23 Eylül 2024 Pazartesi

Koray Can yazdı | Kleptoparazit devlet

Politik islamcı faşist AKP iktidarıyla ve faşist şeflik rejimiyle birlikte sömürgeci faşist Türk devletinin kleptoparazitik özelliği çok daha belirgin hale gelmiştir. Kuşkusuz bunda Özal'la başlayan ve politik islamcı faşist AKP iktidarıyla devam eden neoliberal politikaların ve faşist saray darbesinin önemli bir payı vardır.
 

Bir kişinin belli bir neden olmaksızın gösterdiği istemsiz hırsızlık davranışı tıpta kleptomani olarak tanımlanır. Bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dini grubun, o ülkenin kaynaklarını sistematik olarak soyması ise kleptokrasi, yani "hırsızlık rejimi" olarak tanımlanır. Bu tanımlamadan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, her kapitalist sistem özü itibariyle aynı zamanda bir hırsızlık rejimidir. Her kapitalist sistem, işçi ve emekçilerin emeğini sömürerek, zor ile toplumun ürettiği değerlere el koyarak kendini var eder. Bu sömürü ve zorbalığı gerçekleştirmeden kapitalizmin kendi varlığını sürdürmesinin koşulu yoktur. Yani kapitalizmin hırsızlığı kleptomanide olduğu gibi istem, irade, zorunluluk dışı değil, tamamen bilerek, isteyerek yapılan ve de kapitalizmin zorunlu bir yasasıdır.

Özellikle burjuva demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleşmediği ülkelerde kleptokrasinin daha belirgin olarak açığa çıktığı ve o ülkenin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri olduğu ifade edilir. Kleptokrasi ile yönetilen ülkelerde yozlaşmış politikacıların, kendilerini kendi rejimlerinin, hukuk sisteminin dışında tutup, yandaş komisyonlar, rüşvetler ve özel ayrıcalıklar yoluyla, devlet fonlarını kendilerine ve ortaklarına yönlendirerek gizlice zenginleştikleri ortada.

Yerli sanayi ve tarımsal üretimin zayıflatıldığı ve iç pazarın büyük sermaye gruplarına açıldığı, iş gücü ücretinin düştüğü, işsizliğin ve yoksullaşmanın artığı; siyasal olarak ise politik özgürlüğün olmadığı, temel insan haklarının bile yok sayıldığı baskıcı-faşist rejimlerde, milliyetçilik, şovenizm, ırkçılık ve dincilik ile rejimlerini ayakta tutmaları, en karakteristik özellikleri olarak ifade edilir. Diğer bir karakteristik özelliği ise bu devletlerin tamamının faşizmle yönetiliyor olmasıdır.

ML'in kurucuları, özel mülkiyetin ortaya çıkmasına bağlı olarak, üretim araçlarının ve sermayenin belli ellerde toplanmasına, bunun da farklı sınıfların ortaya çıkmasına vesile olduğunu, bu karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıflar arasında uzlaşmaz çelişkilerin meydana geldiğini, bu uzlaşmaz çelişkilerin burjuva sınıf lehine bastırılmasını sağlayacak devlet denilen aygıtın da bu süreçte ortaya çıktığını belirtir. Bu konuda Marx; "Eğer sınıflar arası uzlaşma olanaklı olsaydı devlet ne ortaya çıkabilir, ne de ayakta kalabilirdi" diyor. Ayrıca Engels, devlet denilen aygıtın toplumların bağrından çıktığını ama asla sınıflar üstü bir olgu olmadığını ve nerede sınıf çelişkisi ve sınıf savaşımları varsa ancak orada devletin var olabileceğini söyler. Marx ve Engels'in bu belirlemesinden de anlaşılacağı gibi sınıflı toplumlarda devlet siyasi bir araç olarak bağımsız olmamakla birlikte önemli baskı ve hegemonya aygıtıdır. Kapitalist sistemde bu zor aygıtının temel işlevi sistemi ayakta tutan alt yapı ve üst yapı kurumlarını ebedi olarak koruyup kollamaktır.

Yönetim şekli bakımından kimi biçimsel farklılıklar olsa da sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin temel işlevi de diğer kapitalist devletlerin işlevinden farklı değildir. Türk sermaye oligarşisinin, kapitalist sömürü düzeninin ve erkek egemen sistemin geleceğini güvence altına almak için oluşturulan ve varlığını sürdüren, Türk-İslam ideolojisinde ifadesini bulan ırkçı-milliyetçi ve şovenist karakterde olan siyasal bir zor aygıtıdır. Sömürgeci faşist Türk burjuva devletini farklı ulus ve inançları yok saymasından, kültürel, inançsal ve fiziki yöntemlerle soykırıma tabi tutmasından biliyoruz. Kapitalist erkek egemen bir devlet olmasından, işçilere, emekçilere, kadınlara, LGBTİ+'lara karşı düşmanca bir tutum içerisinde olmasından tanıyoruz. "Demokratik devlet", "laik devlet", "her kesin devleti" gibi söylem ve tanımlamalar da, iktidarların seçimle gelmesi de, "herkesin seçme ve seçilme hakkının olması" da sınıf çelişkilerini hafifletmeye, kitleleri sisteme yedeklemeye yönelik ileri sürülen demagojik söylemden öteye bir anlam ifade etmemektedir.

Kleptoparazitizm, bir canlının başka bir canlı tarafından hazırlanmış, yakalanmış, avlanmış, biriktirilmiş yiyecek kaynaklarını çalarak tüketmesi şeklinde gerçekleşen bir beslenme şeklidir. Özel mülkiyete dayalı, üretim araçlarının ve sermayenin belli ellerde toplandığı kapitalist sistemde, her devlet kleptoparazitik bir özellik taşır. Her emperyalist ve kapitalist devlette olduğu gibi, sömürgeci faşist Türk devletinin ve burjuvazisinin sermaye birikiminin temelinde kleptoparazitik bir beslenme şeklini görüyoruz. Ermeni, Pontus, Süryani halklarının vatanlarının soykırımla ellerinden alınması, sermaye ve mülklerine el konulması; Kürdistan'ı sömürgeleştirip tüm ulusal zenginliklerine ve varlığına el konulması, 6-7 Eylül pogromu, Kıbrıs'ın işgal edilmesi; işçi ve emekçilerin üretim sürecinde emeklerinin sömürülmesi, kazanılan haklarının gasp edilmesi, işsizlik ve yoksullaşmaya bağlı olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın ucuz iş gücü cenneti haline getirilmesi, emekçilerden alınan dolaylı vergilerin artırılması, sağlık ve eğitimin metalaştırılması, yüksek faizler, kadın bedeninin sömürülmesi, doğanın talan edilmesi gibi yöntemlerle sermaye birikiminin yapıldığı bir burjuva sınıf ve devlet gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Politik islamcı faşist AKP iktidarıyla ve faşist şeflik rejimiyle birlikte sömürgeci faşist Türk devletinin kleptoparazitik özelliği çok daha belirgin hale gelmiştir. Kuşkusuz bunda Özal'la başlayan ve politik islamcı faşist AKP iktidarıyla devam eden neoliberal politikaların ve faşist saray darbesinin önemli bir payı vardır. Bir yandan neoliberal politikaların harfiyen uygulanması diğer yandan yeni Osmanlıcılık politikalarına bağlı olarak izlenen yayılmacı siyaset, Kürt özgürlük hareketine ve Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaşın artan maliyeti, karşıdevrimci şidde­te dayalı planlar ve yatırımlar kapsamında militarizm ve iç sa­vaş harcamalarının katlanarak artması, cemaat ve tarikatlara, karşıdevrimci örgütlenmelere, Suriye iç savaşında cihatçı örgütlere aktarılan ekonomik ve askeri kaynaklar faşist Türk burjuva devletini daha fazla kleptoparazitik yani hırsız, kan emici ve faşist bir hale getirmiştir.

İşçi ve emekçilerin alınterinin gasp edilmesi, emeğinin sömürülmesi, "özelleştirme" adı altında kamuya ait ne varsa emperyalistlere ve sermayedarlara, kendi yandaşlarına peşkeş çektirilmesi, Kuzey Kürdistan'ın yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin talan edilmesi, "kentsel dönüşüm" adı altında emekçi halkımızın evlerine, mallarına ve mülklerine el konulması, uyuşturucu ticareti ve kara para aklamanın bir devlet politikası haline getirilmesi, vergilerin sürekli artırılması, doğanın yağmalanması vb. uygulamalar sömürgeci faşist şeflik rejimini ve sermaye oligarşisini tatmin etmemekte, ekonomik krizini ortadan kaldırmasına yetmemektedir. Bu nedenle siyasi, ekonomik, askeri, toplumsal bir kriz ile karşı karşıyadır. Bu kriz ve kaosun basıncı altında olan sömürgeci faşist şeflik rejimi, bir taraftan işçi ve emekçileri daha fazla sömürmenin yol ve yöntemini devreye sokarken diğer yandan yeni sömürgeci savaş ve işgal politikalarıyla, milliyetçi, şoven, ırkçı ve dinci siyaset tarzıyla devleti ayakta tutmaya çalışıyor. Fakat yaratmak istediği "makbul vatandaş" projesinin önünde engellerin olması onu daha fazla saldırganlaştırıyor.

Bu hırsız ve asalak kan emici sistem varlığını koruduğu sürece, sömürü ve zulüm çarkları işlemeye devam edecektir. İşsizlik, açlık ve yoksulluk işçi ve emekçilerin, halklarımızın kaderiymiş gibi varlığını sürdürecektir. Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık, uyuşturucu ve fuhşun devlet eliyle sektörleşmesi gibi toplumsal çürüme ve mafyalaşan devlet yapısı işleyecektir. İşkence ve katliamlar sürecek, kan ve gözyaşı akmaya devam edecektir. Yasaklar, gözaltılar ve tutuklamalar hız kesmeden sürecektir. Kadın bedeni üzerindeki sömürü, kadın katliamları devam edecektir. Kürt halkının varlığı inkar edilecek, iradesi yok sayılarak, soykırım saldırılarına maruz kalacaktır. Başta Aleviler olmak üzere farklı inançlarda halklarımız asimilasyona, katliamlara uğrayacak, ırkçılık, şovenizm, milliyetçilik ve gericilik ile halklarımız esir alınarak birbirine karşı düşmanlaştırılacaktır. Halklarımızın işçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin "adalet" talepleri hep yanıtsız kalacaktır. Faşist devletin gözetimi altında çocuklara yönelik taciz ve tecavüz sürdürülecektir. Çürümenin derinleştiği hukuk kurumları, burjuvazinin halklarımızı, işçi ve emekçileri, kadınları ve ezilenleri cezalandırdığı birer faşist kurumlar olmaya devam edecektir.

Faşist devlet "makbul vatandaş" kitlesini yaratana kadar özel/psikolojik savaş politikalarını sonuna kadar sürdürecektir. Kısacası faşist şeflik rejimi, yıkılmamak için bir yandan devlet sınırları içerisinde, sınır tanımaz faşist devlet terörü, demagoji ve yalanlara dayalı psikolojik savaşı sürdürürken, diğer yandan devlet sınırları dışında sömürgeci, işgalci çizgisini devam ettirecektir. Kleptoparazit bir devletin ve sistemin bu sömürü ve şiddetten başka halklarımıza, işçi ve emekçilere, ezilenlere verebileceği başka bir şey yoktur. Çünkü bunlar olmadan kapitalist, sömürgeci faşist düzen asla ayakta kalamaz. Sömürü ve zulüm üzerine inşa edilen, herhangi bir insani değere, kurala, yasağa bağlı bulunmayan hırsız, asalak, faşist şeflik rejimi, bin kez yıkılmayı hak etmektedir. Bunun için Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle işçi sınıfının, kadınların ve tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin birleşmesi ve faşist diktatörlüğün topyekun saldırılarına karşı birleşik bir direnişin, ortak bir karşı koyuşun örgütlenmesi ve sömürgeci faşist rejimi ayakta tutmaya çalışan unsurların ve kurumların, devrimci şiddet eylemlerinin merkezine konularak etkisizleştirilmesi yaşamsal olduğu kadar günün en temel devrimci görevidir.