25 Kasım 2024 Pazartesi

Kürtleri Cenevre'den kim dışlıyor?

Bütün büyük devletlerin, Suriye'de kalıcı bir çözüm için kilit önemdeki başlıca güçlerden biri olan SDK'nin Cenevre sürecinden şöyle ya da böyle dışlanmasına rıza göstermelerine bakarak diyebiliriz ki, en azından şimdilik Kürtsüz bir Cenevre -yani barışsız ve süreğen çatışma halindeki Suriye ve statüsüz Kürtler- yalnızca Ankara'nın değil, hepsinin işine geliyor. Bu kilit enternasyonalist dayanışmayla kırılabilir.

Cenevre'de Pazartesi günü bir araya gelmesi öngörülen Suriye Anayasa Komitesi'nin üçüncü birleşimi üç üyenin COVID 19'a yakalanması üzerine askıya alındı. Doğrusu, COVID 19, üyelerin sağlığını tehdit etmekle birlikte bir ölü doğum ihtimalini de ötelemiş olabilir. Çünkü, Suriye'deki bütün çatışan tarafları ve paydaşları bir masa etrafında bir araya getirme iddiasıyla yola çıksa da Cenevre süreci, başından beri ülkenin kuzey ve doğusundaki Kürt ve Arap özyönetimlerinin oluşturduğu, ülke topraklarının ve halen Suriye'de yaşayan nüfusun üçte birini IŞİD işgalinden kurtararak yönetmekte olan Suriye Demokratik Konseyi'ni (SDK) dışarıda bırakıyor. Bu pratikte "çözüm"ü de dışarıda bırakmak demek.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 2016'da, Ankara'nın PYD, TEV-DEM ve SDK mensuplarını görüşmelerden dışlamak için gösterdiği gayretin Cenevre görüşmelerini başarısızlığa mahkum kılacağını vurgulamıştı: "Bu taraf olmaksızın, onlar katılmaksızın görüşmelerin istediğimiz sonucu vermesi, Suriye'de belirleyici bir siyasal çözüm elde etmemiz mümkün olamaz." Ne var ki, bu itiraza karşın Rusya, Kürtlerin Cenevre'ye dahil olmaları için elle tutulur bir çaba göstermedi. "Onlarsız olmaz" dediği Kürtlerin IŞİD'le savaşarak elde ettiği kazanımları yok etmek üzere Türkiye'nin Rojava'ya yönelttiği saldırılara da Washington'la zımnen anlaşma halinde gözlerini yumdu: 2018'deki kanlı Efrîn istilasını, 2019'daki Serêkanî ve Girê Spî istilaları izledi.
 
Cenevre görüşmelerinde "taraflar" havanda su döverken Türkiye koynunda beslediği IŞİD ve El Nusra artığı cihadcı sürülerini Kürt topraklarında iskân etti, Kürtlerin arazi ve emlakını ganimet olarak istilacı sürülerine dağıttı. Kürt yerleşimlerini "kaymakamlık" olarak Türkiye idari yapısına içerdi; işgal bölgelerinde Türk Lirası'nı resmi para ilan etti. Okullarda Türkçe eğitimi dayattı. Efrîn'den çalınan zeytin, zeytinyağı ve buğdayı iç piyasada ve "TM" damgasıyla uluslararası emtia ve zahire borsalarında satışa çıkardı.

Oysa, 2014-18 arasında SDK sahada büyük güçlerin ve Şam'ın yapamadığını yapmış, IŞİD'i binlerce kayıp pahasına kuzey ve doğu Suriye topraklarından söküp atmış; Şam'ın birliklerini çekip kendi kaderine terkettiği bölgelerin savunmasını üstlenmiş, iç savaşa son vererek bölge sakinlerine barış getirebilen yegane güç olmuştu. SDK bütün Orta Doğu'da -Türkiye de dahil- çok inançlılık temelinde seküler bir yönetim tesis edebilen tek politik güçtü ve kadınların erkek egemenliğinden hem hukuken hem fiilen özgürleşebildikleri ve özgürlüklerini koruyacakları bir savunma gücüne sahip oldukları tek ülke Rojava'ydı.

Cenevre'deki Suriye Anayasa Komitesi'nin kuruluş ilkelerine göre tarafların "hem Suriye'nin egemenlik, birlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne ve sürecin Suriye öncülük ve sahipliğine dayanan doğasına hem de BM şartına saygılı olma"ları gerekiyor. Masa başındaki güçlerden hiç biri, Suriye'nin toprak bütünlüğünün yanı sıra halklarının ve inançlarının özgürlüğünün güvencesi sayılmayı SDK kadar hak etmediği halde SDK'nin, kurulduğu günden bu yana hepsiyle askerî, ekonomik ve siyasî anlaşmalara da sahip olduğu ülkelerin sessizliği eşliğinde Cenevre sürecinden ve Suriye Anayasa Komitesi'nden dışlanmaya devam etmesi sadece Ankara'nın lobi faaliyetlerine ve stratejik askeri ve ekonomik anlaşmalarına bağlanabilir mi?

2019 Serêkanî ve Girê Spî istilalarının baş mimarı, Trump'ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'in son Anayasa Komitesi toplantısı öncesindeki açıklamalarına bakınca, ABD'nin de Cenevre sürecini SDK'yi geleceğin Suriyesinin kurucu unsurlarından biri olmaktan uzak tutmak için istismar etmekle meşgul olduğunu görebiliriz.

Jeffrey, 13 Ağustos'ta düzenlediği videokonferansta gazetecilere Cenevre'de "kuzeydoğudaki halkın da temsil edilebileceği"nden dem vurmuş, ardından 17 Ağustos'ta bir başka videokonferansta Cenevre'ye "katılımın özgül bir örgütsel yapıya dayanması gerekmediği"ni söylemişti. Türkiye'nin "veto"su devam ederken ortaya attığı bu "katılım" hikayesiyle Jeffrey'in SDK'yi müzakere masasında kuzeydoğudaki "İhvancılar"a yakın muhafazakar unsurlarla ikameyi aklından geçirmekte olduğunu düşünmek yerinde olur. Adı ABD diplomasi çevrelerinde "Ankara'nın adamı"na çıkacak kadar rejim yanlısı Jeffrey'in Kürtler arası ihtilafları körüklemekten başka hiçbir şeye yaramayacak olan bu senaryoyu Türk Dışişleri'nin memnuniyetle karşılayacağını öngörmemiş olması beklenmez.

Bütün büyük devletlerin, Suriye'de kalıcı bir çözüm için kilit önemdeki başlıca güçlerden biri olan SDK'nin Cenevre sürecinden şöyle ya da böyle dışlanmasına rıza göstermelerine bakarak diyebiliriz ki, en azından şimdilik Kürtsüz bir Cenevre -yani barışsız ve süreğen çatışma halindeki Suriye ve statüsüz Kürtler- yalnızca Ankara'nın değil, hepsinin işine geliyor. Bu kilit enternasyonalist dayanışmayla kırılabilir.