24 Kasım 2024 Pazar

Olcay Çelik yazdı | Süper-sömürü, süper-karlar ve kar enflasyonu: Kavramsal bir çerçeve

Marksist terimlerle ifade edersek, bugün üçüncü tip artı değer sömürüsü gerçekleşmektedir: Emek-gücünün fiyatı değerinin altına itilerek sömürü oranı (=kar/ücretler) artırılmaktadır. Uğratıldığımız bu şeyin literatürdeki adı süper-sömürüdür. Günümüzdeki süper-karlar bu süper-sömürü üzerine bina edilir, ama sadece onunla açıklanamaz. Aradaki ilişkiyi anlamak için enflasyondan süper-sömürüye, süper-sömürüden süper-karlara ve kar enflasyonuna giden mekanizmayı kavramsal olarak adım adım izlememiz gerekir.

Kapitalizm altında işçi sınıfı için yoksullaşma her zaman verilidir. Yükseliş evresinde bile çoğunlukla yaşanan şey "göreli yoksullaşma"dır. Yani ücretler reel olarak (enflasyonun üzerinde) artar ancak ücretlerin büyümeden aldığı pay, kârların aldığı paydan düşük olur.

Bir süredir yaşadığımız ise "mutlak yoksullaşma", daha doğrusu mutlak yoksullaşmanın bir şok şeklinde artmasıdır. Mutlak yoksullaşmada büyüme artarken sadece ondan aldığımız pay azalmaz, ücretlerdeki artış da enflasyonun altında bırakılır. Aradaki makas ne kadar açılırsa, mutlak yoksullaşma da o kadar büyür. Yani mutlak yoksullaşmada söz konusu olan, göreli yoksullaşmada olduğu gibi geçim sepetimizin yetersiz genişlemesi değil, sert şekilde daraltılmasıdır.

Marksist terimlerle ifade edersek, bugün üçüncü tip artı değer sömürüsü gerçekleşmektedir: Emek-gücünün fiyatı, değerinin altına itilerek sömürü oranı (=kâr/ücretler) artırılmaktadır. Uğratıldığımız bu şeyin literatürdeki adı süper-sömürüdür.* 

Günümüzdeki süper-kârlar bu süper-sömürü üzerine bina edilir ama sadece onunla açıklanamaz. Aradaki ilişkiyi anlamak için enflasyondan süper-sömürüye, süper-sömürüden süper-kârlara ve kâr enflasyonuna giden mekanizmayı kavramsal olarak adım adım izlememiz gerekir. Bu yazı, bunun bir denemesidir.

Hem küresel konjonktür, hem de iktidarın sınıfsal tercihleri sebebiyle kur artınca, üretimde ithal ara malına bağımlı firmaların maliyeti de artmıştı. Firmalar ara malı maliyetlerindeki bu artışı ilk başlarda doğrudan değil, toplam maliyetlerdeki ağırlığı oranında fiyatlara yansıttı. Böylece tüketici enflasyonu da artmaya başladı.

Beklenen, geriden gelen asgari ücretin (ve dolayısıyla ona bağlı olarak belirlenen genel ücretlerin) de enflasyon oranında artırılmasıydı. Ancak enflasyon kasıtlı şekilde eksik hesaplandığı için asgari ücret gerçek enflasyonun (tahminen) yarısı kadar artırıldı. Yani ücretler reel olarak eritildi, süper-sömürü gerçekleşti.

Üretici enflasyonu artırmaya devam edince, piyasada fiyatları belirleme kapasitesi bulunan, yani tekelci konumda olan firmalar bu sefer ara malı maliyetindeki bu artışları toplam maliyetler içerisindeki ağırlığı oranında değil, doğrudan fiyatlara taşımaya başladılar. Daha yalın bir şekilde ifade edersek, keyfi olarak fiyat artırdılar. Diğer firmalar da onları izledi. İşgücü maliyetinde bu oranda bir artış olmadığı için, kâr marjları otomatikman artmış, süper-kârlar ortaya çıkmış oldu. 

Süper-kârların böyle engelsizce yükseltilebiliyor oluşu, fiyatları artık devamlı olarak artan enflasyon oranı kadar, hatta bazen daha da fazla artırma arsızlığını besledi. Süregiden bu arsızlık hem enflasyonun bir türlü düşmeyerek kâr enflasyonuna dönüşmesine, hem de kâr marjlarının giderek yükselmesine yol açtı. Yani enflasyonu zaten alım gücü eritilen ücretler değil, şişen kârlar yarattı.

Bu noktada mekanizmayı daha iyi kavramak için kendimize soralım: Firmalar fiyatlarını doğrudan üretici enflasyonu oranında değil, sadece maliyetlerdeki enflasyonun ağırlığınca artırsalardı ne olacaktı?

Tüketici enflasyonu yine yükselecek ama böylesine patlamayacak, kâr marjları değişmeyecek, ancak süper-sömürü yine de gerçekleştiğinden, sömürü oranı ve kâr kütleleri bu kadar olmasa da artmış, halk yine mutlak olarak yoksullaşmış olacaktı. Yaşanan kâr enflasyonu ise sömürü oranının ve mutlak yoksullaşmanın astronomik boyutta artmasına yol açtı.

Peki, firmalar neden birdenbire böyle muazzam bir arsızlığa kalkıştı? Öncelikle, kâr enflasyonu sadece Türkiye'de değil, hatta ondan önce ABD ve AB'de yaşanan, azalan ortalama kâr oranlarının yarattığı (ve içinden çıkılamayan) küresel durgunlukla birlikte artan bir saldırı türü. Türkiye'deki tekelci sermaye de aynı durgunluğun ve ona ilaveten de emperyalist üretim hiyerarşisinde bir türlü aşamadığı bağımlı rolün sürekli baskısı altında. Bu tekellerin çoğu Erdoğan'ın dolaylı temsilcisi olduğu TÜSİAD bloku üyesi. Kâr enflasyonunun hızlandığı bu sürecin, Erdoğan'ın dolaysızca temsil ettiği diğer blokunun çıkarlarını önceleyip, mali sermaye gücü TÜSİAD blokunu "kârdan zarara" uğrattığı düşük faiz dönemi (2021-2022) ile örtüştüğü düşünülürse, süper-kârlar arsızlığının da bu kayba karşı bir sözde telafi mekanizması olarak ortaya çıkmış olabileceği düşünülebilir.

Söz konusu dönemi ve Şimşek programının bu iki blokun çıkarlarını yeniden dengeleme niyetiyle benimsenmiş bir program olduğunu bir başka yerde ele almıştık. Bu kapsamda Temmuz'da asgari ücrete artış yapılmaması ve 2025 Ocak'ta da sadece hedeflenen enflasyon kadar yapılacağının ilânı, firmaların yarattığı enflasyonu işçiler düşürsün demekten başka hiçbir anlam taşımıyor, taşımayacak. Sınıfsal temsilciliği gereği serbest piyasaya müdahale etmeyecek, firmalara doğrudan kâr marjını düşür demeyecek olan burjuva iktidar, süper-sömürüyü daha da artırmak suretiyle mevcut kâr marjlarına maliyetler içerisinden bir alan açmayı, yani süper-kârları frenlemeden kâr enflasyonunu durdurmayı umuyor. Bu saldırının sadece ücretlere doğrudan değil, iflaslar ve işsizlik yoluyla dolaylı bir müdahale de içereceğinden şüphemiz olmasın.

Ülkede henüz bir ekonomik kriz yok. Çünkü Türk burjuvazisi bizi bugüne kadar dilediği gibi yoksullaştırabildi; dövize, yatırıma ve siparişe sıkıştıkça reel ücretleri, sosyal ve iktisadi hak ve kazanımları eriterek kendisine aktarabildi. Yani ödediğimiz fatura krizin değil, bilakis, Türkiye ekonomisinin krize girmemesinin faturası. Bugün ise bu fatura her türlü zor aracı kullanılarak katmerlenmeye çalışılıyor. Bu da bize yaşananların salt ekonomik bir saldırı değil, bir sınıfın bir sınıfa karşı başlattığı son derece kapsamlı bir politik saldırı olduğunu gösteriyor.  Bugün tekil bir direnişe dahi "Sabancı'nın selamını getirdik" diyerek saldıranların apaçık sınıf bilinci buna yeterli bir kanıt.

Bu yüzden, işyerlerinde patronlara karşı tekil ücret mücadelelerinin yayılacağı ama aynı zamanda bu direnişleri başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretlerde artış talebinde buluşturup yüzbinlerin ve milyonların da mücadeleye çekilebileceği ve bu sayede toplumsal-siyasi düzenin teşhir edilebileceği bir politik hatta ihtiyacımız var bugün. İşçi sınıfı süper-sömürünün katmerlenmesine dur demeye seferber edilebilirse, bu programın çökmesi ve Türkiye kapitalizminin bu kez de bizim elimizle krize girmesi işten bile olmaz. En azından bu sefer faturayı bizim ödeyeceğimiz kesin olmaz, çünkü kavgaya başlamış, yolumuzu tutmuş oluruz.

* "Emek-gücünün fiyatını değerinin altına itmek" Marx'ın Kapital'de mutlak ve göreli sömürüye ek olarak bahsettiği, ancak öncelikli teorik amacı "uzun vadede metaların değerlerinde alınıp-satıldığı" varsayımını gerektirdiğinden, kategorik olarak geliştirmemeyi seçtiği bir sömürü tipi.