyasallarla, tehlikeli maddelerle doğrudan temas halinde bu zehirli atıkları bedenine hapsediyor. Bedelini hayatıyla ya da tedavisi namümkün hastalıklarla ödüyor. Doğanın, emeğin ekolojik yıkımına karşı, üretimden gelen gücü örgütlü mücadeleye akıtarak, sermaye düzenini yerle bir ederek kazanabiliriz. Son söz Polen Ekoloji Enstitüsü eğitimlerinden olsun: Ormanlar, ırmaklar, sermaye değil! Fabrikalar, tarlalar da sıcaktan-kirlilikten ölüm yerleri olamaz!