25 Eylül 2024 Çarşamba

Kubilay: 100 bin kişilik bu suç makinesi yarın Türkiye'ye yöneldiğinde CHP ve muhalefet ne diyecek?

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, Kuzey ve Doğu Suriye'ye dönük operasyonda kullandığı çete yapılarının Türkiye'nin başına bela olacağını söyledi. Kubilay, Kürt karşıtlığından gözlerine perde inmekle eleştirdiği CHP ve diğer muhalefete de "ÖSO çetelerinden oluşturulan 100 bin kişilik bu suç makinesi ne olacak?” diye sordu.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, HDP Genel Merkezinde basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki konuları değerlendirdi. Kuzey ve Doğu Suriye'de işgal için kullanılan yeni adıyla Milli Suriye Ordusu çetelerinin Türkiye'nin başına bela olacağı konusunda uyaran Kubilay, "'Biz Suriye'de tezkereye evet demekle doğru yaptık' diyen CHP merkezi dahil, Kürt karşıtlığından gözüne sis perdesi inmiş ve bir adım ötesini dahi göremez hale gelmiş parlamento içi muhalefet, Suriye'de savaş sona erdiğinde Türkiye'nin başına büyük yeni belalar açacak, Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları gibi yeni katliamlara kapı aralayacak olan bu vahim duruma ne diyorlar?" tepkisinde bulundu.

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, bu haftaki konuşmasına da, HDP ve HDK'ye yönelik gözaltı saldırılarını hatırlatarak başladı. Van İpekyolu Belediye Eşbaşkanları Azim Yacan ve Şehsade Kurt, HDK Sözcüsü Sedat Şenoğlu'nun evleri basılarak gözaltına alındığını söyleyen Kubilay, "Sabah saatlerde belediye ablukaya alındı ve kayyum atanan kaymakam belediye geldi. Kayyımcı zihniyeti kabul etmiyoruz" dedi. HDK Sözcüsü Sedat Şenoğlu'nun 2911 sayılı gösteri ve yürüyüşlerine muhalefetten hakkında bir soruşturma olduğu gerekçesiyle evinin basılmasını "utanç verici” olarak değerlendiren Kubilay, "Arkadaşlarımız telefonla arayıp ifadeniz var denilseydi arkadaşlarımız gidip ifadelerini verirdi” dedi. Kubilay demokratik siyasete yönelik gözaltı saldırılarına, "Artık kayyımların bir yönetme biçimi, bir rejim olduğunu söylüyoruz ama kayyımlar artık siyasi iktidarın yönetemediğinin üstünü kapatamıyor. Gözaltılar, baskılar, tutuklamalar HDP'yi mücadelesinden alıkoyamayacaktır. Yılmayacağız, vazgeçmeyeceğiz, mücadeleye devam edeceğiz. Halkların Demokratik Partisi, demokratik mücadele çizgisine yılmadan devam edecektir” sözleriyle tepki gösterdi.

SURİYE'DE KÜRTSÜZLEŞTİRME TALAN VE YAĞMA DEVAM EDİYOR
Kubilay konuşmasına şöyle devam etti:

Kuzey Suriye'de son bir hafta içerisinde uluslararası kamuoyuna yansıyan gelişmelere bakıldığında Türkiye destekli MSO adını verdikleri çetelerin işgal edilen bölgelerde Kürtsüzleştirme, talan, yağma ve gasp suçlarına devam ettikleri görülmektedir. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de bu iddiaları doğrulayan raporlar yayınlamaya devam ediyor. 

Yerel halkın işgale karşı öfkesi büyük ve gösterilen kitlesel tepkilerden açıkça görülüyor. Türk-Rus askeri konvoyunun geçtiği Kobanê ve Dirbesiye köylerinde askeri araçları taşlayan halk, Rusya'ya da Türkiye'ye de sizi burada istemiyoruz demiştir. Suriye'de halklar demokratik bir siyasi çözüm istiyor. Tekrar etmeye devam edeceğiz. Türkiye savaş ve işgale son vermelidir. Suriye topraklarından askeri güçlerini çekmelidir.

Türkiye Suriye'de bir başka ülkenin toprağına askeri müdahalede bulunmakla ve o toprakları işgal etmekle uluslararası hukuku ihlal etmiş ve savaş suçu işlemiştir. Bunu biz değil, Cenevre Sözleşmesi söylüyor. Ancak bunun kadar daha vahim olan bir diğer konu ise şudur: Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını ortadan kaldırmak amacıyla Milli Suriye Ordusu adı altında Türkiye tarafından kullanılan ÖSO çetelerinden oluşturulan 100 bin kişilik bu suç makinesinin ne olacağı sorusudur? Erdoğan'ın Türkiye'nin bu çetelerle komşu olmasında bir beis görmediğini, bir hicap duymadığını biliyoruz. Ancak, bu konuda evdeki hesap çarşıya uyacak gibi görünmüyor. Altını kalın çizgilerle çizerek söylemek gerekir ki, AKP-MHP iktidarının bu çetelere ihtiyacı kalmadığı ve posa gibi bir kenara fırlatıp attığında bunlar, bütün kin ve nefretini Türkiye'ye yönelteceklerdir. İşte o zaman Türkiye bu çetelerin öncelikli hedefi haline gelecektir.

'Biz Suriye'de tezkereye evet demekle doğru yaptık' diyen CHP merkezi dahil, Kürt karşıtlığından gözüne sis perdesi inmiş ve bir adım ötesini dahi göremez hale gelmiş parlamento içi muhalefet, Suriye'de savaş sona erdiğinde Türkiye'nin başına büyük yeni belalar açacak, Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları gibi yeni katliamlara kapı aralayacak olan bu vahim duruma ne diyorlar? Bu nedenle AKP-MHP iktidarı yalnızca Kürtleri yaşadığı topraklardan sürerek silah zoruyla demografiyi değiştirmek gibi bir insanlık suçunun altına imza atmakla kalmayacak, IŞİD ve türevi çeteleri Türkiye'nin başına bela ederek yeni katliamların da yolunu açmış olacaktır. Bu bakımdan Türkiye, Suriye topraklarından derhal çıkmalı ve Türkiye halklarının aşından, ekmeğinden kesilen paralarla beslenen, büyütülen ve Kürtlere karşı kullanılan bir süre sonra da Türkiye için büyük bir tehlike olacak ÖSO çetelerinden oluşan bu suç makinesi lağvetmelidir. Bu 100 bin kişilik silahlı yapılaya bütçeden ne kadar para aktarıldığını hiçbirimiz bilmiyoruz. Çünkü bunların yasadışı yollarla ve bütçeden finans edildiğini biliyoruz. 

İKTİDAR ÜLKEYİ DE EKONOMİYİ DE YÖNETEMİYOR
Bütçe, iktisadi olduğu kadar siyasi bir olgudur. Matematiğin en fazla politikleştiği bir  olgudur bütçe. Siyasi iktidarın siyasi tercihlerini yansıtan ve ulusal gelirin nasıl pay edileceğini, kimlere ne kadar kaynak aktarılacağını gösteren en önemli ölçüttür bütçe. 2020 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı'nın TBMM'ye sunulmasının ardından iki aylık bütçe maratonu Çarşamba günü Komisyon görüşmeleri ile başladı. Bütçe büyüklüğü ülke tarihinde ilk kez 1 trilyon TL'yi aşmış olmasına rağmen, 2020 bütçesi de tıpkı öncekiler gibi, halkın ihtiyaçlarından çok iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda hazırlandığı anlaşılıyor.

2020 yılı için Merkezi Yönetim Bütçesi'nin öngörülen bütçe açığı hariç 1 trilyon 96 milyar TL olması öngörülüyor. 2019 yılı için 81 milyar TL olarak hedeflenen (Eylül 2019 itibariyle 85 milyar TL'ye ulaştı) bütçe açığının 2020'de yüzde 72 artışla 139 milyar TL olması bekleniyor ki 2020 yılında da bu rakamın çok üzerine çıkılacağı ortadadır. Bu rakamlar, AKP'nin ülkeyi olduğu gibi artık ekonomiyi de yönetemediğinin açık bir kanıtı. İktidarın Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) adı altında yürüttüğü ‘müşteri garantili' projelere 2018 bütçesinde 6.2 milyar TL, 2019 bütçesinde ise 9.7 milyar TL ayrılmıştı. 2020 bütçesinde ise ‘garanti ödemesi' olarak ayrılan miktar iki yıl öncesine göre 3 kat artarak 19 milyar TL'ye çıkarılmış. Bu miktarın 10.5 milyar TL'si şehir hastanelerine, 8.3 milyar TL'si ise köprü ve otoyolları işleten şirketlere aktarılacak. Halkın büyük bölümünün kullanmadığı köprüler, tüneller ve havalimanları ile şehir merkezlerine çok uzak olması nedeniyle kullanmadıkları şehir hastaneleri için müteahhitlere hizmet karşılığı olmayan milyarlarca lira bütçeden ayrılmış durumda. 

RAKAMLAR BÜTÇENİN ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİK BÜTÇESİ OLDUĞUNU GÖSTERİYOR
AKP, işçi ve kamu emekçilerine zam vermemek için enflasyon rakamlarıyla dahi oynarken, 2020 bütçesinde sermayeye her türlü kolaylığı sağlamış. Patronlara vergi kolaylıkları getirmiş. İstisnalar dışında 44.4 milyar TL doğrudan teşvik verileceği görülmektedir. 2020'de patronlara doğrudan teşvikler dışında, 25.2 milyar TL de sosyal güvenlik prim desteği adı altında kaynak aktarılması hedefleniyor. Bu rakamlar dahi 2020 bütçesinin önceki AKP bütçeleri gibi eşitsizliğin ve adaletsizliğin bütçesi olduğunun göstergesi.

BU BÜTÇE SAVAŞ BÜTÇESİDİR
2020 bütçesi aynı zamanda savaş, kayyım ve tecrit bütçesidir. Bu bütçeden sadece Kürtler değil ülkenin tüm yoksulları, emekçileri, kadınları, gençleri, çocukları, yaşlıları, engellileri de zarar görecek. Savaşın toplumsal ve ekonomik maliyeti artacak, bu süreçten sadece AKP'nin yanında saf tutmuş kesimlerin dışında herkes zararlı çıkacaktır.

Devletin savunma ve güvenliğe ayırdığı pay çeşitli kalemlere dağılmış olduğu için net olarak görülemese de Millî İstihbarat Teşkilatı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve İçişleri Bakanlığı payına ayrılmış pay bulunan bütçe 2017 yılında yaklaşık 65 milyar TL, 2018 yılında yüzde 40 artarak yaklaşık 92 milyar TL'ye çıkmış bulunuyor. 2019 yılı için ise bu rakamlar yüzde 21 daha artarak yaklaşık 111 milyar liraya ulaşması hedefleniyor. Bu durumda son iki yıl boyunca (iki yılda 70'lik artış var) sürekli dile getirilen savaş hükümeti, savaş bütçesi söylemleri, bir anlamıyla, kanıtlanmış durumdadır.  ‘Güvenlik' ile ilgili 7 kurumun toplam bütçesinde son iki yılda 38 milyar 91 milyon 477 bin lira artışa gidilmiştir.

2002-2018 YILLARI ARASINDA GÜNDE ORTALAMA 8 KİŞİ HAYATINA SON VERİYOR
Sonuç olarak bu bütçe AKP iktidarının utanç vesikasıdır. Bu utanç vesikası EYT'lilere, KYK borcu olan öğrencilere, kadınlara, emekçilere, yoksullara, 8 milyon işsize hakaret etmekte, onlarla dalga geçmekte, çare olarak ölümü göstermektedir. Tıpkı 2 gün önce Fatih'te 4 kardeşe gösterdiği gibi. İstanbul Fatih'te 4 kardeşin parasızlıktan, yoksulluktan, çaresizlikten intihar etmesinin sorumlusu, yoksulluğu bu topluma kader olarak empoze eden AKP iktidarıdır. 4 kardeşin intihar etmesinin sorumlusu daha cenazeleri yerden kaldırılmadan elektriklerini kesme cüreti ve ahlaksızlığını gösteren elektrik dağıtım şirketi ve kamusal hizmet adına ne varsa özelleştiren, yandaş sermaye gruplarına aktaran bu iktidardır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2002 - 2018 yılları arasında Türkiye'de günde ortalama 8 kişi hayatına son verdi.

Görüldüğü gibi bu bütçede işçi yok, emekçi yok, yoksul yok, kadın yok, genç yok, emekli yok, ekoloji yok… Yandaş sermaye gruplarına teşvik ve destek, savaş ve silah harcamaları hepsi bu kadar.

SAĞLIKLI VE TEMİZ GIDA TEMEL BİR İNSAN HAKKIDIR
Son günlerde ıspanak tüketimi sonucu yaşanan gıda zehirlenmelerinde, 196 kişi zehirlenme şikâyetiyle hastanelere başvurmuştur. Bu konuda İstanbul Tarım Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada "Ispanak demetleri arasına karışan yabancı otların zehirlenmeye neden olduğu, nitrat ve nitrit kalıntısı yönünden yapılan analizlerde herhangi bir bulguya rastlanmadığı söylenmiştir. 

O halde zehirlenen yurttaşların tıbbi teşhisi de paylaşılarak zehirlenmelerin bakteriyel bir durumdan mı yoksa karışan otun etken maddesinden mi olduğu açıklanmalıdır. Aksi takdirde bu açıklamanın Çernobil faciasından sonra "Çayda radyasyon yok” açıklamasından bir farkı olmayacaktır. Türkiye'de gıda güvenliğine dair benzer sorunlar ve tartışmalar sürekli olarak yer almaktadır. Çünkü tarımsal üretimin her aşamasında olduğu gibi üretimden sonraki aşamada da etkin bir gıda güvenliği yapılamamaktadır ve işletmeleri denetlemekle görevli kişi sayısı da çok yetersizdir.

Tarımla ilgili pek çok kurum kapatıldı ve bu işlevleri görecek kurumlar da yok artık. Örneğin 650 bin gıda işletmesinin olduğu ülkemizde 6500 gıda denetmeni var. Gıda denetinin yetersizliği bile siyasi iktidarın gıda denetimleri konusundaki aymazlığını ortaya koymaktadır. Sağlıklı temiz gıdaya ulaşım temel bir insan hakkıdır. Halkın sağlıklı ve temiz gıda tüketmesi için gerekli önlemler acilen alınmalıdır. 

ARINÇ, KURT İLE YİYİP KUZUYLA AĞLAYAN, TİMSAH GÖZYAŞI DÖKEN KİŞİDİR
Bülent Arınç'ın KHK ile ilgili açıklamalarına gelince, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç'ın KHK'lar ile ihraç edilenlerle ilgili açıklamalardan sonra tartışma alevlendi. Bu konuda açıklamalar şöyle: Bülent Arınç: "KHK uygulamaları bir faciadır.” İbrahim Kalın: "Bir faciadır dediğinizde, 15 Temmuz faciasını gölgeleyen bir tutum gibi algılanır.” Erdoğan: "Esefle karşıladım, şık bulmuyorum.” Fahrettin Altun: "Yüksek İstişare Kurulu toplantısında 15 Temmuz hain darbe girişiminin faili FETÖ'ye karşı yürütülen kararlı mücadeleden asla taviz verilmeyeceğinin üzerinde hassasiyetle durulmuştur” gibi açıklamalar yapmışlardır. Buna karşılık Bülent Arınç: "KHK mağdurlarının uğradığı haksızlığı dile getirmenin FETÖ'yü aklamak olduğunu iddia edenlerin akıl ve izandan yoksun olduğunu söylerim” demiş. Ne hazindir ki, savcıları göreve çağıranların geçmiş yıllarda FETÖ övgüleri halen elden elde dolaşmaktır.

Ünlü meseldir: Cinayet mahalline ilk olarak azmettiren gelirmiş. Arınç, kurt ile yiyip kuzuyla ağlayan siyasi bir kişiliktir ve kendisi timsah gözyaşları dökmesiyle ünlüdür.  Arınç'ın ve AKP'lilerin KHK ile haksızca, hukuksuzca, ihraç edilenlerle ilgili söyleyebilecekleri tek söz yoktur. KHK'yle ihraç edilenlerin kayıkçı kavgasına değil, işlerine iade edilmeye ihtiyaçları var. AKP iktidarının yapması gereken tek şey, haksızca, hukuksuzca ihraç ettiklerini bir an önce işlerine iade etmektir. Barış Akademisyenler örneği var. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü dedi. Mahkemelerden beraat ettiler. Neden duruyorsunuz? Görevlerine iade etmiyorsunuz? Zulmünüzü büyütüyorsunuz. Çok ilginçtir darbenin siyasi ayağı dışarıda… Damatlar tek tek beraat ediyor. Binlerce insan ise mağdur ediliyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor. KHK zulmüne son verin. Haksızca, hukuksuzca ihraç edilenleri işlerine iade edin çağrısını yapmak istiyoruz.

KADINLARA YÖNELİK SALDIRI ÖZGÜR KADIN İRADESİNDEN KORKUNUN GÖSTERGESİDİR
Açıklamamızın başında da ifade ettiğimiz gibi HDP'ye yönelik gözaltı ve tutuklamalar hız kesmeden devam ediyor. Hatırlanacağı gibi geçen hafta Van'da 15 kadın gözaltına alınmış, 2'si tutuklanmıştı. Önceki gün de her türlü baskıya rağmen geri adım atmayan ve meşru direniş çizgisinden ödün vermeyen HDP Kadın Meclisi üyesi ve TJA mensubu kadınlara yönelik yoğun gözaltılar yapıldı. İktidarın borazanları günlerdir HDP Kadın Meclisi ve TJA'ya yönelik bir karalama kampanyası yürütüyorlardı. TJA'yı ve HDP Kadın Meclisini kriminalize ederek kadın özgürlük mücadelesini bastırmak ve kadınları susturmak istiyorlar. Kadınlar, kadın düşmanı bu zihniyeti kayyımlardan, eşbaşkanlık sisteminin hedef gösterilmesinden, İstanbul Sözleşmesi ve nafaka hakkının gasp edilmesinden biliyorlar. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü'ne sayılı günler kala, gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla kadınlara şiddet uygulanması örgütlü kadın iradesinden ve özgür kadın pratiğinden korkunun bir ifadesidir. 

Kadınları, bu tür sindirme ve yıldırma operasyonlarıyla eve kapatmayı amaçlayan AKP-MHP erkek iktidarı, kadınları siyaset yapmaktan vazgeçiremez. HDP olarak kadınları eve kapatmaya çalışarak, örgütlü kadın iradesini ve özgür kadın kimliğini yok etmek isteyen AKP-MHP iktidarına sesleniyoruz: Kadınlar, kadın düşmanı politikalarınıza boyun eğmediler, eğmeyecekler. Kadın iradesi olan TJA, HDP Kadın Meclisi ve diğer örgütlü kadın yapılarını kriminalize etme, karalama ve hedef gösterme girişimlerini sert bir dille kınıyor ve reddediyoruz. Ve gözaltına alınan kadınları serbest bırakılması çağrısı  yapıyoruz. 

HDP SUSMADI SUSMAYACAK, TARİHİN AKIŞINI KİMSE DURDURAMAZ
HDP bu topraklara kök salmış ezilen halkların, yağmalanan, talan edilen doğanın sesi, soluğu, temsilcisi ve vicdanıdır. O kökü sökeceklerini zannedenlere söylüyoruz: HDP her türlü zulmünüze rağmen bu topraklarda haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe uğrayan, emeği sömürülen, alınteri çalınan, ezilen, katledilen, şiddete uğrayan kadınların, gençlerin, işçilerin, köylülerin ve yoksulların partisidir. HDP'nin sesi geleceğin sesidir. HDP susmadı, susmayacak. Tarihin akışını durdurmaya kimsenin gücü yetmez. 

EKİM DEVRİMİNİ BİZLERE ARMAĞAN EDENLERİ SELAMLIYORUZ
Bundan 102 yıl önce, 7 Kasım 1917'de dünyaya yeni bir çığır açan büyük Ekim Devrimi gerçekleşmişti. Ekim devrimini bizlere armağan edenleri selamlıyor, saygıyla anıyoruz. Adeta ezilen halklar hapishanesi olan Rusya'da, Rusya işçi sınıfı ve ezilen halkları, kenetlenerek çarlık otokrasisinin ağır baskılarına, şiddetine ve zulmüne rağmen ekim devrimini dünyanın bütün ezilenlerine armağan etmeyi başardılar. Ekim devrimine öncülük edenler, insanlığın nihai kurtuluşuna giden yolda hepimize birer meşale oldular. 

EKİM DEVRİMİNİN İZLERİ BUGÜN ROJAVA DEVRİMİNDEDİR
Bugün büyük bir övünçle söyleyebiliriz ki, büyük ekim devriminin izini sürenler ve ondan ilham alanlar, Suriye'de süregiden iç savaş ve işgal koşullarında Ortadoğu halklarına yol gösteren ve özgürleşme umutlarını büyüten Rojava devrimini hepimize armağan etmiş bulunuyorlar. Dün nasıl ki Ekim devrimini boğmak isteyen çarlık otokrasisi yok olduysa, bugün Rojava devrimini boğmak isteyen saray otokrasisi de er ya da yok olacaktır. Kalacak olan devrimler, gidecek olan otokrasilerdir.