20 Eylül 2024 Cuma

Kar topu gibi büyüyen mücadele: Cumartesi Anneleri

Gazi direnişinin ve gözaltında kayıplara karşı mücadelenin simgesi Hasan Ocak'ı, Cumartesi Anneleri'nin ortaya çıkışını ve daha fazlasını Hasan Ocak'ın kardeşi İHD Kayıplar Komisyonu üyesi Maside Ocak ile konuştuk.
Galatasaray'da başlayan Cumartesi Anneleri'nin gözaltında kayıplara karşı başlattığı eylem 700. haftasına giriyor.
 
Kayıplar mücadelesinin simgesi olan Hasan Ocak'ın kardeşi ve aynı zamanda İHD Kayıplar Komisyonu üyesi Maside Ocak ile birlikte ilk kıvılcımının ortaya çıkışını ve 1995 yılından bugüne büyük bir irade ve kararlılıkla devam eden mücadeleyi konuştuk.
 
12 Mart 1995'te Gazi Mahallesi'nde bir katliam yaşandı. Bu katliama engel olmak isteyenler sokaktaydı ve onlardan biri de devletin Alevilere dönük katliam planını boşa düşüren Hasan Ocak ve yoldaşlarıydı. Gazi'deki direnişi ve iradeyi kırmak için direnişin öncüsü Hasan, 21 Mart 1995'te gözaltına alındı. Gözaltına alındıktan 5 gün sonra tel ya da iple boğularak katledilen Hasan'ın cansız bedeni Beykoz'da bulundu ve kimsesizler mezarlığına gömüldü. Bu süre zarfında yoğun bir şekilde Hasan'ı arayan ailesinin ve yoldaşlarının her yere resmini asması ve tüm devlet kurumlarına Hasan'ın bilgilerinin gitmesine rağmen Beykoz Cumhuriyet Savcısı 49 ilçeye gönderdiği parmak izi teşhisinde Hasan'ın kimliğini tespit 'edemedi'.
 
'BİZDE YOK' CEVABI KARTOPU OLUYOR
 
Ocak ailesi Hasan'ın gözaltına alındığından emindi çünkü Hasan'ı işkence  edilirken ve parmak izi listesinde Hasan'ın adını görenler de vardı. Ama devlet inkar etti ve Ocak ailesi gittiği her kurumda aynı cevabı aldı: Bizde yok.
 
"Ancak Hasan bulunduğunda ayakkabı bağcıkları, saati ve kemeri üzerinde yoktu ve parmaklarında parmak izi mürekkebi vardı" diyen Maside Ocak, bunun Hasan'ın sorguda işkence edilerek gözaltında kaybedildiğinin kanıtı olduğunu söylüyor.
 
Baba Ocak ve Emine Ana'nın Galatasaray'da yankılanan "Ben Hasan'ın annesiyim. Oğlumu istiyorum" çığlığının on binlerce anne ve babanın çığlığı olduğu o ilk güne nasıl karar verdiklerini sorduğumda ise, "Bir süre sonra 'Bizde yok' cevabı çoğalınca ailesi ve Hasan'ın arkadaşları olarak İnsan Hakları Derneği (İHD) ile birlikte bir kampanya başlatmaya karar verdik" diyor Maside.
 
10 kişilik sendika toplantılarından 10 binlerin yer aldığı mitinglere kadar her yerde "Hasan'ı sağ aldınız sağ istiyoruz" şiarıyla Hasan'ı ve gözaltında kaybedilen tüm insanları nasıl sormaya başladıklarını anlatıyor.
 
Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı'nda Hasan'ı ararken gösterilen fotoğraflardan birini Kenan Bilgin'e benzetiyorlar ve Bilgin ailesine haber veriliyorlar. Bilgin ailesi fotoğrafın çocuklarına ait olmadığını söylüyor ve yapılan parmak izi tespitinde Rıdvan Karakoç bulunuyor. Daha sonra Rıdvan ile Hasan'ın aynı şekilde katledildiği, aynı yere atıldığı ve aynı kimsesizler mezarlığına gömüldüğü anlaşılıyor.  Kampanya yürütülürken Ayşenur Şimşek, Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç olmak üzere kaybedilen üç devrimcinin cansız bedeni bulunuyor.
 
MÜCADELE HASAN'I BULDURUYOR
 
58 günlük arayışın ve kararlı bir mücadelenin sonunda Hasan'ın cansız bedeni Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'nda bulunuyor. Hasan'ın cansız ve işkence edilmiş bedenin fotolarını adli tıpta gören Ocak ailesi, fotoğrafların Hasan'a ait olduğuna inanmak istemese de devlet suç üstü yakalanıyor. Bundan dolayı devletin intikamcı tavrı değişmiyor, Ocak ailesinden önce Beykoz'da Hasan'ın kimliği, adli tıpta cansız bedeni ve kimsesizler mezarlığında da mezar numarası gizleniyor. Devlet sadece Hasan'ı değil ona ait ne varsa hepsini gizleyerek kaybetmek istiyor ama 58 günlük çelikten irade Hasan'ı buluyor. Hasan'ın Beykoz'da bulunduğunda üstünde olan kıyafetleri bile verilmiyor Ocak ailesine.
 
58 gün içine çok sayıda gözaltı, işkence ve irade sığdırdı Ocak ailesi ve yoldaşları. Birçok devlet kurumuna giderek Hasan'ı ve kaybedilen insanları sordu, giremediği devlet kurumlarına kendini zincirledi. Tüm bunların ardından Hasan'ın bulunmasından sonra dönemin Bakanı CHP Milletvekili Algan Hacaloğlu Ocak ailesinin evine gelip özür dilemek zorunda kalırken bir taraftan da İstanbul Emniyet Müdürü Nejdet Menzir aileyi ve Bakanı tehdit ediyordu.
 
HASAN'IN DÜĞÜNÜ GAZİ'DE ON BİNLER SOKAKTA
 
19 Mayıs 1995'te Hasan Ocak, kimsesizler mezarlığından Gazi'ye götürülerek on binlerin katıldığı görkemli bir törenle katledilmeden bir süre önce Hasan'ın tabutlarını omuzladığı Gazi şehitleri Zeynep Poyraz, Dilek Sevinç ve Sezgin Engin'in yanına defnedildi. Hasan'ın babası Baba Ocak, o güne dair şöyle diyor: "Ben aylardır Hasan'ın nikahına hazırlanıyordum. Bugün Hasan'ın düğünüdür."
 
Gazi direnişinin öncüsü Hasan, daha sonra Baba Ocak'ın sözleri ile ile anılacaktı şarkılarda: Senin düğünündü bu, on binler uğurladı/ Gazi'nin sokaklarında özgürlük dalgalandı/ On bin umut, on bin yürek bastı seni bağrına/ Uslanmaz direnişlerle taşındın omuzlarda/ Beyaz ölümlerle kaybolmadın yoldaşım/ On binlerce Hasan var, güneşe uzanıyor...
 
Hasan'ın cansız bedeni bulunuyor ama Ocak ailesinin mücadelesi bitmiyor. Fatih Cumhuriyet Başsavcısı tarafından hazırlanan otopsi raporunda Hasan'ın tel veya iple boğulduğu ve elektrikten dolayı iç organlarının parçalandığı ve vücudunun her yerinde işkence izi olduğu yazıyordu. Ocak ailesinin dönemin görevlileri ile ilgili yaptığı suç duyurusuna aynı savcılık " Türk polisinin gözaltında işkence yapmayacağına, insan öldürmeyeceğine ve kaybetmeyeceğine olan inancımla takipsizlik kararı veriyorum" cevabını verdi.
 
CUMARTESİ ANNELERİ ORTAYA ÇIKIYOR
 
Maside, "Tüm bu süreçte bir taraftan hukuksal mücadeleyi devam ettirirken bir taraftan da kayıp aileleri ile birlikte 'ne yapabiliriz' diye konuşuyorduk" diyor. Yapılan toplantılarda Plaza de Mayo Anneleri gibi her hafta sabit bir yerde eylem yapma kararı çıkıyor. Ocak ailesi devletin kaybetme politikasına yabancı olmayan politik bir aile ve Maside, "Hasan ilk kayıp değildi ama biz Hasan'ın son kayıp olmasını istedik" diyerek anlatıyor mücadelenin özetini.
 
"Gözaltında kayıplar son bulsun, akıbetleri açıklanarak ailelerine teslim edilsin ve failleri cezalandırılsın" talebi ile Galatasaray'da her Cumartesi eylem yapmaya başlıyorlar." Alana ilk çıktığımızda biz de ne yapacağımızı bilmiyorduk, aynı şekilde devlet  de. İlk alana çıktığımızda polis şaşkındı çünkü 20-25 insan ellerinde 2 tane döviz var. Sadece oturuyorlardı" diyor. Diğer haftalarda da aynı durum yaşanıyor ve basın açıklaması okumaya ve kayıpların resimlerini taşımaya başlıyorlar.
 
İLK ŞAŞKINLIKTAN SONRA DEVLET YÜZÜNÜ GÖSTERİYOR
 
Maside, "Ailelerin Ankara'ya başlattıkları yürüyüşü engellemek amacıyla ilk gözaltını 8 Temmuz 1995'te yaşadıklarını ve 1996 yılında ise Habitat-2 dönemin'de Taksim'de yapılan toplantı süresince yani 4-5 hafta boyunca eyleme saldırıların devam ettiğini" söylüyor. Devlet, kirli politikalarının uluslararası kamuoyunda duyulmasını istemiyor fakat artık çok geç. Dünyada Plaza de Mayo Anneleri'nin yanında artık kayıp yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri'nin de sesi yankılanıyor.
 
Maside, gözaltına alınan insanların bırakıldıktan sonra Galatasaray'a geldiğini ve "Gözaltından yeni çıktım, beni de kaybedeceklerdi ama 'Senin annen de gidip Cumartesi Anneleri'ne katılır' deyip gözaltında kaybetmekten vazgeçtiler" dediklerini aktarıyor. Nitekim '94-'95 Mart'ı arasında İHD' ye yapılan kayıp başvurusu sayısı 490'ları geçerken 99 Mart'ında sadece 9 kayıp başvurusu yapılıyor. "Bu cümleler bizim çıkış noktamızdı" diye devam ediyor Maside ve ekliyor. "Biz ne kadar çok sesimiz çıkarsa o kadar çok insan nefes alır, gözaltında kaybetmelerin önünde durabiliriz diye düşünüyorduk."
 
DEVLET PANİKLİYOR SALDIRILAR ARTIYOR
 
1998'e kadar kesintisiz devam eden eylemlere devletin saldırıları giderek artıyor ve değişiyor. Her gözaltı daha kalabalık, işkence daha sert oluyor ve her gözaltından sonra uzun günlere varan iş göremez raporu alıyorlar. 200. haftada ara vermek zorunda kalıyorlar eylemlere çünkü son 30 haftada 1193 kişi gözaltına alınıyor. "Bu saldırılar hem katılımcı sayısını düşürüyor hem de karakolda kanlı görüntüler psikolojik basınç yaratıyordu. Aynı zamanda annelerimizden astım hastası olan, kemoterapi gören yani ciddi sağlık sorunu olan anneler vardı" diyen Maside, verilen aranın mücadelenin devam etmesine engel olmayacağını da duyurduklarını anlatıyor.
 
NEDEN GALATASARAY...
 
O güne kadar 80'li yılların sonundan 1995'e kadar yürütülen tek tek mücadeleler, İHD'nin kayıplar mücadelesi, gözaltında kaybedilen Hasan Gülünay, Hüseyin Toraman ve İsmail Bahçeci'nin ailesi ve arkadaşlarının mücadelesi vardı. Ancak Hasan Ocak ile başlayan Cumartesi Anneleri eylemi bir dönemin kaybetme politikasını zayıflatan adımların başlangıcı oldu.
 
Bunun nedenini sorduğumuzda ise Maside, "Gazi katliamında ortaya çıkan duyarlılık ve o zamana kadar kayıplar ile ilgili yürütülen kampanyalar tek bir kayıp üzerine yürütülmüştü. Örneğin kimisinin sadece ailesi, kimisinin de sadece yoldaşları vardı kampanya sürecinde. Biz kampanyaya ilk başladığımız andan itibaren diğer kayıp yakınları ile bir aradaydık. Özellikle Hüseyin Toraman'ın annesi Hatice Toraman ve Hasan Gülinay'ın eşi Birsen Gülinay, Kenan Bilgin'in kardeşi İrfan Bilgin, Rıdvan Karakoç'un ailesi, Talat Türkoğlu'nun eşi. 'Hasan'ı sağ aldınız sağ istiyoruz' derken bütün kayıpları sağ istiyoruz diye de yürüttük kampanyamızı aslında" diyor.
 
"Dolayısıyla en önemli nedeni ortak yürütülen bir kampanya olması. Bir diğer etkende çok farklı yöntemler de kullanıldı" diyor ve ekliyor: "Örneğin Hasan ve kayıplar ile ilgili bilgi vermeyen televizyonları işgal etmeye kadar vardırdık kampanyamızı" Hasan'dan 1 yıl önce Hollanda vatandaşı Ayhan Uzala'nın gözaltına alındığını ve Hollanda hükümetinin baskısından dolayı bırakmak zorunda kaldığını hatırlatıyor ve "Biz de ne kadar çok sesimizi duyurursak ve kamuoyu basıncı oluşturursak o kadar çok Hasan'a yaklaşacağız duygusu yaşıyorduk" diye anlatıyor onları meydanlara iten gücü.
 
YENİDEN GALATASARAY'DA
 
Verilen aranın ardından nasıl tekrar meydanlara çıktığını soruyorum Maside'ye, Ergenekon ve Balyoz davasında yargılanan isimlerin gözaltında kaybetme suçunu da işleyen isimler olduğunu söyleyerek başlıyor anlatmaya, "Kayıpların dosyalarında bu insanların ismi vardı. Cumartesi Anneleri ve Hasan'ın ailesi olarak bu insanların 'gözaltında kaybetme suçundan' dolayıda yargılanması için başvuru yaptık. Cumartesi Anneleri'nin müdahillik başvurusu kabul edilmedi. Ocak ailesi olarak bizim başvurumuza ise 'Her ne kadar dosyada Hasan Ocak'ın gözaltında kaybedilmesi ile ilgili bilgi ve belge olsa bile mahkememiz söz konusu gözaltında kaybetme suçu ile ilgili yargılama yapmamaktadır' denildi" diye anlatıyor.
 
Cumartesi Anneleri, 31 Ocak 2009'da tekrar Galatasaray Meydanı'na çıkıyor. Bir taraftan Ergenekon ve Balyoz davalarını takip eden aileler diğer taraftan da her bir kayıp dosyası ile ilgili suç duyurusunda bulunuyor. Bir süre sonra Mardin JİTEM, Kızıltepe gibi davalar başta olmak üzere sonuç almaya başlıyorlar. Dönem dönem 200, 300, 500. haftalarda kampanya yürütüyorlar ve "Biz kayıp yakınları için bu haftaların diğerlerinden bir farkı yok" diyor Maside.
 
BİZİM ARKAMIZDA VİCDANIMIZ KATİLLERİNKİNDE DEVLET VAR
 
Gözaltında kayıplar mücadelesi ve Cumartesi Anneleri, artık toplumsal bir gerçeklik kazanıyor ve kayıtsız kalamıyor kimse.
 
300. haftadan sonra dönemin Başbakanı Erdoğan'a canlı yayında Cumartesi Anneleri ile ilgili soru sorulduğunu hatırlatarak Erdoğan'ın, "Onların arkasında kimin olduğunu bilmiyoruz" cevabı üzerine "Arkamızda vicdanımız ve gözaltında kaybedilen sevdiklerimize olan özlemimiz var" diyen açıklama ve kısa süreli bir kampanya yürüttüklerini aktarıyor.
 
2011 yılında seçim dönemi olduğu için Başbakan Erdoğan, Cumartesi Anneleri ile görüşüyor. Kayıp aileleri bu görüşmenin sınırlarını bilse de devlet kayıplar mücadelesinin meşruluğunu tanımak zorunda kaldığı için gidiyorlar. Maside, o görüşmeden sonra Cemil Kırbayır'ın gözaltında kaybedilmesinden 31 yıl sonra dosyasının açıldığını ve devletin gözaltında kayıp dosyası ile ilgili ilk kez resmi rapor tuttuğunu hatırlatıyor.
 
DOSYALAR AÇILDIKÇA DEVLETİN SUÇLARI ORTAYA ÇIKIYOR
 
"Dosyalar açıldıkça bizim bildiğimiz kayıpların sadece tanık ve aile ifadeleri ile sınırlı olduğunu ancak sayısının ve durumun çok daha ağır olduğunu mücadele içinde gördük" diyor Maside ve ekliyor, "Örneğin Dargeçit'teki dosyada yaşları 11 ile 55 arasında değişen 6 kişi olduğunu düşünüyorduk. Oysa bir de 7. kişi yani taburun uzman çavuşlarından biri tarafından, 55 yaşındaki Süleyman Seyhan'ın gömüldüğü yeri ailesine söylediği için taburun kazanında öldürülüp yakılan uzman çavuş varmış. Yine o dosyada yargılanan isimlerin sadece gözaltında insan kaybetmediğini aynı zamanda faili meçhul bırakılan katliamların ve tecavüzlerin de suçlusu olduğunu öğrendik."
 
"Örneğin Mardin Derik davası'nda Musa Çitil, 5 kişinin gözaltında kaybedilmesi, 6 kişinin öldürülmesi ve tecavüz suçlaması ile 11 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 100 yıl hapis cezası ile yargılandı. Ankara Jandarma Alay Komutanıydı bu dava açıldığında ve görevinin başındaydı. Dava ise ailelerin ve avukatların ulaşamaması için Mardin'den Çorum'a kaçırıldı. Göstermelik bir yargılamadan sonra takipsizlik kararı verildi" diyen Maside, 698 haftadır Galatasaray'dan gözaltında kaybetmenin insanlık suçu olduğunu haykırdıklarını ifade ediyor.
 
"698 hafadır cezasızlığa karşı adaletin yerini bulmasını ve yas süreçlerinin bitebilmesi için mezarsızlığın son bulmasını istiyoruz" diyen Maside, "Musa Çitil eğer hakkaniyetle yargılansaydı Sur'da katledilen insanların ve Sur'un yıkım emrini veremeyecek ve bu insanlık suçunu işleyemeyecekti" diye belirtiyor.
 
NE KADAR BİZİMLE OLACAKSINIZ?
 
700. haftanın kendileri için diğer haftalardan farkının olmadığını söylüyor Maside Ocak ve geçmişte de çift sıfırlı haftalarda on binler Galatasaray'a gelmişken bir sonraki hafta yine aynı insanlarla eylem yaptıklarını ekliyor. 23 yıldır süren mücadelenin devam edeceği mesajının verileceği 700. haftada tüm topluma şu soruyu soracaklarını söylüyor: "Biz 23 yıldır gözaltında kaybedilen insanlarımızın bulunması için taşın altına elimizi koyduk. Peki siz elinizi ne kadar taşın altına koyacaksınız?"
 
Bu ülkede kaybedilenlerin bu ülkenin muhalifi, sendikacısı, doktoru, işçisi, öğrencisi olduğunu ve 23 yıl önce "Büyük olsun bizim olsun" diye başladıkları mücadeleyi devam ettirdiklerini belirten Maside, öğrencilerin İsmail Bahçeci'ye, işçilerin ve sendikacıların İkram Mihyaz'a ve Ayşenur Şimşek'e, Düzgün Tekin'e sessiz kalmaması gerektiğini söylüyor.
 
Maside, "Onlar bu ülkeye gözaltında kaybedilerek çok şey anlattılar ve ülkenin tarihine geçtiler. Bizim de artık onların bir mezarlarının olması ve adaletin sağlanması için birlikte yürümek gibi bir derdimizin olması gerekiyor" diyor ve 700. hafta çağrısının nedeninin bu olduğunu dile getiriyor. 
 
Maside'nin son sözleri ise, "23 yıldır onların fotoğrafını soldurmadık, bizim için 700 haftadır onların özlemi, onlar için bulacağımız  mezar yeri beklentimiz  arayışımız hiç bitmedi ama direnişimiz de bitmedi. Tüm kayıplarımızı bulana ve failleri cezalandırılıncaya kadar da bu direniş bitmeyecek. Bu ülkenin demokratikleşebilmesi için insanlığa karşı işlenmiş suçlardan başlanarak yargılama yapılırsa ve cezalandırılırsa belki adalet duygumuz biraz tatmin olacak. Ama bu adalet sağlanıncaya ve kayıplarımız buluncaya kadar mücadelemiz devam edecek" şeklinde oluyor.
 
Devletin gözaltında kaybetme politikasını sonlandıran, Galatasaray Meydanı'nı ve sessizliği bir eyleme dönüştüren irade Cumartesi Anneleri'nin yüreğiyle 700. haftada tüm insanlığa şu soruyu soruyor: "Siz ne kadar bizimle olacaksınız."