İşçi sempozyumunda bağımsız sendikaların mücadele deneyimleri tartışıldı
15-16 Haziran direnişinin yıldönümünde BİH, Kadın İşçinin Sesi ve Limter-İş tarafından düzenlenen sempozyumun ikinci oturumunda, bağımsız sendikaların mücadele deneyimleri aktarıldı.
Birleşik İşçi Hareketi (BİH), Kadın İşçinin Sesi, Limter-İş sendikasının düzenlediği "21. Yüzyılda İşçi Sınıfı Hareketi, Deneyimler, Eğilimler Sempozyumu"nun ilk günün ikinci oturumunda "Mücadele, sendika ve işçi örgütlenmesinde durum nedir, ne yapmalı, nasıl yapmalı" konusu ele alındı. Oturumun kolaylaştırıcılığını BİH Dönem Sözcüsü Meliha Kayacı üstlenirken; "Umut-Sen deneyimi; maden ve depo işçileri deneyimi"ni Burcu Arıkan, "Greif direnişi, işgal ve etkileri"ni Okan Karaçam, "Tekstil-Sen deneyimi, fiili meşru mücadele sendikacılığı"nı Beycan Taşkıran ve inşaat işçileri deneyimini Yunus Özgür aktardı.
ULUSLARARASI LİMAN İŞÇİLERİ DENEYİM PAYLAŞIMI KOORDİNAYONU GRUBU'NDAN SEMPOZYUMA MESAJ
Oturum başlamadan önce Uluslararası Liman İşçileri Deneyim Paylaşımı Koordinasyonu Grubu sempozyuma mesaj gönderdi.
15-16 Haziran 1970'te Türkiye'de işçi sınıfının iktidara şanlı bir direniş gerçekleştirdiği vurgulanan mesajda, "Bu cesur mücadele, kapitalist sömürü ve baskıya, kitlesel yoksulluk ve işsizliğe, emperyalist savaşa ve insan yaşamının temelinin tehdit edici bir şekilde yok edilmesine karşı bugün uluslararası düzeyde de yeni bir işçi saldırısının nasıl oluşturulabileceğine dair bize önemli dersler ve ipuçları veriyor" denildi.
Ulusal sınırların ötesinde liman işçileri alanında işbirliğini güçlendirme çağrısına yer verilen Uluslararası Liman İşçileri Deneyim Paylaşımı Koordinasyonu Grubu'nun mesajında, "Birleşen liman işçileri asla yenilmeyecek. Bütün ülkelerin proleterleri birleşin" çağrısı yer aldı.
Kayacı, ilk oturumda işçi sınıfı mücadelesinin tarihsel sürecine ışık tutulduğunu, bu deneyimlerden çıkaracakları derslerle yeni örgüt biçim, araçları ve işçi sınıfıyla kurulan bağın yeni yöntemlerini ikinci oturumda ele alacaklarını söyledi.
ARIKAN: DEPOLAR ANADOLU'DA KÜRESEL FABRİKA
Umut-Sen; maden ve depo işçileri deneyimini Burcu Arıkan aktardı. Depo işçilerini Anadolu'da küresel fabrika olarak tanımladıklarını söyleyen Arıkan, depoların lojistik ağlara tekabül ettiğini, işçi sınıfının bu ağlar, depolar üzerinde kümelendiğini belirtti. DGD-Sen'in Trendyol, Migros, Amazon'da örgütledikleri direnişleri hatırlatan Arıkan, madenlerde yaşanan iş cinayetleri ve bunlara karşı yürütülen mücadeleye değindi. Madenlerin iş cinayetlerinin yanı sıra, doğa katliamına neden olduğunu vurgulayan Arıkan, köylülerin doğanın talanıyla üretim araçlarından koparıldığını söyledi.
Anadolu'da küresel fabrika diye tanımladığı iş kollarında taşeron işçilerin örgütlenmesini nasıl gerçekleştireceklerini tartıştıklarını kaydeden Arıkan, komite, meclis gibi oluşumlarla işçilerin öz örgütlülüğünü oluşturmaya çalıştıklarını söyleyerek örgütlenme modeline işaret etti.
Soma'da madenlerin kurulmasıyla topraktan koparılan köylünün mülksüzleştirilerek proleterleştiğini söyleyen Arıkan, "Anadolu'da küresel fabrika diye anlatılmaya çalışılan şey, coğrafik olarak böyle ifade buluyor" dedi.
Yerli yabancı ortaklıklarla madenlerin işletilidğini, taşeron firmalarda maden işçilerinin güvencesiz çalıştığını, iş cinayetlerinde katledildiğini hatırlatan Arıkan, işçilerin bu bölgelerde yalnızlaştırıldığını söyledi.
Anadolu'nun herhangi bir yerinde direniş olduğunda işçilerin tek başına olduğunu patronların da buna dayanarak büyük baskı yaptığını belirten Arıkan, "Sermaye ona göre davranıyor. Buralarda depoları kurarsam işçiler o kadar güçsüz kalır. Bu esnada sermaye sanayi odalarında daha da örgütlü hal geliyor. Bir işçi bir yerde direndiğinde bütün patronlar birbirini haberdar ediyor. Bizim örgütlenme anlayışımız bu örgütlü güç karşısında nasıl bu coğrafyaya yayılabiliriz, tek tek yalnız kalan insanları, köylüleri, işçileri nasıl güçlendirebiliriz. Bu anlamda depolar çok kritik bir yere sahip. Depoları örgütledğinizde sermayeyi kitleme şansınız artıyor. Bir depodaki grevin başka depolara sıçramasının sermayenin güncel karakterine baktaığımızda anlamı var" diye konuştu.
'İŞYERİ KOMİTELERİ, MECLİSLERİ İLE PATRONA BASKI KURMAK'
Yasaların örgütlenme bakımından önlerine çıkardığı engellere takılmadan işyeri komitelere, meclisleri üzerinden patron üzerinde baskı kurarak TİS imzalama yöntemine başvurduklarını aktaran Arıkan, yasal kanalların işçi sınıfının örgütlenmesini tıkadığını vurguladı. "Bize hukuk dışı gelen her şey sermayenini hukukuna uygun işliyor" diyen Arıkan, fiil meşru mücadeleyi önceleyerek, sermayenin bu ilişki ağlarını teşhir eden bir yerden direnmek gerktiğini söyledi.
Migros işçilerinin direnişi sürecinde Tuncay Özilhan'ın evi önünde yaptıkları eylemin yarattığı etkiye değinen Arıkan, "İşçilerden çalınan hayatın patronun evinde ve zenginliğindeki somut karşılaşma bir başka alan yaratıyor" diye konuştu.
İşçi sınıfı mücadelesiyle toplumsal mücadelenin buluşturulmasının önemine işaret eden Arıkan, sınıf mücadelesi verenlerin işçilerin üretimi gerçekleştirdiği havzalarda olması, işçi sınıfı mücadelesi ile yaşam alanlarını savunanların mücadelesinin birleştirilmesinin önemine vurgu yaptı.
Arıkan madenler ve depo işçilerinin örgütlenmesi deneyiminin öğrettiklerine değindi. Kendi topraklarından koparılarak tarım işçi yapılan Agrobay'daki kadın işçilerin direnişini hatırlatan Arıkan, "Bu havzaları birlikte örgütlediğimizde yasal odakların dışında oradaki tarım işçileri çıkıp Ankara'ya da yürüyor. Uluslararası ihracat yaptığı başka şirketlere de kafa tutabiliyor. Türkiye'nin ihracat odaklı ekonomisini düşündüğümüzde Anadolu'daki küresel fabrika daha çok oturuyor. Amazon'da Migros direnişinde ve tüm direnişlerde uluslararası ağları rahatsız edecek eylemlikler, tehlikeli örgütlere bir sınıf hareket yaratmak mümkün oluyor" diye konuştu.
'SINIF MÜCADELESİ TEK İŞYERİ ODAĞINDA ÖRGÜTLENEMEZ'
Sınıf mücadelesinin tek bir işyeri odağında, kanunlarla sınırlanarak örgütlenmenin mümkün olmadığını vurgulayan Arıkan, "Bu belirli bir coğrafyada da ilerleyemez. İşçi sınıfının politikleşmesi, sınıf mücadelesinin siyasi hattının güçlenmesi için de sermayenin işgalinin genişlediği coğrafyada sınıf mücadelesinin genişlemesi, kök salması, var olması gerekiyor. Bu nedenle oralarda olmak gerekiyor" dedi.
KARAÇAM: GREİF İŞGALİ KENDİLİĞİNDEN ORTAYA ÇIKMADI
Greif işgaline deneyimini aktaran Okan Karaçam, işgalin onuncu yıılnda olduğumuzu hatırlattı. İnsani olmayan dayatma ve çalışma koşullarının bulunduğu Greif fabrkasında işçilerin özgüvenlerini açığa çıkardıklarını, direnişin kendiliğinden ortaya çıkmadığını, sınıf devrimcilerinin bir yıl gibi uzun soluklu çalışması sonucunda işgal eyleminin örgütlendiğini söyledi.
Dünya genelinde 250 fabrikası bulunan Amerikan tekelinin İstanbul Hadımköy'de bulunan fabrikasında 600 işçinin çalıştığı bilgisini veren Karaçam, baskı, mobbingin uygulandığı, işçilere sürekli hakaret edildiği Greif fabrikasında işgal eylemine giden süreci, bir ustanın kadın işçiye hakaret etmesinin ateşlediğini aktardı.
'KOMİTELERLE ÖRGÜTLENDİK'
Fabrikadaki 44 taşeron aracılığıyla örgütlenmenin engellendiğini söyleyen Karaçam, çuval üretimi yapılan fabrikada işçilerin hepsinin farklı sektörlerde gösterilerek bir sendikanın yetki almasının da engellendiğini belirtti. Sınıf devrimcilerinin uzun çalışmalarının ardından komiteler kurulduğunu, bir üst komite oluşturulduğunu ve işçilerin bu şekilde örgütlendiğini vurgulayan Karaçam, sendikalaşma ve yetki sürecinin ardından bu komitelerin Toplu İş Sözleşmesi Komitesine evrildiğini aktardı.
10 Şubat günü fabrikada çalışan 600 işçinin iradesiyle karar alarak fabrikayı işgal eden Greif işçilerinin, DİSK Tekstil'in o dönemki başkanı Rıdvan Budak ve şu anki başkanı Kazım Doğan'ın ihanetine uğradığını vurgulayan Karaçam, "Sadece Amerikan sermayesine karşı mücadele yürütmediler, sendikal bürokrasisine, AKP'ye karşı mücadele ettiler. Taban örgütlenmesini hayata geçirerek, söz yetki karar işçilerde olarak, işçilerin aldığı kararlar hayata geçirilerek süreç örgütlendi. Bir kişinin dayatmasıyla değil işçilerin aldığı kararlar hayata geçrildi. TİS'e giden süreçte bir tıkanıklığın var olmasıyla işçiler yasal süreci beklemeyip, işçi sınıfının fiili meşru mücadele ile işçi sınıfının yasalarıyla hareket ederek bu işgal sürecine gidildi. Fiil imeşru mücadeleyi yürüterek kenetlenerek yol yüründü" diye konuştu.
'İŞÇİ SINIFI BUDAK VE DOĞAN'IN İHANETİNİ UNUTMAYACAK'
İşçi sınıfının Rıdvan Budak ve Kazım Doğan'ın ihanetini unutmayacağını, gerektiği yerde cevabı vereceğini vurgulayan Karaçam, 60 gün süren Greif işgalinin sendika bürokratlarının verdiği ifadenin ardından AKP'nin azgın saldırısına maruz kaldığını söyledi. Greif işçilerinin buna rağmen yılmadığını, fabrika önünde durarak, çatıya çıkarak sesini duyurmaya çalıştığını, fabrika önüne taşıyan direnişi daha sonra DİSK'e taşıdıklarını hatırlatan Karaçam, "O günün genel sekreteri bugünün genel başkanı oldu. Bizler onların işçi sınıfının içerisindeki, kontrol altında tutmak, işçi sınıfının örgütlenmesi önünde birer engel oluşturduklarını yeni yeni örneklerle görüyoruz" dedi.
Greif'de kadın işçilerin önemli bir rolü olduğunu da hatırlatan Karaçam, "Fabrika içinde İşçi Emekçi Kadın Komisyonu kurarak kadınlar kendi sözlerini kurdu. Tüm kararları hep birlikte aldı. Greif işçileri sadece Greif fabrikası önünde direnişi sürdürmedi, Türkiye'nin dört bir yanına yaydı. Uluslararası alanda Greif'le dayanışmanın yanı sıra Greif işçileri İstanbul ve üretim yapılan her alanı direnişe dönüştürdü" bilgilerini paylaştı.
'İŞÇİ SINIFI ÖRGÜTLÜYSE HER ŞEY ÖRGÜTSÜZSE HİÇBİR ŞEY'
"Ekonomik kirizin faturası işçi ve emekçilere ödetilmek isteniyor" diye konuşan Karaçam, çıkış yolunun işçi sınıfının örgütlenmesi, mücadele etmesi olduğunu söyledi. Sınıf mücadelesinin sadece ekonomik talepler değil siyasal olması gerektiğini kaydeden Karaçam şunları söyledi: "Greif direnişi de öyle olmuştur. İşçilerin ekonomik talepleriyle seslendik ama hepsini siyasal taleplere çevirebildik. Fabrikada 44 taşeron mevcuttu, biz sadece o talebi Greif'in ekseninde değil Türkiye'deki taşeronlaşmaya savaş açarak, kaldırılması üzerine bu talebi ortaya koyduk. Bununla birlikte işçilerin yan yana gelmesi, örgütlenmesi önündeki sendikal bürokrasiye karşı açtığı mücadele var. Bunların hepsinin yolu işçilerin tabandan örgütlenmesi, söz yetki kararın işçilerde olmasıyla, sadece yasalar içinde değil fiili meşru mücadeleyi esas alarak örgütlenmeyi hayata geçirmekle mümkündür. Bugün karşı karşıya kaldığımız koşullardan kurtulmanın sınıf mücadelesinin, sınıf hareketini ileriye taşımanın yöntemi buradan geçiyor. İşçi sınıfı örgütlüyse her şey örgütsüzse hiçbir şey."
TAŞKIRAN: TEKSTİL İŞÇİLERİNDE DEVRİMCİ KANAL AÇMAK İÇİN TEKSTİL-SEN'İ KURDUK
Tekstil-Sen deneyimini anlatan Beycan Taşkıran, işçi sınıfı mücadelesini Süleyman Yeter'den öğrendiklerini söyledi. Devrimci işçiler olarak politik işçi hareketini yaratma hedefiyle hareket ettikleri için sendikalardan çıkarıldıklarını söyleyen Taşkıran, bağımsız sendika kurma ihtiyacının buradan doğduğunu anlattı.
Tekstil-Sen'i 2003 yılında kurduklarını söyleyen Taşkıran, kuruluş amacını şu şekilde anlattı: "Neoliberal ekonomik politikaların birikim modelinin Türkiye ve Kürdistan'da yarattığı ciddi üretim parçalanması, sendikal krizin derinleşmesi bütün bu gelişmeye yanıt verecek sendikal model, örgütlenme girişimi, işçi sınıfı hareketine yanıt verecek model ortaya çıkmalıydı. Klasik sendikaların durumu bugün daha da ağırlaştı. Biz de tekstil işçileri cephesinden devrimci kanal açma, işçi sınıfı hareketinin bir parçası olma, 14 saat çalışma, hakaret, mobbing, kadına yönelik taciz, çocuk işçiliğin yaygın olduğu koşullarda çalışan, tuvaletlere kartlarla giren, beş milyon işçinin çalıştığı 600 bin işçinin sigortalı olabildiği milyonlarcasının hiçbir sağlık güvencesi, korumasının olmadığı koşullarda tekstil işçilerini birleştirmek devrimci kanal açmak için 2003 yılında kurduk."
'SİGORTALI SİGORTASIZ AYRIMI YAPMADAN İŞÇİLERİ ÜYE YAPTIK'
Sigortalı, sigortasız ayrımı yapmadan işçileri Tekstil-Sen'e üye yaptıklarını, bürokratik sendikacılıktan bu biçimiyle ayrıştıklarını aktaran Taşkıran, "İşyeri, işkolu barajını aşmak için, takım sözleşmesiyle işyeri bazlı başlayıp, bir havzada yaygınlaştırma çabasıyla başlattığımız bir süreç oldu. Takım sözleşmesiyle üç işyerinde sözleşme aşamasına geldik. Bütün kararları öncü işçilerle aldık, işçi konseyi kurarak, işçilerin özneleşmesini, karar almada, uygulamada mücadelede özneleşmesini esas aldık. Mücadele yöntemi olarak da yasaları aşmayı, fiili meşru mücadeleyi esas alma, işyeri işgali, iş durdurma, direnişi esas alan mücadele yöntemi izledik. Tüm işçilere haklarınız neler, nasıl kazanabilirsiniz. Yasal hukuki haklarınız neler ama aynı zamanda fiili direnişlerle nasıl kazanırsınızı anlattık" dedi.
'DEVLETİ, SERMAYENİN BÜTÜNÜNE KARŞI MÜCADELE EDİYORUZ'
İşçi sınıfı mücadelesinin tek bir patrona değil, devlete, sermayenin bütününe, kapitalizme karşı ve aynı zamanda toplumsal konuları da ele alarak yürütülmesi gerektiğinin önemine vurgu yapan Taşkıran, "Devrimci bir sendikal anlayış açısından Kürt ulusal sorununda onurlu barış talebinden, Filistin halkının siyonizme karşı mücadelesinden, kadına yönelik şiddete karşı mücadele, antikapitalist, antiemperyalist bir mücadele perspektifiyle hareket ettik. Sermaye ve devletin böl, parçala, yönet taktiğini uyguladığını söyleyen Taşkıran, sendika başkanlarının kadın olduğunu, üyelerinin yüzde 40'ının da kadın olduğu bilgisini verdi.
Kadın işçilerin eşit işe eşit ücret, şiddet ve mobbinge karşı mücadelesini, sendikalarda erkek egemenliğine karşı mücadeleyi, sendikal yönetimlerde kadınların özneleşmesini, kadınların işçi arkadaşlarıyla daha eşitlikçi bir ilişki kurulmasını, erkek işçilerle farkındalık eğitimi, tartışmaları y-yapılmasını, erkek ve cinsiyetçi ortamlara karşı mücadele ettiklerini aktaran Taşkıran, işçi sınıfı içindeki kadın çalışmasına ilişkin şu bilgileri verdi: "Kadın komisyonları kurarak 8 Mart, 25 Kasım gibi gelişen konulara karşı aktif mücadele yürütmek. Binlerce bildiriyle işçi kadın çalışmasını özgünleştirmek. Genel bir işçi çalışması değil onun içinde işçi kadın çalışması yürütmek. 8 Mart'ın ücretli izin günü olması gibi etkin çabamız oldu. Kadın görüş açısı, cins politikası bizi yöneten bir süreçti. Aynı zamanda ağırlıkla kadın yönetici olması, kadın yoldaşlığı ilişkisi kurma, kadın inisiyatifinin etkin olduğu bir çalışma içinde yer aldık."
'40 YAKIN DİRENİŞ ÖRGÜTLEDİK'
Havza, semt, sendika üçgeninde örgütlenme çalışması yürüttüklerini, ESP'nin her zaman çalışmalarına aktif katkı sunduğunu söyleyen Taşkıran, "Sigortalı, sendikalı, 35 saat çalışmak istiyoruz. 1100 işyerinde kayıt dışı çalışmanın tespit edilmesi, SSK'ya bildirilmesi, bölge müdürlüğü önünde eylem yapılması, Meclis'te gündem yapılması" kampanyası yürüterek, yüzlerce işyerinde Çalışma Bakanlığı'nın denetim yapmak zorunda kaldığını işçilerin resmi olarak sigortalandığını, işyerlerinde patronların terörünün gerilediğini kaydetti. Mücadelenin kazanımlarının aynı zamanda bu mücadeleye emekçi mahallelerdeki yoksul halkın katılımını da örgütleme biçimiyle yürüttüklerini söyleyen Taşkıran, çoğunluğu üyeleri olmayan, sigortalı olup olmadığına bakmadıkları işçilerin katılımıyla 40'a yakın direniş örgütlediklerini belirtti.
'AYZİ MODA TEKSTİL FABRİKASINI İŞÇİLER İŞGAL ETTİ'
Ayzi Moda Tekstil'de 15 gün süren fabrika işgali sürecinde, İkitelli'de komite kurduklarını, devrimci dostlarının da dahil olduğunu anlatan Taşkıran, "Özsavunma birimleri kurduk. Herhangi bir saldırıya, makinelerin kaçırılması vb. karşısında direniş örgütledik. İşçilerle işyerini işgal ettik, işçiler sendikacılar, aileler gözaltına alındı. İşkenceye maruz kaldık. Direniş sonucunda patron fabrikayı kapatıp kaçamadı, işçilerin tüm haklarını vermek zorunda kaldı" diye konuştu.
Marmaray direnişine ilişkin de bilgi veren Taşkıran, "Karşımızda ihale sahibi taşeron patron değil Ulaştırma Bakanlığı, demiryolları yani devlet kurumları, bakanlıkları vardı. Mücadelenin büyüyeceğini biliyorduk. Tekel direnişi, itfaiye vs .mücadele dalgasının büyüdüğü, toplumsal bütün kesimlerin işçi direnişine baktığı süreçte işçileri üye yaparak devletin karşısında direndik. 77 gün sürdü, günlük haftalık toplantılarla karar aldık, işçi sınıfının birliğini kazanabilirliğini Tekel direnişinde somut gördüğü, kendi dar dünyalarından çıkıp koca bir dünyanın parçası olduğunu gördüğü süreç oldu. İki defa işyerinde işgal yaptık. Marmaray direnişinin duyurulması kamuoyuna, patrona varlığımızı göstermek içeride işçilerin direnişle buluşması, patronu masaya oturmaya zorladı. İşçiler 15 dakika iş bırakacaktı ancak patronun baskıları ve polis baskısı sonrası Tekstil-Sen diğer iş kolundan işçilerin de direnişini örgütledi. Atasay Kuyumculuk, mobilya işçileriyle direniş örgütledik" bilgilerini verdi.
Taşkıran, işçi sınıfının politizasyonu sağlamak için Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu, Latin Amerika, Asya işçi sınıfı mücadelesi, kapitalizm, artı değir gibi konularda eğitim ve semirerler yaptıklarını anlattı.
ÖZGÜR: SENDİKALAR DEVRİMCİ HAREKET İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ ÇOK FAZLA GİRMEDİ
İnşaat işçilerinin deneyimine ilişkin konuşan Yunus Özgür, Finans Merkezinde DİSK'e bağlı Dev Yapı-İş'le birlikte çalışma yürüttüklerini, birlikte mücadele ettiklerini söyledi. İnşaat sektörünün sendikalar ve devrimci hareketin çok fazla girmediği bir alan olduğunu söyleyen Özgür, "Konfederasyon ve sendikaları anlıyorum çünkü hiçbir zaman TİS imzalama şansı yok bu sektörde. Bu demektir ki aidat alma şansı yok. Kalıcı bir örgütlenme kurma şansınız yok. En büyük mega şantiye 5 yıl olsun örneğin, beş yıl içinde o şantiyede 30 bin işçi çalışıyorsa beş senede orası 2-3 defa devir daim oluyor. İşçiler değişiyor. Böylesi bir sektör" dedi.
İnşaat işçilerinin bilinç düzeyinin çok geri olduğunu, mücadele deneyimi oluşamadığını, çalışma alanında hak, hukuk denen bir şey olmadığını söyleyen Özgür, 3. Havalimanı direnişini anlattı. Eylemlerin militan geçtiğini, işçilerin yakıp yıktığını, grev, iş bırakma kültürü olmadığını söyleyen Özgür, "3. Havalimanına kadar ücretlerin gasp edilmesine karşı mücadele yürüttük. Ücret meselesini politikleştirmek gerek, üç kuruş için iş yapılıyor. Ama sektörde sorun en o gün ücretti. O ücreti görmeden başka adım atamam, çünkü sorunu ücret. O sorunu çözmeden farklı talepleri dillendiririm ama işçiyi sevk edemem" diye konuştu.
'3. HAVALİMANI DİRENİŞİ MİLAT OLDU'
3. Havalimanı direnişin kendileri için de milat olduğunu söyleyen Özgür, 2014 yılında resmi olarak İnşaat-İş Sendikasını kurdukları bilgisini verdi.
İşçi sınıfının güvenini kazanmanın önemine işaret eden Özgür konuşmasını şöyle sürdürdü: "Basına yansımayanlar dahil binlerce sorun çözdük. Yüz eylem yaptıysak, 5'i ücret sorunu değil. Kıdem hakkıydı. Fabrika işçisi ya da özel sektör işçisi değil, ama inşaat işçisinin kıdem, ihbar tazminatı alması çok önemli. Haftalık 45 saatini alması, geriye dönük hesaplamasını alması çok önemli. Şantiyede yoktur böyle bir şey hayal gibi gelir alınması. Haklı fesih. Kıdem hakkı alması için haklı fesih yapıyor inşaat işçisi. 2015 yılında bana bunları anlatsanız mümkün değil derdim. Ama bunları yarattık biriktirdik. Mücadeleyi biriktirdik bugün açısından belki zayıf ama Türkiye'de inşaat işçisinin de mücadele kültürünü yarattık. Fiili meşru mücadele, hiçbir kanunun olmadığı yerde militan olmamaya da çalışsak, militan olmak zorundasın. Kanun yok çünkü mecbur militan oluyorsun. Sektörün özelliği, biz gerilla tarzı diyoruz. Hızla vurup çıkacaksın. İnşaat işçisi beklemez. Fabrika gibi altmış yıl orada değil üç yıl sonra gidecek. Bu eylem biçimine de yansıyor. İnşaat işçisini on gün tuttuğunda işin zorlaşır. O yüzden eylemlerimiz militan olmak zorunda. Hızla sonuca götürürüz, kurulduğumuz günden bugüne kadar 300'den fazla eylem yaptık, hepsini kazandık."
'AYNI SEKTÖRDE DAR GRUP ÇIKARIYLA HAREKET EDİLMEZSE 5 SENDİKADA BİRLİKTE MÜCADELE EDER'
İstanbul Finans Merkezinde Dev Yapı-İş'le birlikte yürüttükleri mücadeleye ilişkin aktarımda bulunan Özgür, "Ortak mücadele çok önemli. Dev Yapı-İş ile ortak mücadele veriyoruz iki yıldır. İnsanlar soruyor aynı sektör, aynı yerde mücadele veriyoruz. Ben de düşündüm teorisi var mı diye, bunun teorisi yok bence. Dar grup çıkarımızı düşünmüyorsak, işçi sınıfının çıkarını düşünüyorsak iki sendika da aynı sektörde mücadele edersin beş sendika da. Finans'ta iki senedir ne Dev Yapı'nın ne de İnşaat-İş'in flaması, önlüğü giyilmedi. Sınıfın taleplerini öne çıkararak hareket ettik" diye konuştu.