25 Eylül 2024 Çarşamba

'Mücadelemiz zor ama kazanacağımız bir dünya var'

SYKP'nin düzenlediği "Doğanın ve emeğin sömürüsüne son" sloganıyla düzenlenen Ekoloji Forumu sona erdi. Sermaye ve devlete asla güvenilemeyeceğinin altını çizen katılımcılar; kadınlar, işçiler, yerliler yani her kesimin katılımıyla birlikte yürütülecek bir politik ekonomi mücadelesine vurgu yaptı. Yürütülecek mücadelenin zor olduğunun altını çizen katılımcılar, başka bir dünya için tüm zorluklara karşı çıkmak gerektiğini kaydetti.

SYKP'nin düzenlediği dünyadan ve Türkiye'den ekoloji mücadelesi deneyimlerinin yer aldığı, "Doğanın ve emeğin sömürüsüne son" sloganıyla düzenlenen Ekoloji Forumu Şişli'de bulunan Cemil Candaş Kültür Merkezi'nde sona erdi. Forumun 4. oturumu, "Ekoloji mücadelesinin toplumsal ve sınıfsal boyutu" başlığıyla düzenlenen forumun son oturumunun kolaylaştırıcılığını Yaşayan Marksizm'den Kenan Kalyon yaparken; Güney Afrika'dan Witwatersrand Üniversitesi'nde ekonomi politiği profesörü Patrick Bond, Avusturya Sosyalist Sol Parti lideri Sonja Grusch, Politik Ekoloji-İklim Krizi yazarı Demetrios Roussopoulos ve Karaburun Gündelik Yaşam Bilimi ve Kültür Derneği'nden Melda Yaman sunum yaptı.

İlk sunumu Güney Afrika'dan Witwatersrand Üniversitesi'nde ekonomi politiği profesörü Patrick Bond, sinevizyon gösterimiyle yaptı. Güney Afrika'da "iktidar halka" sloganının kullanıldığını söyleyen Bond, Güney Afrika, Türkiye ve Brezilya alt emperyalist olarak çok üst düzey sömürünün sürdüğü yerler olduğunu belirtti. Fikirler üzerinde bir mücadele sürdürülmesi gerektiğinin altını çizen Bond, "İklim eyleminin gücü ve zayıflıkları, iklim adaletinin ihtiyacı, feminist-sosyalist kurtuluşa ihtiyaç" dedi.

Dağınık ekoloji mücadelesinin bir araya getirilmesi gerektiğini söyleyen Bond, Türkiye'de çevre adaleti mücadelesinin önemli bir öncülük yaptığını kaydetti. "Petrol toprakta, madenler toprakta, çimlerin altındakiler de çimlerin altında kalsın" sloganıyla hareket ettiklerini kaydeden Bond, Greta Thunberg'in hareketinin güçlü bir büyüme gösterdiğini vurguladı.

Bond, "Gençlik daha derin bir eleştiri yapıyor, iklim adaleti istiyorlar. 40 bin okul öğrencisi buradaki (Güney Afrika'da) kömür sahalarına gittiler. Sahayı en azından bir gün süreyle işgal ettiler ve bedelleri de oldu. İdeoloji giderek netleşmeye başlıyor. 'Bugün kömür yarın kapitalizm' diyorlar. İdeolojik keşif sürecindeyiz" dedi.

BM İklim Değişikliği Sözleşmesi'nin giderek gelişen bir hareket ortaya çıkarttığını ifade eden Bond, "BM yeterince güçlü bir emisyon azalması kararı vermedi. 3 derece yapabilirlerdi ama ABD bastırdı, Brezilya bastırdı ve düştü. Bir de bağlayıcı değil. Kyoto'dan farklı herhangi bir uygulama yöntemi yok. Donald Trump ceza yaptırım olmasın diye uğraşıyor. Ve aynı zamanda kirleticilerin yükümlülükleri ortadan kalktı. ABD Dışişleri Bakanlığı İklim Sözleşmesi içinde borç ile ilgili kısımlara karşı çıktı. Karbon ticareti bir kez daha gündeme getirildi. Fikri mülkiyet üzerinde bir vurgu var. Askeriye, nakliye, hava yolları, bunlar hiç ele alınmıyor. Kim kazandı, ABD, Brezilya, Çin, Güney Afrika ve Hindistan kazandı. Bir tür alt-emperyalist ittifak burası. En büyük endüstriyel ve fosil yakıt emisyonlarını onlar yapıyorlar. Ve eğer Birleşmiş Milletler İklim Sözleşmesi gerçek iklim değişikliğine ilişkin politika yapacak olursa, onlara zarar verecek. Burada süper kirleticiler birliğinden bahsedebiliyoruz" diye kaydetti.

Bond konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ekofeminist ve iklim değişikliği açısından bakacak olursak, ilkelerine, analizlerine, ittifaklarına, stratejilerine bakıyoruz. Rosa Luxemburg emperyalizm konulu çalışmasında kapitalist ve kapitalist olmayan bölgeler/ülkeler arasındaki ilişkilere oldukça ilginç bir bakış açısı sunar. Süper sömürü konusunda. Kadınların rolüne de odaklanıyor. Diyor ki, doğal ekonominin her aşamasında en önemli şey topraktır, maden kaynakları, çayırlar, ormanlar ve sulardır. Kapital bu birimleri tahrip ve yok etmek zorundadır. Emperyalizmin bir yanı bu. Samir Amin, Bellamy Foster'in 'metabolik yarılma' kuramı da ekososyalizm konusunda önemli katkılar sundu. Feminizm de özellikle ailenin bakımından sorumlu olan kadınlara aynı zamanda toplumun borçlu olduklarının altını çizmesi açısından önemli bir katkı sunmaktadır. Irk ve çevre ilişkisi de önemli bir tartışma. Trump, diyor ki küresel ısınma dediğimiz şey Çinliler için yapılmış şey, ABD rekabetçi olmasın diye uydurulmuş bir şey. Çılgınca bir inkarcılık var. Emek hareketiyle birlikte adil bir dönüşe odaklanmak gerekiyor. İklim krizine karşı şirketlerin ürettiği bir truva atı var: Karbon ticareti. Karbon ticaretinin anlamı kirletmek istiyorsan parasını ver. Bir sürü toksit atığı en düşük ücretle yaşayan ülkeler gömmek demek bu. Ve bu konuyla yüzleşmemiz gerek."

GRUCSH: SOSYALİZM Mİ BARBARİZM Mİ GELECEĞİN SORUSU BU
Avusturya Sol Parti lideri Sonja Grucsh da ekolojik afetlere ve felaketlere hiçbir zaman yeterince değinilemeyeceğine dikkat çekti. Küresel ısınmanın, havanın kirlenmesi, toprağın ve suyun kirlenmesinin ve de sellerle, kuraklıklarla ilgili felaketlerin aynı zamanda gıdanın fiyatının artışının ve milyonlarca insanın evini terk etmek zorunda kalışının birçok kişi tarafından fark edildiğini dile getiren Grucsh, "Sadece biz değil bilim insanları on yıllardır bunlara dikkat çekiyorlar. Karbondioksidin atmosferdeki negatif etkileri 1995'te ilk olarak söylendi. BM'nin ilk İklim Zirvesi 40 sene önce gerçekleşti. Vakit kaybetmeksizin enerji üretimini fosillerden nükleer enerjiden kurtarmak gerektiği belirtildi. Ama son 10 senedir bir şey olmuyor. Bir adım atılmıyor, sahte deklarasyonlara rastlıyoruz. OCD, Paris iklim Anlaşması'nı desteklediğini söyledi. Bu saçma. Petrol şirketlerini bir araya getiriyor, topraktan petrol çıkarıyorlar. On milyar dolar yatıracaklarmış ve de fosil enerjisinin bir kısmını tutacaklarmış, çıkarmayacaklarmış. Paris Anlaşması'na desteklerinin ne kadar yalan olduğunu görüyoruz. Ama aynı zamanda büyük hareketler görüyoruz, milyonlarca insan dünya çapında karşı çıkıyor. Bu da bize olanak sağlıyor. Bir değişim olabileceğinin olanağını sağlıyor. Lüxemburg, diyor ya 'sosyalizm mi barbarizm mi?' bu geleceğin sorusu" dedi.

Sorunun kaynağının kapitalizm olduğunun altını çizen Grucsh, kapitalizmden önce de doğanını sömürüldüğünü hatırlattı ve ekledi: "Kapitalizm içinde her şey bir meta haline geliyor doğanın her kısmı, emeği de insanları da her şey metalaşıyor. Rekabette bize sanki bizim yararımızaymış gibi satılıyor ve kar yapmanın gerekliliği her saniye kapitalistler için insanlar için doğanını öldürülmesi için bir bahane. Bu soruna bakacak olursak, burada kapitalizm içinde bir çözüm yok. Kapitalizm mantığına köklenmiş bir çözüm olamayacağını görüyoruz."

Şirketlerin karbon azaltımı yaptıkları taktirde üretimi başka ülkelere çekeceklerine dikkat çeken Grusch, "Daha düşük standartlı ülkelere çekerler, karbon salımı artık azalmayacak. Mesela şöyle deniyor, yüksek karbon salımı ve üretimi olan ülkelerden ithali azaltalım. Avrupa'da çelik endüstrisinin daha ucuz ülkelerle rekabet istemediği için. Hayır bu işe yaramayacak. Çünkü ucuz olan ülkelerde ekoloji dostu olan tabi ki çelik endüstrisi ekolojik değil, ama bazı ülkelerde daha düşük. Çalışma koşulları iyice kötüleşecek. Çevre için de daha kötü olacak. Ama en azından Avrupa içinde de işe yaramayacak. Çünkü buradaki sorun ulus devlet. Her bir hükümetin büyük bir rolü var. O da kendi kapitalistlerinin kendi sermayecilerinin dünyada rekabetini sağlamak" dedi.

'BAŞKA BİR DÜNYANIN MÜMKÜNLÜĞÜ FİLOZOFLARA KALMIŞ BİRŞEY DEĞİL'
Ekonomi ve topluma dayanan, demokratik insanlar tarafından yönetilen bir sisteme ihtiyaç olduğunun altını çizen Grusch, tüm yeteneklerin ve fikirlerin kullanılması gerektiğini vurguladı ve şöyle devam etti: "Mesele ev emeği. Yıkamak, temizlemek, yemek yapmak halk düzeyinde organize olsa profesyonel olarak sadece zamanımız kaybolmaz aynı zamanda kaynaklarımızı da tasarruf etmiş oluruz ve kadınlar da bu nahoş işlerden özgürleşmiş olurlar. Böyle bir toplumda gezegenin geleceği ve herkes için iyi bir yaşam çelişki olmaktan çıkar. Herkes 'başka bir dünya mümkün, kapitalist karşıtı sosyalist bir dünya olabilir' diyor. Sadece filozoflara kalmış bir değerlendirme değil. Hiçbir hükümet veya uluslar arası kuruluşlara, güvenemeyiz. Bu işi bunlara bırakamayız. Sokaklarda milyonlarca insan var bugünlerde, yerliler gelecekleri için savaşım veriyorlar. Pekin'de, Mumbai'de, Yeni Delhi'de hava kirliliğine karşı mücadele var, Nijer deltasında büyük şirketlere karşı insanlar mücadele ediyor. Emek sömürüsüne karşı değil sadece aynı zamanda doğanın yok edilmesine karşı mücadele meydana geliyor. Doğanın yok edilmesi dünyadaki herkesi etkiliyor. Ancak eşit bir şekilde hissedilmiyor. Bu sosyal bir sorun ve kesinlikle bir sınıf meselesi. Çünkü işçi sınıfı en fazla hissediyor ama aynı zamanda işçi sınıfının sadece dünyada bu sorunu çözme gücüne sahip olması ve toplumu gerektiği ölçüde değiştirme gücüne sahip."

Marks ve Engels'in yüzyıllar önce bu konuya değindiğine vurgu yapan Grusch, insanların doğanın bir parçası olduğunu dile getirdi. Ancak Marks ve Engels'in fikirlerinin burjuvalar tarafından işçi hareketinde bir formüle indirgendiğine dikkat çeken Grusch, "Burjuva fikrini hayata geçirdi. İnsan her şeyin üstünde ve her şeyi kullanabilir" dedi. Endüstriyel sanayi tarafından doğaya karşı büyük suçlar işlendiğini dile getiren Grusch, doğayı tahrip eden baraj projeleri gibi projelere eğer sendika liderleri karşı çıkmıyorsa bunun bir çelişki olduğunu vurguladı. "Emek hareketini bölmek için yaratılmış bir yalandır" diyen Grusch, çevre dostu olan yenilenebilir bir enerjiyle istihdam sağlanabileceğini vurguladı.

'KAZANACAĞIMIZ BİR DÜNYA VAR'
Şirketlerin yeniden satmak için ürünlerin kalitesini düşürdüklerini dile getire Grusch, "Üretimin planlanması, ulaşım ve tabi ki enerji sektörü en verimli nasıl planlanır, nasıl kaynaklar tasarruf edilir kapitalizm ve krizle alakalı. Özelleştirilmeye gidiliyor. Kapitalistler fazla birikmiş sermaye ile daha fazla kar elde edebilecekleri bir alan bulmaya yöneliyorlar" diye konuştu. Grusch, şöyle devam etti: "Dünyada bir dizi ülkede mücadeleler sürüyor, sürecek. Ve bu noktada sosyalist ve sol kesimlerin sorumlulukları geliyor. Hepimiz bu mücadelenin bizi birleştirdiğinden emin olmalıyız. Toplumsal çevreci, kadın adaletine uygun, işçi sınıfının farklı kesimleriyle tek bir mücadele yürütmeliyiz ki bu mücadeleyi kazanalım. Kaybedecek çok şeyimiz var, mücadele edeceğimiz çok yol var ama kazanacağımız bir dünya var."

Politik Ekoloji-İklim Krizi yazarı Demetrios Roussopoulos ise politik ekoloji ve sosyal ekoloji hakkında bir sunum yaptı. Doğanın sömürüsünün modern çağa ait olmadığını kaydeden Roussopoulos, "İlk kapsamlı hava kirliliği kanunu Britanya 1863'te yürürlüğe girdi. Kanun aynı zamanda ilk kirlilik kontrol ajanslarını da beraberinde getirdi. Yaklaşık 100 sene sonra 12 kurum oluşturulmuştu. Bugün bu tür kurumlar birçok ulus devlette bulunuyor. 1886'da ilk Uluslararası Çevre Anlaşması imzalandı. 1993'te ilk yaklaşık 250 anlaşma vardı böyle. 1972'den beridir BM Çevre Konferansları Stokholm'de başladı çevre koruma programlarını yürürlüğe soktular. Ama şunu biliyoruz, hala bugün çok ciddi bir problemle karşı karşıyayız. Dönüm noktasındayız" dedi.

'SERMAYEYE VE DEVLETE ASLA GÜVENEMEYİZ'
Konferansın çevre sorunu üzerine değil politik ekoloji üzerine olduğunu vurgulayan Roussopoulos, 2005 yılında Paris'te bir konferans düzenlendiğini ve ardından bir bildirge yayınlandığını söyledi. Son derece önemsiz olan bu bildirge sonrası halkın Paris'te sokağa döküldüğünü aktaran Roussopoulas, "ilk kez 2005 yılında sloganda bir değişiklik oldu orada 'iklim değişikliği değil politik değişikliği istiyoruz' dendi. Orada doğdu bu slogan" ifadesini kullandı.

Sermayeye ve devlete asla güvenilemeyeceğinin altını çizen Roussopoulos, mahallelere, şehirlere dayanana yani alttan gelen radikal bir dönüşümün gerçekleşmesi gerektiğini vurguladı. Sosyal ekoloji fikrini geliştirmede, sosyal ekolojinin bir parçası olarak demokratik konfedaralizmi Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ve Murray Bookchin'in çalışmalarının önemine dikkat çeken Roussopoulos, "Sosyal güvenlik ve gıda egemenliğine sahip olmalıyız. Programlar yaratmalıyız. Çevre sorularını sosyal sorulara bağlantılayan şeyler yapmalıyız. İşbirliğine dayanan toplumsal cinsiyet eşitliğinin olduğu, ırkçılığın olmadığı" diye konuştu.

'BÜTÜN İKTİDAR HALKA'
Sosyal konut meselesi üzerine çalıştığını söyleyen Roussopoulos, şöyle devam etti: "İstanbul'un çok önemli bir rolü var, kentleşme gezegenimizi yiyip bitiren bir görüngü. Şehirler büyüdükçe büyüyor ve gündelik hayatın sorunlarıyla insanlar başa çıkmakta güçlük çekiyor. Ama Barcelona'da Kentler ve Yerel Yönetimler Birliği var. İstanbul Şehirlerarası Fedarasyonu'nun bir üyesi. Bir önceki belediye başkanı bu federasyonun başkanlığını yaptı. Startejiden bahsedecekseniz, bu odadaki insanlar şunu açık öncelik olarak saptamalı yeni belediye başkanınız ne yaptı. Bilmiyorum ama bu konferansa katılan hatta katılmayan herkes, derhal İstanbul şehrini devralmak üzere bir strateji geliştirmeliler. İstanbul şehrini devralın, son derece demokratik değilse ekolojik toplum, şehir ortaya çıkamaz. Yapılacak tek şey aşağıdan yukarı başlamak. Gezi bir örnekse burada işleyen bir kimya var bu kimyanın üzerinde yükselmeliyiz. İnsanların gündelik etkileşimi buradan çıkmak zorunda. Çevreciliğin ötesine geçmek zorundayız. Ekoloji politiğe doğru hareket etmeliyiz ve bir noktada pratikteki toplumsal ekoloji boyutuna bakmalısınız. Rojava, Montreal güzel bir örnek. Son olarak, iktidar halka, bütün iktidar."

Roussopoulos'un konuşması salonda ayakta alkışlanırken, Rojava'dan konferansa gelen mesaj okundu. Mesajda şu ifadelere yer verildi:
"3 yıl önce Rojava da yaşayan insanlar olarak Rojava’yı yeniden yeşillendirelim çabası başlattık ve aynı isim altında uluslararası bir kampanya başlattık. Bölgedeki ekolojik zorlukları analiz etmeye yöneldik su kıtlığı, mono kültür, hava kirliliği ve çöp sorunları karşı karşıya kaldığımız bütün zorluklara bir alternatif ürettik. Siyah ve gri suyun filtreleme yoluyla yeniden kullanıma açmak, permakültür yoluyla tarıma yönelik yaklaşımları dönüştürmek, yenilenebilir enerjiyi kullanımını arttırmak, doğa konusunda eğitimler yapmak biz Rojava için insanlık ve doğayla ilişkisi için yeni bir yol var biz kendimizi doğanın üstünde görmüyoruz. Biz doğa ile bir denge içerisindeki bir hayatı savunuyoruz. Yaşlıların tarım konusundaki bilgilerini korumaya çalıştık. Tüm dünya da insanlar iklim değişimi ve ekolojik sorunlar konusundan çalışıyorlar. Biz burada kendimizi bu işin bir parçası olarak görüyoruz ama aynı zamanda da bütün bu ekolojik zorluklarla uğraşırken bir yandan da bütün dünyada ekolojik krize çözüm bulmanın yolunun kendimizi de dünyadaki toplumlar gibi örgütlenmek sorununa odaklanıyoruz. Rojava'daki feminist-ekolojik taban hareketi bunun temel örneklerinden biri operasyonun başlamasıyla birlikte bir taraftan bu somut projelere ara vermek zorunda kaldık öte yandan da ekolojik bir krizin genel olarak da modernite kriziyle karşı karşıya kaldık ve bu yüzden de savaşın doğa ve halklar üzerindeki sonuçları konusunda son derece üzgünüz ve bu konuda uyarılarda bulunuyoruz. Umuyoruz ki dünyanın farklı yerlerindeki deneyimleriyle birlikte adalete ve ekolojik bir dünyaya daha fazla yaklaşacağız."