İşçi sempozyumu '21. yüzyılda işçi sınıfı, ortaya çıkan tartışmalar, arayışlar, eğilimler' başlığıyla devam etti
15-16 Haziran direnişinin yıldönümünde gerçekleştirilen "21. yüzyılda işçi sınıfı hareketi, deneyimler ve eğilimler" sempozyumu ikinci gününde devam ediyor. "21. yüzyılda işçi sınıfı, ortaya çıkan tartışmalar, arayışlar, eğilimler" başlığının ilk oturumunda 5 sunum yapıldı. Farklı ülke mücadele deneyimleri, sermayenin kendini örgütleme biçimleri, yapay zeka, teknolojik gelişim ve emperyalist küreselleşme çağında işçi sınıfının durumu üzerine tartışma yapıldı.
Birleşik İşçi Hareketi (BİH), Limter-İş Sendikası, Kadın İşçinin Sesi'nin düzenlediği "21. yüzyılda işçi sınıfı hareketi, deneyimler ve eğilimler" başlıklı sempozyum 2. gününde devam ediyor. İstanbul Şişli'deki Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Merkezi'nde bugün "21. yüzyılda işçi sınıfı, ortaya çıkan tartışmalar, arayışlar, eğilimler" ve "Sınıfın devrimci siyasetini nasıl kurmak gerekir" başlıkları tartışılacak.
Sempozyumun ikinci gününün ilk oturumu Canan Kaplan'ın moderatörlüğünde, İrfan Kaygısız'ın "21. yüzyılda işçi sınıfının genel durumu", Özgül Saki'nin "21. yüzyılda dünya kadın işçi hareketinin durumu, mücadele deneyimleri", Melda Yaman'ın "21. yüzyılda sermayenin kendisini örgütlemesi ve biçimleri", Özgür Narin'in "Sermayenin arayışları, yapay zeka, robotik teknoloji", Şahin Tümüklü'nün "21. yüzyıl ve işçi sınıfı çelişkiler ve sonuçları" sunumuyla başladı.
KAPLAN: KAOTİK DÖNEM YENİ DEVRİMLERE GEBE
Kaplan, kapitalizmin var oluşsal krizi içinden bazı çıkarımlar yaparak işçi sınıfı mücadelesi ve yeni eğilimleri tartışacaklarını söyledi. Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği bir süreçten geçildiğinin altını çizen Kaplan, "Bu kaotik dönem yeni devrimlere gebe. Biz de bunun olanaklarını açmak için, buzkıran olabilmek için bazı tartışmaları birlikte yürütüyoruz. İşçi sınıfının nicel ve nitel gelişimi, ittifakları üzerinden pek çok farklı platformda tartışmalar yürütülüyor" dedi.
KAYGISIZ: İŞÇİ SINIFI NİCELİK OLARAK BÜYÜYOR
İlk sunumu İrfan Kaygısız "21. yüzyılda işçi sınıfının genel durumu" başlığında yaptı. Yeni dönemdeki işçi sınıfının çeşitli yanlarıyla hem niceliği, yapısı hem de bileşimi, hem istihdam biçimleriyle bir önceki yüzyıldan farklı olduğunu söyleyen Kaygısız, "Hem sektörel yansımaları hem işçi sınıfı içerisindeki bileşimi bakımından statik, doğal bir durağan bir dönemdi. Bir süredir daha kaotik bir dönem işçi sınıfı yapısı boyutuyla" dedi.
Sektörel boyutta büyük bir farklılaşma olduğunu belirten Kaygısız nedenlerini şöyle sıraladı: "Nicelik olarak alabildiğine büyüyen bir sınıfla karşı karşıyayız. Birkaç nedeni var. Tarımın çözülmesi, artan nüfus, yoksullaşma, dolayısıyla kentleşme ve ona bağlı olarak işçi sınıfının gelişen büyüyen potansiyeli sayısal olarak."
'İŞÇİLEŞME VE MÜLKSÜZLEŞME EĞİLİMİ VAR'
Ana eğilimin işçileşme, mülksüzleşme, proleterleşme yönünde olduğunu ve sektörel bir değişim yaşandığından bahseden Kaygısız, bir önceki dönemde tarım ve sanayi ağırlıklı sektörel yapıdan, tarım ağırlığının alabildiğine azaldığı, hizmetlerin arttığı, sanayinin kendisini koruduğu ve kısmen geliştiği bir süreç içinde olunduğunu kaydetti. Türkiye'de 2005-2023 döneminde tarımın payının yüzde 25,5'ten 15'lere doğru azaldığını, ancak sanayide esaslı bir değişim olmadığını söyledi. Kaygısız, büyük oranda artışın hizmet sektöründe yaşandığını, yüzde 47,5'ten yüzde 57'e yükseldiği bilgisini verdi.
Dünyada da benzer bir sektörel değişim yaşandığını aktaran Kaygısız, hizmet sektöründe büyümenin sanayinin etkisinin azaldığı bunun da sanayide çalışan işçi sınıfının yeri üzerine bir tartışmayı doğurduğunu söyledi. Kaygısız, "Ben bu kanaatte değilim. Sanayinin etkisinin eskisi kadar önemli olduğunu düşünenlerim" dedi. Fabrikada çalışan işçilerin kolektif davranmaya yatkın olduğunu, bunun örgütlenme ve mücadeleye önemli bir olanak sağladığını vurgulayan Kaygısız, "Hizmetler sektörü bu bakımdan sanayiye göre daha geride" dedi.
'İŞÇİ SINIFININ BİLEŞİMİ VE YAPISI DEĞİŞTİ'
İşçi sınıfının bileşimi ve yapısının da değiştiğini, parçalandığını bunun rekabeti getirdiğini aktaran Kaygısız, bu durumun "sınıfın rekabeti nasıl engellenir, birliği hangi zemin üzerinden sağlanır" sorusunun bu birliğin sendikal alandan mı siyasal alandan mı giderilebileceği tartışmasını ortaya çıkardığını söyledi. İtalyon otonomistlerin bu durumun siyasal alandan giderilebileceğini savunduğunu aktaran Kaygısız, bunun tartışmaya değer bir konu olduğunu kaydetti.
"Sınıfın bileşimi bakımından bakıldığında yaygın eğilim, kadın emeğinin alabildiğine artması, göçmenlerin sınıfa dahil olması, son yıllarda emeklilierin ve öğrencilerin de artan biçimde işçi sınıfına, emek sürecinde yer almaları söz konusu. Eskiden emeklilerin çalışması söz konusu değildi. Geçtiğimiz yıl EYT'liler emekli oldu. 2 milyon emekliden 1 milyonu halen çalışıyor" ifadelerini kullandı.
Esnek, parça başı işler, birbiriyle rekabet eden, öz sömürü diye ifade edilebilecek, yazılım konusunda fiyat düşürerek iş edinen kesimlerin sayısı arttığını söyleyen Kaygısız, "Bir başka kesim esnaf kurye. Fatura kesen doktorlar, uber şoförleri, dolayısıyla kendi hesabına çalışan işçiler diye ifade edeceğimiz kesim de işçi sınıfı içinde giderek ağırlığı artıyor. Henüz bu kesimlerin nerede, nasıl duracağı, konumları ve örgütlenme, mücadele itibariyle belli değil. Örgütlenmesi zor bir kesimden söz ediyoruz" diye kaydetti.
'İŞÇİ SINIFINDA KADINLAR VE GENÇLERİN SAYISI ARTTI'
İşçi sınıfının profilindeki değişimlere işaret ederek kadınlarla birlikte gençleşen bir işçi sınıfının varlığına dikkat çeken Kaygısız, gençliğin sınıf içerisindeki sayısının arttığını, ancak "iş beğenmeyen, tembel gençler" söyleminin arttığını belirtti. Patronlara boyun eğmeyen gençlerin, "sessiz istifa" denilen pasif bir eylem ve davranış biçimiyle, verimli üretimi düşüren, bireysel tepki veren bir kesim olduğunu anlatan Kaygısız, sanayide de sınıf profili bakımından bir değişim olduğunu, giderek genç işçiliğin arttığını kaydetti.
Metal patronlarının 2014 yılında yaptığı metal işçilerine ilişkin araştırmasında yer alan verileri aktaran Kaygısız, "İşçilerin yüzde 38'i bekar veya evli ama çocuksuz. Bu nedenle mesuliyet duygusu az. Yüzde 82'si lise ve üstü eğitime sahip. Eskisine nazaran daha bilinçli, taleplerinde ısrarcı, kendilerine güveni daha fazla ve sosyal medyayı kullanmayı bilen işçiler. Çalışanların yüzde 30'u 30 yaşın altında. En önemli özelliği hem sendikalara hem patronlara aidiyet duygusunun olmaması. 50 yaş üzeri işçilere sükunet teskin eden işçilerin sayısı yüzde 2'lere geriledi. Yeni kuşak genç işçilerin grev eğiliminin yüksek olduğuna dair ifadeler söz konusu. Kişisel gözlemlerimiz de bunu destekler nitelikte. İşçi sınıfında politik, ideolojik olarak sağcı, muhafazakar bir kesimden söz ediyoruz. Birçok araştırmaya da yansıdı. Bahsettiğimiz toplumsal kesim aynı zamanda kültürel davranış kodları baskın olan, büyüdüğü ve yaşadığı kentlerde solun iktidar ve inisiyatif alanının gerilemesi nedeniyle daha muhafazakar, sağ, milliyetçi eğilimin yüksek olduğu kesimden söz ediyoruz" diye konuştu.
İşçi sınıfının örgütlülüğü ve sendikal durumuna ilişkin de bilgi veren Kaygısız, "Yüzde 15 civarında sendikalı işçiden söz ediyoruz. Büyük kısmı kamu sektörü yüzde 80, yüzde 7'si özel sektör, kalanı bilinmiyor" bilgilerini paylaştı.
'İŞÇİLERİN SADECE YÜZDÜ 10'U TOPLU SÖZLEŞMEDEN YARARLANABİLİYOR'
İşçilerin sadece yüzde 10'unun toplu sözleşmeden yararlanabildiğini, yüzde 74'ünün kamu, yüzde 5'inin özel sektör işçileri olduğunu söyleyen Kaygısız, sendikal örgütlülüğe ilişkin patronların "yeni nesil işçiler, yeni nesil sendikacılık" kavramı kullandığını, "Bu durum yeni olmamakla bile AKP döneminde arttı. Sendikalar esas olarak devlet ve sermaye tarafından işgal edilmiş durumda. Hem ideolojik ve politik olarak, hem de fiziken onların ajanları tarafından bu işgal sürüyor. Sendikal hareketin merkezinin bu düzeyde olması yerel platformlarda olumsuz sonuç doğuruyor. Merkezlerin ele geçirilmesi, yerel dinamiğin ortadan kalkmasına yol açtı" dedi.
Ücretlerin alabildiğine gerilediği bir dönemde olduğumuzu söyleyen Kaygısız, resmi ve gerçek enflasyon arasındaki uçurumun artmasının buna neden olduğunu söyledi. Yoksullaşmanın alabildiğine arttığını, kredi kartları kullanımıyla bu açığın giderilmeye çalışıldığını aktaran Kaygısız, Temmuz ayında gerçek bir artış olmayacağını, asgari ücretin ortalama ücret haline gelerek yoksullaşmanın daha da arttığını vurguladı. Kaygısız, asgari ücret ve biraz üzerinde ücret alanların işçi sınıfının yüzde 85'ine tekabül ettiğini söyledi.
'YASADIŞI GREVLER ARTTI'
Yasal grevlerde bir düşme eğilimi görüldüğünü belirten Kaygısız, 2022, 2023 yıllarında 17'şer, 2024 yılının ilk 5 ayında 15 grev yaşandığı bilgisini verdi. AKP'li yıllarda grevlerin yasaklandığını, 258 işletmede 195 bin işçinin grevinin yasaklandığını, "yasadışı grev" eğiliminin "yasal grev"den daha yüksek olduğuna dikkat çeken Kaygısız, "İşgal altındaki sendikalardaki grev eğilimindeki alabildiğini azaldığını, fiili grevlerin arttığını görüyoruz" dedi. 60'lı 70'li yıllarda yaygın olan işyeri işgallerinin bu dönem yaygın olmadığını söyleyen Kaygısız, 2008-2009 krizi döneminde özellikle tekstilde makinelere el koymak, kaçırılmasını engellemek için işgal eylemleri gerçekleştirildiği bigisini verdi.
Asgari ücret artışı döneminde yapılan bazı eylemlere ilişkin bilgi veren Kaygısız, temmuz ayında asgari ücret eylemi eylemleri yapılmasını beklemediğini söyledi.
Bu ortamda devrimcilerin rolüne ilişkin Kaygısız şunları söyledi: "İşçi sınıfının direnişi çoklukla işçiler arasında birilerinin öne çıkmasıyla sağlanıyor. Zaman zaman dışsal kanallar bu mücadelenin ortaya çıkmasında etkili oluyor. Bu militan azınlığa düşen görev, işçi sınıfı içerisindeik tetikleyici rolünü inşa etmeyi gerektiren bir davranış biçimini gerçekleştirme çabası içinde olması gerekir."
SAKİ: ÜRETİM SÜRECİ ZAMANSAL VE MEKANSAL OLARAK PARÇALANDI
"21. yüzyılda dünya kadın işçi hareketinin durumu, mücadele deneyimleri" üzerine sunum yapan Özgül Saki, sunumunu Latin Amerika üzerinden kurdu. Latin Amerika'nın gerilla mücadelesi ile gündemlerine geldiğini, yerel halkların güvenceli iş meselesinin emperyalist şirketler tarafından kapatıldığını belirten Saki, "Üretim süreci, zamansal ve mekansal olarak parçalandı. Latin Amerika'da tam bu yapılıyor. Çağrı usulü, mevsimlik, esnek çalışma söz konusu. Artık biliyoruz ki belli ülkeler otomobilin bir kısmını yapıyor, başka bir ülke tamamlıyor. Ve Latin Amerika ülkelerinin yanı sıra bu durum çok şiddetli bir şekilde bizim topraklarda da yaşanıyor" dedi.
'MEGA PROJELERLE TOPRAK BÜYÜK ŞİRKETLERİN İNSAFINA TERK EDİLİYOR'
Latin Amerika ülkelerinde toplumun bütün kesimleriyle örgütsel bağlar olduğunu kaydeden Saki, sömürge, siyahilerin köleleştirilmesi süreçlerini hatırlatarak bugün sömürgeciliğin başka şekilde devam ettiğini aktardı. Emperyalist kapitalist sistemin yeni bir yönelim içinde olduğunu, yeni üretim biçimleri ortaya koyduğunu söyleyen Saki, "Bu ekstraktivizm diye tarif ediliyor. Mega projelerle toprağın büyük şirketlerin insafına terk edilmesi; yeraltı ve yerüstü, hava, su ne varsa meta konusu haline gelmesi. Ekstraktivizm tartışması kadın ve yerel aktivistleri, hareketleri birbirine bağlıyor. Parçalı yapı dediğimiz, işçi sınıfı, kadın hareketi, diğer toplumsal kesimlerin birbiriyle kalıcı bağları meselesinde belki de ortak bir çalışma ihtiyacımız vardı diye düşündürüyor" dedi.
Saki, mega projeleri barajlar, termik santraller, büyük demiryolları, turizm için yapılan köprüler örnekleriyle açıklayarak Türkiye'de yaşananlara çok benzediğini kaydetti. Saki, "Burada yerli halkların, köylülerin topraklarına el konuyor. Burada militarizm var. Zaten darbeler coğrafyası militarizm artık darbeler yoluyla değil mega projeler yoluyla tekrar pekişiyor diyorlar" diye konuştu.
Bu durumun erkek egemen sistemi güçlendirdiğini ve buna karşı da kadın direnişinin arttığını kaydeden Saki, Şili kadın direnişini örnek verdi. Erkek şiddeti, cinsel saldırı, tacizin erkek egemen sistemden bağımsız olmadığını vurgulayarak kadınların örgütlenerek direndiğini kaydeden Saki, "Meksika'da binlerce kadının katıldığı eylemler var. Bir araya gelişler çok fazla. Farklı siyasi eğilimlerin, farklı mücadele alanlarında olanların bir araya gelerek günlerce tartıştığı alanlar. 2018 seçim zamanı Meksika'daydım. 8 gün seçim değerlendirmesi yapıldı. Meksika Komünist Partisi, sosyalist parti var, öğrenci hareketleri, kadın hareketleri, Zapatistlar, yerli halklar da var" dedi.
"Siyasal duruma etkisi ne oluyor" sorusuyla devam eden Saki, Güney Amerika'da bir sol rüzgarının estiğini vurguladı. "Çok mutluyuz, sol iktidara geliyor ama bize köklü bir dönüşüm önermiyor" diyen Saki, yerli halklarla yaptığı sohbeti aktardı, Meksika'da Obrador'un önerdiği "memleketi kalkındıracağım" iddiasıyla "Tren Maya" projesiyle Zapatistaların olduğu bölgeleri çevreleyen devasa bir proje hayata geçirmek istediğini aktardı. Zapatistaların "Ölümüne kadar mücadele edeceğiz" diyerek mücadele ettiğini belirten Saki, yerli ve köylü liderlerin bu proje uğruna öldürüldüğünü kaydetti. Latin Amerika'nın "bolluk laneti" içinde olduğunu hatırlatan Saki, "Şimdi sol, sosyalist, devrimci, gerilla mücadelesinden gelenler de kalkınmacı sosyalist anlayış içinde. Mega projeler yerli halklara, emeğinden başka geçineceği bir şey olmayanlara tehdit oluyor" dedi.
'GREV ÇAĞRILARI SON 5 YILDA YÜZDE 50 ARTTI'
Latin Amerika'nın Türkiye'de bir mücadele örneği olacağını belirten Saki, teknoloji ve kalkınmacı hayranlığının, ekolojik krizin emperyalist küreselleşmenin yeni yönelimi olduğunu, cepheden sahici bir mücadele olmadan bu yıkımın devam edeceğinin altını çizdi. Saki, "Seçimlerle olacak iş değil demeye getirmek istiyorum. Bu mesele özellikle Latin Amerika açısından bir labarotuvar. Kuşkusuz seçimler mücadele alanı ise önemli. Latin Amerika'da bambaşka bir mücadele var. Grev çağrıları Latin Amerika'da son beş yılda yüzde 50 arttı. Birleşik çatı güçleri çok yaygın, bir arada tartışmaları çok fazla. Geniş Cephe, Ulusal Pakt diyorlar. Bunları her biri mücadele eden örgütlerin ortak alanı. Biz çok az birlikte tartışıyoruz, birlikte sokağa çıkıyoruz ama ne yapacağımızı daha az tartışıyor. Bir çarpıcı farklılık, feminist hareket ve işçi sınıfı hareketi arasındaki ilişki çok organik, doğrudan. Mücadele de işçi sınıfı da erkek egemen ama mücadele kadınların mücadelesi ve birlikte örgütlenme meselesi çok işe yarıyor. Kadınlar mesela, meclisin etrafını çevirip yakabiliyorlar. İşgal türü eylemler bunlar. En son her şeyi yakıp yıkmaya hakkımız var diyerek kadın cinayetlerine karşı sokağa çıktılar" dedi.
'DEVRİM İHRAÇ EDİLMEZ İLHAM ALINIR'
Zapatistaların Latin Amerika'da politik, ideolojik etkisinin yüksek olduğunu ve Zapatistaların "yıkmak istediğine benzemeyeceksin" temel düsturuyla hareket ettiğini söyleyen Saki, "devrim ihraç edilmez ama ilham alınır" dediklerini aktardı.
'YERLİ HALKLAR, KADINLAR SEÇİMLERİ, PARLAMENTOYU ÖNEMSEMİYOR'
Saki, Latin Amerika'da mücadelelerin arkasında çatı örgütleri, mahalle mahalle komün örgütleri, '70'lerden bugüne kalıcı örgütleri olduğunu kaydetti ve "Yerli halklar, kadınlar seçimler, parlamentoyu o kadar önemsemiyor. Seçimlere katılım oranı yüzde 50'yi bulursa çok iyi diyorlar. Yerli halkların çoğunun kaydı yok. Zapatistalar, 'orası sömürgecilerin parlamentosu' diyorlar ve seçimlere katılmıyorlar. Ama toplumsal yaşamda örgütlüler, o yüzden ciddi kazanımlar elde ediyorlar. Patriyarkanın çok güçlü olduğu coğrafya olmasına rağmen homofobi bizim topraklarımızdan daha az. LGBTİ+ hareketi tüm bileşimlerin parçası. Açık lezbiyen olan birisi başkentte belediye başkanı olabiiyor. Kimse bunu politik sorun haline getirmiyor. Birleşik mücadelenin araçlarına, yol, yöntemlerine ilişkin birçok şeyi ilham alabiliriz Latin Amerika'nın mücadelelerinden" diye konuştu.
YAMAN: TARİHTE SINIF MÜCADELESİNİ FEMİNİST KADINLARLA BULUŞTURAN MÜCADELELER VAR
Melda Yaman, sınıf mücadelesi, feminist mücadele ve kadın hareketi ilişkisine ilişkin bir sunum yaptı. "Sınıf mücadelesi neyimize yetmiyor, kadın mücadelesine ne gerek var ki" sorularının sık sık sorulduğunu ve özgün bir kadın mücadelesinin sol içinde bu sorularla engellenmeye çalışıldığını belirtti. Yaman, tarihte sınıf mücadelesini feminist kadınlarla buluşturan mücadeleler olduğunu hatırlattı. Buna ilişkin çok sayıda örnek olduğunu ancak tarihi erkeklerin yazdığını ve kadınların mücadelesinin görünmez kılındığının altını çizen Yaman, Fransız devriminde öne çıkan, devrimin öncülüğünü yapan kadınlardan söz edilmediğini ekledi.
'KADINLAR BOLŞEVİK PARTİ'Yİ AŞARAK SOKAĞA ÇIKTI'
İşçi sınıfının ilk büyük örgütlenmesi Enternasyol'i işaret eden Yaman, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg'un esasen işçileri örgütlediğini ancak kadın dayanışmasından sıkça bahsettiğini kaydetti. Sosyalist feminist hareketlerin örgütlenmediği tarihlerde 1917 Şubat devriminde tekstil işçisi kadınların 8 Mart'ı örgütlemek için sokaklara taştığını hatırlatan Yaman, Bolşevik Parti içinde kadın hareketinin gereksiz bulunduğunu ancak kadınların bunu aşarak sokağa çıktığını belirtti. Kadınların birdenbire ayaklanmadığını, uzun yıllar mücadele yürütüldüğünü söyleyen Yaman, "1905 devrimindeki kadın komünlerinin varlığı esas olarak sosyalist karakter taşımayan kadın örgütlerinin, feminist örgütlerin ortaya çıkması. Pek çok kadını destekliyor işçi kadınlar da buna dahil. Sosyalist karakter taşımayan kadın hareketi pek çok kadın örgütleyerek, 26 bin imzayla kadınların oy hakkı için mücadeleyi vermiş bir hareket. Bir şekilde Bolşeviklerin kadınları örgütleyebilmesi, bir kadın örgütlenmesinin mevcut olması" dedi.
'SOSYALİST FEMİNİST KADIN MÜCADELESİ SAVAŞ KARŞITI HAREKETLERDEN DOĞUYOR'
Pandemi sürecinde sekteye uğrasa da 2016 yılından bu yana devam eden feminist grevlerin Arjantin'den Brezilya'ya Rusya'dan İran'a kadar yeni bir grev tanımıyla hem sermayeye hem ataerkil iş bölümüne ve birçok taleple güçlü bir ses ve birleşik mücadeleye işaret ettiğinin altını çizen Yaman, "Sınıf mücadelesinin kadınların özgürleşmesine ilişkin bütün soruların, sorunların çözümüne yanıt verip vermemesiyle ilgili. Bugünkü sosyalist feminist hareketin gelişmesi tarihine baktığımızda Sufrajetlere uzandığını biliyoruz. Hatta 1700'lerde Mary Astell, 'eğer bütün insanlar doğuştan özgürse nasıl oluyor da bütün kadınlar köle oluyor' dedi. 1967 başındaki savaş karşıtı hareketlerden doğuyor bugünkü sosyalist feminist kadın mücadelesi. Neden? Burada beraberce erkek yoldaşlarıyla mücadele eden ve savaş karşıtı protestoya katılan kadınlar yan yana durdukları erkeklerle eşit olmadıklarını görüyorlar. Önderlerin, bildirenlerin, karar alanların erkek olduklarını görüyorlar. Birikmiş bir feminist mücadele ve teori var. Radikal feminist kadınların geliştirmiş olduğu ataerki, patriyarka kavramlarının sınıf mücadelesinin kapitalizm analizine eklemleyerek bir sentez ortaya çıkarıyorlar. Feminist hareket ve sınıf hareketinin kesiştiği yer bu iki teori ve yapının etkileşiminden ortaya çıkıyor. Kadınların kadın olarak yaşadıkları pek çok özgül sorun da var. Kadını işçi yapmaya kadar götüren süreçte hane içindeki yükler; beden üzerinde erkeğin tahakkümü ve erkeğin şiddeti" ifadelerini kullandı.
'TEMELDE KADIN VE ERKEK EŞİTSİZLİĞİ VAR'
Engels'in kaleme aldığı Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni kitabını eleştiren Yaman, Engels'in kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin kaynağını özel mülkiyete dayandırdığını ve bu teorinin dünyadaki tüm sol hareketler tarafından kabul edildiğini belirtti. Engels'in kitabı Marks'ın notlarına dayanarak yazdığını ancak Marks'ın böyle bir ifadesinin olmadığını söyleyen Yaman, "Sınıfsal eşitsizliklerle, sınıfsal katmanlaşmanın ek biçimleriyle, toplumdan erkekler arasındaki eşitsizliğin paralel tam da eşitlikçi tolumlar içerisinden çıktığını görüyoruz. Kısıtlanan, tarih içinde, eşitlikçi toplumların içinde bile kadınların olduğunu görüyoruz. İlişkiyi tersine çevirmek lazım. Tüm eşitsizliklerin, cinsel, LGBTİ+'lara karşı sürdürülen eşitsiz politikaların, toplumsal ilişkilerin temelinde kadın ve erkek eşitsizliği var" vurgusu yaptı.
'SERMAYE ATAERKİYİ YENİDEN BESLİYOR'
Sermayenin kadının emek ve bedenini sömürdüğünü bu nedenle sermaye ve emek sömürüsünün ortadan kalkmasının şart olduğunu vurgulayan Yaman, ancak bunun da yeterli olmayacağını söyledi. Kadına yönelik her türlü şiddetin bugün hala sürüyor olmasının nedenlerinin kapitalizm ve sermayenin açıklamasıyla mümkün olmadığını dile getiren Yaman, "Sermaye, 200-300 yıllık tarihinde ataerki üzerinden kuruldu. Bugün de o zemin üzerinde devinen bir sistemden bahsediyoruz. Elbette sermaye ataerkiden beslenirken, kadınları daha özgür biçimde sömürebilirken; emek gücünün yeniden üretimini doğrudan haneye, kadınlara yükleyebilirken; ya da emek gücünün değil insanın üretimini, toplumun yeniden üretimini, sermayenin yeniden üretimini kadınlar üstlenebiliyorsa sermayenin ataerkiyi yeniden biçimlendirdiğini söylemek lazım" ifadelerini kullandı.
'SINIF MÜCADELESİ KENDİNİ FEMİNİST HAREKETE KAPATMAMALI'
"Sınıf mücadelesinin kendini kadın ve feminist harekete kapatması gerçekten talihsiz" diyen Yaman, kadının kurtuluşunun ve feminist eşitlikçi bir dünyanın inşasının ancak sermayenin ortadan kalktığı koşullarda mümkün olduğunu kaydetti ve ekledi: "Ama mücadeleyi bugünden vermek gerek."
NARİN: YAPAY ZEKAYA İLİŞKİN SORULAR DEĞİŞTİ
Yapay zekaya ilişkin sunum yapan Özgür Narin de Marks'ın 1840 yılında kaleme aldığı metinlerin bazı bölümlerinde yapay zekanın görüldüğünü aktardı. Yapay zekaya yaklaşımın zamanla değiştiğini yaptığı sunumlarda gelen şu sorularla aktardı Narin: "Beş yıl önce yapay zeka bizi öldürecek mi? Üç yıl sonra yapay zeka bizi işsiz mi bırakacak? Şimdi ise her taraftan izliyorlar." İşçi sınıfının taleplerinin toplumun tüm kesimlerini kurtaracağını kaydeden Narin, çok sayıda mücadeleyi birleştirmenin son derecece önemli olduğunu belirtti. "Ama böyle değiliz, bugün defanstayız. İşçi sınıfının parçalanmasını konuşuyoruz, işçi sınıfının hegemonyası denilen şey işçi sınıfının bütün dünyaya program önemesi. Tamamen değil ama bu program darbe aldı, yenildik" diyen Narin, bir araya gelerek yürütülecek mücadele konusunda 15-16 Haziran'ın son derecek önemli olduğunun altını çizdi.
'MÜCADELELER BİRLEŞMELİ'
15-16 Haziran döneminde Türk-İş ve DİSK'in iki kesimler arasında örgütlendiğini, DİSK'in daha militan kesimleri örgütlediğini hatırlatan ve bunun tesadüf olmadığını söyleyen Narin, "Bir sınıfın belirli kesimlerine odaklanmanız hem gücünüz açısından gerekli hem de sınıfın kesimlerini bütünsel talep altında birleştirmeniz açısından" dedi. Tekel direnişini hatırlatan Narin, işe geri alınacağı teklifi gelen direnen bir kısım işçinin bunu reddettiğini "dışarıda bazı işçiler işsiz kalacak" dediğini aktardı. Narin, "Bizim taleplerimiz işsizlerin, sınıfın diğer talepleriyle birleşmeli. Bütünsel çıkarları ele almaya başladığınızda topluma bir plan önermeye başlıyorsunuz" ifadelerini kullandı.
'15-16 HAZİRANI GAZİ VE GEZİ DİRENİŞİYLE BİRLEŞTİRMEK GEREK'
15-16 Haziranları Gazi ayaklanması ve Gezi direnişiyle birleştirmek gerektiğinin altını çizen Narin, "İşçi sınıfının bir kesiminin kendisini göstermesiydi Gazi ayaklanması. Görünen enformel işçilerdi, sınıfın güvencesiz gerçek enformel işçilerdi. Hasan Ocak ve Süleyman Yeter'i bu bağlamda anmak istiyorum. '95 Gazi ayaklanması bize işçi sınıfının bu kesimlerini gösterdi. Gezi de bize farklı kesimleri gösterdi, beyaz yakalı olarak adlandırılan kesimleri. 15-16 Haziran fabrikalı olarak görünen ama fabrikalı olmayan en dinamik kesimlerin örgütlenip bir araya gelme çabasıydı. Sonrasında Gazi ve Gezi'nin bir araya gelmesi üzerinden olmalı" dedi.
'MAKİNE BİR DÜŞMAN DEĞİL İŞÇİLERİN KENDİ ÜRETİMİ'
Sınıf mücadelesinin birlikte yürütülmesi gerektiğini söyleyen Narin, yazılım ve yapay zekayı üreten bilim insanlarının hepsi olmasa da büyük bir kısmının sınıfın parçası olduğunu kaydetti. Gezi direnişinde birçok kişinin sosyal medyayı kullanarak bir araya geldiğini söyleyen Narin, "Yapay zekayı iki şekilde tartışabiliriz; yukarıdan mı aşağıdan mı? Yapay zeka esneklik getiriyor. 1990'larda sendikalarda esnekleşme ve esnek çalışmadan bol bol bahsedilirdi. Ama Birleşik Metal-İş, Petrol-İş'in dahil olduğu fabrikalarda esnek çalışma gibi yaşanan şey birilerine sigorta denirken, alttaki işçilerin sigortadan haberi yoktu. Aşağıdan tartışıldığında ise teknoloji nedir. O zaman tül perdesi ortadan kalkar. Başımıza ne gelecekmiş gibi uzun vadeli tartışmazsınız. Yapay zeka bir kolektif işçinin üretici gücü. 1800'lerde makinelerin öğrenmeye başladığı dönemde, Marks ve iktisatçıların bir kısmı için makine yapmak denilen şey işçinin yerini almaktı. Ama aynı zamanda işçinin o işinin rutinini tekrar edecek makine. İşçi işi parçalara bölüp yeniden yaparken detaylandırdığında makine üretebilir hale geliyor. Makine ve yapay zeka emek bölümünün içinden çıkıyor. Makine bir düşman değil işçilerin kendilerinin üretimi" ifadelerini kullandı.
'ENFORMASYON DÜNYAYA SAÇILDI'
1950'li yıllarda yapay zeka gibi otomatik makinaların programlandığını söyleyen Narin, satranç örneğini verdi. Makinelerde bulunan satrançta hamlelerin tanımlandığını anımsatan Narin, "Çok güçlü bir değişim yaşandı. En temeli veri dolaşması. Enformasyonun tüm dünyaya saçılması. Verinin dolaşmasıyla birlikte yapay zekacıların önüne şöyle bir şey çıktı; programlandığı gibi öğrenmesin de insanların davranışlarından verileri toplasın, istatistik araçlarla kalıpları yakalasın ve size aynı şekilde davransın. Örneğin, 'bugün yemeğe gittim' diyorsunuz, yemekten sonra 'gittim' geliyor. Milyonlarca kitap okunup, konuşmayı izleyip istatistiksel olarak yemekten ne gelir ispatını çıkarıp önümüze getiriyor. Ama yanlış, o öyle değil derseniz, 'şu koşullarda şöyle demem lazım' diyor" dedi.
Narin, yapay zekayı beslemek için tonlarca su, soğutmak için elektrik gerektiğini, verilerle besleyerek veriyi doğrulamak gerektiğinin altın çizdi ve şöyle devam etti: "Bir fotoğrafta bisikleti etiketlemenizi istiyor. Etiketleyecek birinin olması gerek ki yapay zeka verilerle beslenip öğrensin. Bu devasa bir üretim sürecini gerektiriyor."
Elon Musk gibi zenginler görünse de altta işçilerin emeği olduğunu söyleyen Narin, üretici ve emekçinin örgütlenmesi gerektiğinin altını çizdi.
TÜMÜKLÜ: AYAKLANMALAR DEVRİME YÜRÜR MÜ SORUSUNUN CEVABINI ARAMAK GEREKİR
"21. yüzyıl ve işçi sınıfı çelişkiler ve sonuçları" başlığında sunum yapan Şahin Tümüklü, 1991 Sovyet blokunun yıkılması ve Çin'in kapitalist restarosyonu ve revizyonizme teslimiyetiyle "ideolojiler bitti, sınıflar savaşı son erdi" tartışmaları yürütüldüğünü hatırlatarak, "Wall Street'i işgal et" eylemleri, İran ve Sri Lanka'da yaşanan ayaklanmaların yeniden ayaklanmalar olur mu, ayaklanmalar devrime yürür mü, nesnel koşulları var mı sorularının cevabını aramak istediğini vurguladı.
'KİTLELERDE DEĞİŞİM İSTEĞİ'
Kitlelerdeki değişim isteği, ekolojik yıkım ve etkileri, mülksüzleşme ve proleterleşme, mültecilik, yeni faşist hareketler ya da sağ popülizm olduğuna işaret ederek, son iki yılda kendini henüz göstermeyen ayaklanmalar olduğunu söyleyen Tümüklü, "Kapitalizmin bugünkü eşiğini görmüş oluyoruz. Bugün bakımından kapitalizmin içinde bulunduğu dönemi emperyalist küreselleşme olarak tanımlamak somut bir veri olur" dedi.
Kapitalizmi hızlandıran devrevi krizlere işaret eden Tümüklü, "Bugün gelinen aşamada kapitalizm bu krizi aşmakta zorlanıyor. 1825'ten bu yana bu krizleri aşmak için iki temel eğilimi var. Kapitalist olmayan alanların kapitalistleştirilmesi, ikincisi de sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması yani tekelleşme. Bu durum 1973'teki petrol kriziyle başlayan ve sonrasında ABD hem gelinen aşamada hem de kapitalizmin iç krizini aşmak için mali spekülatif alana yöneldi, doların altın karşılığını kaldırdı. O tarihten itibaren de istediği kadar dolar basıyor. Emperyalizmin bir yeni evresinin süreç başlangcı olarak görmek mümkün bu tarihi. Kendi karşıtında yer alan, kapitalistleştirilemeyen alanların kapitalistleştirilmesi, diğer yandan da mali spekülatif alanların çoğaltılması başlamış oldu" dedi.
Kendini yeniden örgütlemesi gerektiğini ancak Sovyetler Birliği'nin çökeceğini kapitalistlerin de bildiğini aktaran Tümüklü, "Kapitalizmin kriz döngüsü diye bir şey var. Emperyalist küreselleşmenin '90'lı yıllarda Sovyet blokunun yıkılması, Çin'de kapitalist restorasyonun yaşanması, Doğu Bloku ülkelerinin kapitalist pazara açılmasıyla küresel bir dünya ortaya çıktı. Kapitalizm şahlandı. Ciddi bir birikim, zenginleşme dönemi oldu. Ama bu birikim tüketimi de gerektiriyor. Bu tüketim karşısında üretimin karlı olmasına ihtiyaç duyuyor. Bu kapitalistler bakımından sınırsız bir şey deği. Bu anlamıyla ücretlerin kontrol edilmesi, baskılanması, hak talep eden örgütlerin dağıtılması, mücadele edenlerin tasfiyesi çok önemli. Emperyalist küreselleşme döneminde ideolojik, politik, örgütsel anlamda tasfiyecilik dönemiyle karşı karşıya kalındı. 2008'e kadar uzun bir süre neden kriz olmadı? Çünkü mali araçlarla krizi ertelemek mümkün. En azından bir yere kadar mümkün. ABD'den mortgage kredisi verildi, herkese kredi kartı dağıtıldı. Sonuçta bunlar şunu sağlıyor, Amerikan Merkez Bankası (FET) dönem dönem istediği anda para basıyor. Faizleri yükseltiyor ya da yüksekte tutuyor. Ama kronik işsizliği yükselterek yapıyor bunu. 2005 -2006 öneminde büyük banka krizleri başladı. Bankalar ayrılan büyük bütçelerle kurtarıldı. Ama esaslı halkayı bozdu. Kapitalizmin kriz döngüsü vardı, bir kriz geliyor, durgunluk yaşanıyor sonra o durgunluk içinde yavaş yavaş bir yükseliş dönemi oluyor, en nihayetinde canlanma oluyor. Kriz döneminde sermaye iflas ediyor, ama emperyalist küreselleşme başında iflası erteliyorsun. Ama sonuçta işleyiş biçimini sakatlıyor" ifadesini kullandı.
EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN EZİLENLER VE EGEMENLER CEPHESİNDEKİ GÖRÜNÜMLERİ
Krizin aşılması için işsizliğin azalması gerektiğini ancak bugün ABD'de işsizliği yükseltmek için faizlerin yüksek tutulduğunu, çünkü büyük sermaye tekellerinin kar oranlarının düşmesinin önüne geçilemediğini vurgulayan Tümüklü, "Kapitalizmin basit yöntemleri var. Kriz döneminde sermaye iflas ediyor, yatırım sermayesi ucuzluyor. Elinde para olanlar buna el koyuyor, tekeller büyüyor, canlanıyor. İş olanakları artıyor, işçi istihdam ediliyor. Düzen bu. Bu duruma sekteye uğradı emperyalist küreselleşme döneminde. Bunun şöyle bir etkisi var. Emperyalizmin merkezlerinde kapitalizm nispi refahını kaybetti. Emperyalizmin merkezindeki işçilere eskiden ciddi maaş veriliyordu. Bugün yok, orta sınıflarda çözlüme var. Egemenler cephesinde yeni faşist hareketler ortaya çıktı. Sonra devletler ne olursa olsun sermayeyi korumak için zor, baskı biçimlerini ve her türden yasa dışılığı örgütlemeye çalışıyor. Emperyalistler arası değişik rekabet savaşları ya da dayatmalarla kendini gösteriyor. Emekçiler cephesinde emperyalist küreselleşmenin yansıması şu oluyor: İşçi sınıfı kronik işsizlikle karşı karşıya kalıyor. Kazanımları gasp ediliyor, iş ve yaşam koşulları ağırlaşıyor. İşçiler arasında rekabet örgütleniyor. Küçük ve orta köylüerin kitlesel mülksüzleşmesi ortaya çıkıyor. Kır nüfusunun kent nüfusu karşısında gerilemesini görüyoruz. Kent yoksulları ciddi yıkım yaşıyor, işçi sınıfının safları genişliyor. En temelde de kentlerde zengin ve yoksul karşıtlığı keskinleşiyor" vurgusu yaptı.
'DÜNYANIN EN ZENGİN YÜZDE 10'U DÜNYA SERVETİNİN YÜZDE 76'SINA SAHİP'
Emperyalist küreselleşme döneminde sermaye birikim modeline ilişkin şu verileri aktardı Tümüklü: "Birincisi, sermaye mali araçlarla birikime yöneliyor. Gecelik repolar, tahviller, hisse senetleri, yapay zekanın eliyle oluşturulan dijital paralar, bitcoin vs. gibi unsurlarla artıyorlar. Pandemi döneminde en çok kar eden 10 şirketin 9'u bankaydı. İkincisi, üretim sürecinin bütün aşamalarıyla uluslararasılaştığını söylemek lazım. Emperyalist küreselleşmenin en tipik göstergeleri bu. Uluslararasılaştığında, dünya fabrikası oluşuyor. Bir parça Bangladeş'te üretiyor, bir parça Türkiye'de üretiliyor, montajı Romanya'da yapılıyor. Emperyalizmin merkezindeki bazı üretimler mali sömürge ya da sömürge ülkelere kayıyor. Barkodu orada vuruluyor. Gelinen aşamada emperyalist küreselleşme döneminde dünyanın ekonomik verilerine baktığımızda, bu haliyle bu rejim, bu düzen ayaklanma, direniş ve kaos üretmeye devam edecek. Çünkü başka şansı yok. Eski kodlarına yeniden dönüyor. Yapay zeka gibi arayışlar içinde. Ama ilk yapanlar kazanıyor. Amazon kazanıyor ilk bunu üretiyor, çünkü devasa bir ARGE'ye sahip. Ama sonuçta bu dünya fabrikaları, her yere açılan organize sanayi bölgeleri bir şekilde üretime devam ediyor. Bunu tüketecek insan yok ya da tüketeceklerin tüketecek kapasitesi yok. Doğal olarak aşırı üretim krizleri devam ediyor, en nihayetinde iflası da getirecek. İflas edenler sömürgeleştirilmeye devam ediyor. Bir şekilde tekelleşme devam ediyor. Servetler arası uçurum ortaya çıkıyor. Yoksullaşma krizinin şiddetlenmesi ve buna bağlı olarak sınıfsal çelişkilerin keskinleşmesi var. 2022 yılında dünyanın en zengin yüzde 10'u dünyanın toplam servetinin yüzde 76'sına sahip. En zengin yüzde biri o servetin yüzde 46'sına sahip" bilgilerini paylaştı.
Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının devam ettiğini, sadece 26 kişinin servetinin dünyanın yarısının servetine eşit olduğunu kaydeden Tümüklü, "Keskin bir çelişki, kentler içinde yeşil alanlar var. Kendine ait bir yaşam kuruyor. Dünyanın çok büyük bir kısmını hiçleştiriyor. İnsanlar ekmek, barınak bulmaya muhtaç. Bu mülteciliği, arayışları, isyanları tetikliyor. 1980'de dünyanın en zengin yüzde 1'i toplam gelirin yüzde 18'ini alırken. En zengin binde biri ise yüzde 7'sini alıyor. 2022'de en zengin yüzde 1 toplam gelirin yüzde 21'ini alıyor" dedi. Tümüklü, ülkeler ve sınıf arasında büyük bir eşitsizliğin ortaya çıktığına vurgu yaptı.
'DEVRİMLER MÜMKÜN'
Türkiye'de de en zengin yüzde 1'lik kesimin ülke servetinin yüzde 40'ına sahip olduğunun altını çizen Tümüklü, "Kapitalizm bir varoluş krizi yaşıyor. Krizini çözmek için teknolojiyi ilerletmek zorunda. Ama gelinen aşamada teknolojiyi ilk yapanlar başarılı oluyor, ama geride kalanlar ucuz ham madde ve emek cennetine gidiyorlar. Emek ve doğa yağmasına gidiyorlar. Ekolojik yıkımın ve kır mülksüzleşmesi ve yoksullaşmanın şiddetini artırarak mali sömürgelerden sömürgelere doğru mültecilik akımı başlatıyorlar. Gök kubbenin altında bu kadar keskin zenginlik ve yoksulluk farkının, emek ve doğa yağmasının bu kadar keskinleşitği zeminde 2008'den 2021'e 60'dan başka ülkede insanlar mülksüzleşmeye, hiçsizleştiremeye, ağır yoksulluk ve işsizliğe karşı ayaklanmaya başvurdu. Halihazırda Türkiye'de değişim adresi yanlış olsa da değişim arayışı çok ciddi biçimde kendini gösterdi. Mültecilik, ekolojik mücadele, kadınların, kent yoksullarının mücadelesi devam ediyor. O nedenle ayaklanmalara gebe bir dünya ve zaman dilimiyle, aynı zamanda ciddi bir devrimci özne arayışıyla süren bir zaman dilimiyle karşı karşıyayız. O nedenle devrimler mümkün!"