24 Kasım 2024 Pazar

İbrahim Okçuoğlu yazdı: Tarihsel ve güncel olarak ABD’de ırkçılık

Irkçılığa karşı mücadele aynı zamanda faşizme, devletin faşistleştirilmesine karşı mücadeledir. Irkçılığın hegemonya mücadelesi ile yakından ilişkisi vardır; hegemonya mücadelesi ırkçılığı besleyen bir olgudur. Bu bakımdan hegemonya mücadelesinin,  dünya çapında rekabetin strateji ve politikası olan jeopolitika, ırkçılık teorisidir.

Her dönemde ve her ülkede ırk teorilerinin o döneme ve ülkeye özgün yanları vardır. Bu yanlar, özgünlükler biçimsel olsa da belirleyicidir. Bu özgünlüklere rağmen, ırk teorilerinin temelini farklı ırklara mensup olan insanların “doğal eşitsizliği” oluşturur. Bu eşitsizlik de, toplumun ve kültürün ebediyen değişmeyen biyolojik yasalarına tabi olmasıyla açıklanır. Gerçeklikle hiç bir ilişkisi olmayan ırk teorilerinin hepsinde ortak olan budur.

Irk teorileri temelden tutarsızdır, maddi nedenselliği yoktur; bilim dışıdır. Irkçılar, toplumsal ve biyolojik görüngüleri birbirine karıştırırlar; biyolojik kategorilerle (örneğin ırk) toplumsal oluşum ve gelişmeleri açıklamaya çalışırlar. Bunu yaparken toplumsal gelişmeye özgün yasaları; toplumun kendi gelişme yasaları doğrultusunda hareket ettiğini inkâr ederler. Lenin, ırkçıların, toplumsal yaşamın görüngülerini biyolojik olarak açıklama çabalarını teşhir ederek şunu söyler:

“Bu kavramlara başvurarak aslında, toplumsal görüngüler üzerine hiç bir inceleme yapılamaz, toplumsal bilimlerin yöntemi konusunda hiç bir anlayışa varılamaz. Bir "erkeci" ya da "biyo-sosyoloji etiketini bunalımlar, devrimler, sınıf mücadelesi, vb. gibi olaylara yapıştırmaktan daha kolay bir şey yoktur, ama böyle bir uğraştan daha kısır, daha skolastik, daha ölü bir uğraş da yoktur.”1

Ayrımcılık anlayışının ve uygulamasının tarihi hiç de yeni değildir. Daha Roma İmparatorluğu döneminde Romalı olmayan herkesin, “değersiz”, “aşağılık” olduğu anlayışı yaygındı. Romalı köle sahipleri, köleyi, kendilerinden oldukça farklılaşmış bir insan türü olarak görürlerdi.  Aynı anlayışı “filozof” Friedrich Wilhelm Nietzsche de “felsefi” olarak açıklamış, Hitler önderliğinde Alman faşizmi de uygulamıştır. Diktatör Erdoğan’ın “affedersiniz Ermeni” sözü de aynı kategoride ele alınmalıdır.

Ancak, ırk teorileri en geniş, yaygın kullanımına kapitalist çağda erişmiştir. Bu çağda sömürge savaşlarında; Asya, Afrika, Amerika halklarının Avrupa’nın sömürgeci ülkeleri (Portekiz, İspanya, İngiltere, Fransa, Hollanda) tarafından köleleştirilmesinde ırk teorileri kullanılmıştır. Irkçı ayrımcılık esas itibariyle kapitalist toplumun bir ürünüdür. Malcolm X’in ifadesiyle ırkçılığın olmadığı kapitalizm yoktur.

“Hıristiyanlık konusunda uzman W. Howitt, Hıristiyan sömürgecilik sistemi hakkında şöyle diyor: "Hıristiyan denilen bu soyun, dünyanın dört bir yanında boyundurukları altına alabildikleri halklara karşı gösterdikleri vahşet ve zulmün bir benzerine, hiç bir çağda ne kadar yabanıl ne kadar kaba ve ne kadar merhametsiz ve utanmaz olursa olsun, başka hiç bir soyda rastlanamaz."2

Asya, Afrika, Amerika halklarını boyunduruk altına alan ve köle durumuna düşüren sömürgeci ülkeler, talan ve imha politikalarını haklı çıkartabilmek için kendilerinin üstün ırktan, sömürgeleştirilenlerin de aşağılık, bağımsız gelişmekten yoksun olduklarının teorisini geliştirmeye başladılar.

Modern ırk öğretisinin kurucusu Fransız sosyolog Graf Gobineau’dur. “İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Deneme”sinde (1855) “ari ırkı” “yüksek”, “üst” ırk, Slavları ve diğerlerini de “aşağı”, “alt” ırk olarak açıklar. Bu sosyologa göre boyunduruk altına alınması, yok edilmesi gerekenler de “aşağı”, “alt” ırktan olanlardır.

Bu sosyologun ırkçı düşüncelerinden Almanya, İngiltere, ABD gibi ülkelerde hâkim sınıflar bolca yararlandılar. Almanya ve ABD’de olduğu gibi ırk teorileri geliştirildi.

19. yüzyıl boyunca ABD, ırkçılığın yeşerdiği topraklar oldu. O zaman dünyanın hiçbir ülkesinde ırkçılık ve milliyetçilik ABD’de uygulandığı kadar uygulanmadı. Bunun nedeni vardı: ABD’de hâkim sınıflar, bir taraftan aslında ülkenin gerçek sahipleri olan Kızılderililerin kökünü kazırken, diğer taraftan da geniş topraklarda köle ekonomisi kurdular.

Amerikan hâkim sınıflarının, bu barbar, imha politikalarını haklı çıkartan bir ideolojiye ihtiyaçları vardı. Daha 17. yüzyıldan itibaren sömürgecilerin ideologları, Kızılderililerin işe yaramaz olduklarının, modern topluma ayak uyduracak durumda olmadıklarının ve bundan dolayı da yok edilmesi gerektiğinin propagandasını yapıyorlardı. Bu unsurların gözünde siyahlar ise biyolojik özelliklerinden dolayı sadece köle olabilirlerdi ve beyazlara tabi olmaları gerekirdi.
19. yüzyıl ortalarında ABD’de Siyahların Kurtuluşu taraftarları ve karşıtları arasındaki mücadele bağlamında çok sayıda ırkçı tezler yayınlanmıştır. Bu tezlerde köle ekonomisi haklı çıkartılmaya çalışılmıştır.

Emperyalistler, dünya hâkimiyeti iddialarını, jeopolitik çıkarlarını gerçekleştirmek için ırk teorilerini sömürgeleştirmede, ilhak ve imhada ideolojik temellendirme olarak kullanmışlardır.

Irk teorileri emperyalist çağda hemen bütün emperyalist ülkelerde yaygınlaşmıştır. Irkçılık emperyalist çağda burjuva ideolojinin, emperyalist gericiliğin vazgeçilemez bir temel ilkesi olmuştur.

Emperyalist çağ, aynı zamanda ulusal baskının derinleşmesi, mali sermayenin hâkimiyeti, azami kar, paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşılması çağıdır. Bu çağda emperyalist talancıların dünya hâkimiyeti için sürdürdükleri fetih savaşları; kapitalizme özgü bütün bu çelişkilerin keskinleşmesi, kendini haklı çıkartmak isteyen emperyalist burjuvazinin daha kapsamlı bir biçimde ırkçılığı ve milliyetçiliği ideolojik silah olarak kullanmasını beraberinde getirmiştir. Emperyalist çağ, ırk teorilerine kendi damgasını vurmuştur.

Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde ırk teorileri, genel olarak sömürgeleştirilen ülke halklarına karşı kullanılmıştı. Sömürgeci burjuvazinin ideologları beyaz ırkın “renkli” ırklar karşısında üstünlüğünü yayarken,  kapitalizmin emperyalist çağında durum değişmişti; ırkçılığın bu açıklaması artık yetersiz kalmıştı. Emperyalist çağda burjuvazinin, sadece “renkli” değil, beyaz olan halkların da boyunduruk altına alınmasını ve dünya hâkimiyetini haklı çıkartan teorilere ihtiyacı vardı.

Paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşmak, “güneşin altında bir yer kapmak” için acımasız rekabet/mücadele, yeni yetişen, arkadan gelerek öndekileri geçmek, onların yerini almak isteyen Almanya ve ABD tarafından sürdürülmekteydi. Her iki emperyalist ülke de görünüşü farklı, ama ideolojisi aynı olan ırk teorileri geliştirdiler. Almanya’da Yahudiler, Çingeneler, komünistler hedef alınırken ABD’de esasen Siyahlar, Latinler, Avrupa’dan gelen göçmenler ve var olduğu kadarıyla Kızılderililer hedef alınmasıyla yetinilmedi; Alman emperyalistleri ve jeopolitikacıları dünya hâkimiyeti anlayışlarını gerçekleştirmek için “ari ırk” teorisini geliştirirken, Amerikan emperyalistleri de güya eskiden beri var olan Anglosakson üstünlüğünden bahsetmeye başladılar. Amerikan emperyalistleri, Amerikalıların “dünya misyonu”ndan giderek daha çok laf eder oldular. Amerikan emperyalizminin ideologları, dünyanın bütün halkları üzerinde hâkimiyet kurmak Kuzey Amerikalıların ayrıcalığı propagandasını yapmaya başladılar.

20. yüzyılda Amerikan emperyalistleri ve jeopolitikacıları, dünya hâkimiyeti için rekabet yoluna girdikten sonra ırkçılık ve milliyetçilik silahını daha yaygın ve daha güçlü olarak kullanmaya başladılar. ABD Başkanı Theodore Roosevelt (1901-1909) “Bütün dünyanın geleceği üzerine kontrolü gerçekleştirmemin zamanı gelmiştir” diyecek kadar açık konuşuyordu. Amerikalılar “siyah” ve “sarı” ırklara; başka halklara karşı kin ve nefretle dolduruluyorlardı.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist dünyanın merkezi İngiltere eksenli Avrupa’dan ABD’ye kaydı. II. Dünya Savaşı’na “Amerikalıların dünya misyonu”nu yerine getirmek için; yani Amerikan sermayesinin dünya hakimiyetini kurmak için giren ABD, savaştan güçlenerek çıkan sosyalist Sovyetler Birliği karşısında ve nedeniyle bu amacına ulaşamasa da yayılmacılığını ırkçılıkla açıklamakta geri kalmamıştır. “Dünyaya önderlik etmek”, “Dünya misyonu”, “Bütün dünyaya hükmetmek”, “Amerikan yüzyılı”, ABD’nin “Başka halkanın geleceğini belirlemek, dünyaya önderlik etmek için ahlaki hakkının olması”, “Amerikan yaşam tarzı”, “Amerikan ulusal yaşam yapısının bütün dünyanın yapısı için örnek olması”, ”Anglosaksonlar, Batıyı kurtarmak yükümlülüğünü taşıyorlar” vs.3

SSCB, sosyalizm, Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti jeopolitikasının ve stratejisinin yeniden oluşturulmasında belirleyici rol oynamıştır. O zamana kadar kapitalist dünya içinde dünya hâkimiyeti için jeopolitika ve strateji esas iken, şimdi oluşmakta olan sosyalist dünyaya karşı, onu yıkmak ve dünya hâkimiyeti kurmak için jeopolitika ve strateji gerekliydi.

Yoğun ırkçılıkla açıklanmaya çalışılan bu jeopolitikanın özellikle II. Dünya Savaşı döneminde ve sonrasında geliştirilmesi tesadüfi değildir.

Önemli olan, Amerikan dünya hâkimiyetinin önünde engel olan bütün engellerin ortadan kaldırılması ve doğrudan Amerikan hâkimiyetinin kurulmasıydı. Önemli olan, bütün dünyada Amerikan sermayesinin, Amerikan kültürünün, Amerikan felsefesinin, Amerikan edebiyatının, Amerikan yaşam tarzının hâkim kılınmasıdır. Bunun hâkim kılınması için engeller yıkılmalıdır. Yani uluslar, ulusal devletler yok edilmelidir. Anglosakson, Amerikan “üstün ırk”ının, “süper devlet”i kurulmalıdır.

Kozmopolitizm, ırkçılık, jeopolitika ve “küreselleşme” bu noktada, Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyetinin sağlanmasına hizmet noktasında aynı koroyu oluşturuyorlar.

Emperyalist güçler, ırkların ve ulusların eşitsizliği üzerine propagandanın örgütlenmesine ve koşullara uygunluk içinde yenilenerek sürdürülmesine oldukça özen gösterirler. Bunun nasıl örgütlendiğini Alman faşizminden biliyoruz. Nazilerin ırkçılık konusunda propaganda aracı olarak kullandıklarını Amerikan emperyalizmi daha da mükemmelleştirerek, teşvik ederek kullanmıştır:

1)Basında (gazeteler, dergiler), edebiyatta (örneğin romanlar), radyo ve tv’de (bugün için “sosyal medya” da) insanlar arasında “ırk” farklılığı, dinsel, etnik farklılıklar canlı tutulur ve hâkim güçler tarafından çıkarlarını sürekli kılmak için kullanılır. 2)Filmlerde açık bir biçimde ırkçılık propagandası yapılır. 3)Gençlik, ordu, polis şoven, ırkçı duygularla yetiştirilir.

Avrupa’dan gelen yeni yerleşimcilere alan açmak için yerli halkın (Kızılderililerin) yok edilmesi, topraklarından kovulması ve kendileri için ayrılan kamplara tıkılması gerekiyordu. Kelle avcılığı ilk kez 1703’te çıkartılan yasayla başladı. Genç bir Kızılderili kellesi için 40 sterlin teşvik primi verildi. Filmlere de yansıyan yerli halk katliamları sonucunda Kızılderili kabileler etkisiz hale getirildiler; kendilerine ayrılan kamplarda açlık ve sefalete terk edildiler.
Irk ayrımcılığı sadece Kızılderililerle sınırlı kalmadı. Esas ırk ayrımcılığı Siyahlara yapıldı.  Afrika’dan Amerika’ya siyah köle taşıyan ilk gemi 1619’da gelmişti. Amerika toprakları Afrika’dan getirilen kölelerin ter ve kanıyla yoğrulmuştur. 1808’e kadar; köle ticaretinin yasaklandığı bu yıla kadar Afrika’dan sayısız gemilere tıkıştırılmış, zincire vurulmuş bedava işgücü; “yaşayan mal” getirilmiştir. Amerikan sermayesi Siyahları insan olarak görmedi. Aynen Avrupa sermayesinin “1960’lardan bu yana işgücü göçü bağlamında “işgücü istedik, insan geldi” demesi gibi.

O günkü tanımlanmasıyla “zenciler”, bugünkü tanımlanmasıyla Siyahlar,  yoğun olarak iç savaştan sonra Amerikan tekellerinin, Amerikan tarımının, özellikle güneydeki büyük çiftliklerin zenginleşmesinin, sermaye birikiminin kaynağı oldular. Bu konuda Marks:

“Makine, kredi, vb. kadar, doğrudan kölelik de, burjuva sanayinin eksenidir. Kölelik olmadan pamuk olmaz; pamuk olmadan modern sanayi olmaz. Sömürgelere değerlerini kazandıran kölelik olmuştur; dünya ticaretini yaratan kölelik olmuştur ve büyük sanayinin önkoşulu da dünya ticaretidir. Demek ki kölelik, son derece büyük öneme sahip bir ekonomik kategoridir. 
En ileri ülke olarak Kuzey Amerika,  kölelik olmasaydı ataerkil bir ülke durumuna gelirdi. Kuzey Amerika'yı dünya haritasından silin, ortalığı anarşi –modern ticaret ve uygarlığın toptan çöküşü– kaplar. Köleliği yok edin, Amerika'yı uluslar haritasından silmiş olursunuz.
Böylece, kölelik bir ekonomik kategori olduğundan, halkların toplumsal yapısında her zaman var olmuştur. Modern uluslar, köleliği, kendi ülkelerinde yalnızca gizleyebilmişler, ama Yeni Dünyaya açık bir biçimde zorla kabul ettirmişlerdir.”4

Amerikan iç savaşının (1861-1865) bir sonucu olarak Siyahi köle ticareti yasaklanmıştı. Ancak bu yasaklama gerçek yaşamda “özgürleşen” köleler için fazla bir şey değiştirmiyordu. Amerikan burjuvazisinin iki amacı vardı; güneydeki köle işine dayanan tarımı yıkmak; oralarda kapitalizmin gelişmesini ve kuzeyde sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücünü sağlamak. Bu nedenle Amerikan burjuvazisi Siyahların özgürlüğünden yana olmuştur. Ve özgürleşen Siyahlar Amerikan sanayinde neredeyse bedava çalışan işgücü olarak görülmüştür. Gerçekten de Siyahlar, köle veya “özgür” köle olarak güneyde tarımda ve kuzeyde de sanayide neredeyse bedavaya mal olan işgücü durumundaydılar.

“Zencilerin ezilmiş durumu hakkında tek bir söz söylemeye gerek yok; bu bakımdan Amerikan burjuvazisi, diğer ülkelerin burjuvazisinden daha iyi  değildir. Zencileri "özgürleştirdikten" sonra,  "özgür" ve cumhuriyetçi-demokratik kapitalizm zemininde her şeyi yeniden restore etmeyi, zencileri en utanmaz ve en kötü biçimde ezmek için mümkün olan ve olmayan her şeyi yapmayı anladı.”5

Bugün de Siyahlar, en ucuz işgücü olmaktan, işe alınırken en son dikkate alınan ve işten atılırken de ilk akla gelen olmaktan kurtulamamışlardır; o günün ayrımcılığı günün koşullarına göre biçimlenerek devam etmektedir.

Siyahi ve Latin işçiler sürekli ırksal ayrıma, ötekileştirilmeye maruz kalmışlığıdır. George Floyd bunun en son örneğidir.

Amerikan anayasası, Siyahlara karşı ayrımcılığı engelleyici bir rolü hiçbir zaman oynamamıştır. Doğru, Siyahlar artık köle değiller. Ancak dün olduğu gibi bugün de Siyahlar, yapay olarak kurulan engellerle toplumdan ayrı tutulmaktalar. Siyahlar “renk” bariyeri ile ayrıştırılmaktalar. Almanya’da Yahudileri toplumdan ayrıştırmak için kullanılan “sadece Almanlar için” kavramı, Hitler Almanya’sından çok önceleri ABD’de Siyahlar kast edilerek “sadece beyazlar için” olarak uygulanıyordu.

Beyazların Siyahlarla, Kızılderililerle, Latin kökenli göçmenlerle evlenmelerinin yasaklanması Almanya’da Almanların Yahudilerle evlenmelerinin yasaklanmasından çok eskidir.

Hiçbir yasal dayanağı olmamasına rağmen Siyahları, özellikle kentlerde gettolarda tecrit etme pratiği oldukça yaygındır.

Sendikalarda Siyahları üye olarak kabul etmeme ve üye olanların da sendika içinde tecrit edilmeleri pratiği oldukça yaygındır.

Eğitim alanında Beyaz-Siyah ayrımı, Siyahların Beyazlarla beraber eğitimine göz yumanların cezalandırılması da yaygındı.

Aynı ayrım orduda da geçerliydi. Savaşta öne sürülenler (örneğin Vietnam savaşı), ağır işlere koşulanlar ve hor görülenler yine Siyahlardı.

ABD’de hukuk sistemi, Siyahlara karşı bir linç-hukukudur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra “demokratik özgürlükler” abidesi ABD, yükselen sosyalizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında acizliğini yeni fetih savaşlarıyla, devletin faşistleştirilmesiyle, özellikle Siyahlar üzerinde terör estirilmesiyle, pogromlarla kapatmaya çalışmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan demokrasisi, ırkçılık ve faşistleşmeye dayanan bir linç-demokrasisidir.

Bu linç-demokrasisinin temel özelliği, farklı etnikten, dini inançtan olanlara karşı terör ve şiddetin sürekli kılınması; toplu katliamların örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesi; polis gücünün faşist örgütlerle ve çetelerle suç ortaklığı yapması; her fırsatta ırksal ayrımcılık ve linç girişimleri; Latin, Avrupa, Asya kökenli göçmenlerin ayrımcılığa uğramaları vs.

ABD’de ırkçılık, ayrımcılık sadece devlet dışı gerici, ırkçı örgütlerin politikaları olmamıştır. Tam tersine ABD’de kölecilik, ırkçılık, ayrımcılık ve devletin faşistleştirilmesi doğrudan Amerikan tekelci burjuvazisinin, Amerikan devletinin her dönem, koşullara göre farklı biçimler alan resmi politikası olmuştur. Devlet, kendi kurumlarıyla devlet dışı örgütlenmeleri, desteklemiş, eylemlerinde teşvik etmiştir. Bu örgütlerden birisi Ku-Klux-Klan’dır. 24 Aralık 1865'te Tennessee eyaletinde kurulan, Siyah ve göçmen karşıtı, beyazların üstünlüğünü savunan, ırkçı, faşist örgüt her zaman devlet tarafından eylemlerinde desteklenmiştir veya hiçbir zaman engellenmemiştir. Bu örgüt polis teşkilatıyla beraber çalışmış, sayısız linçlerde, pogromlarda, kundaklamalarda (toplu katliam) doğrudan yer almıştır. Siyahların ve göçmenlerin her türlü hak, özgürlük, demokrasi arayışının karşısında ilk duran, devletin kolluk güçleriyle ilişki içinde bu faşist örgüt olmuştur. ABD’de polis, her zaman bu faşist, ırkçı örgütün suç ortağı olmuştur.

Son olarak, ABD’de isyana neden değil, vesile olan ve bütün dünyada desteklenen George Floyd’un boğularak katledilmesi, Beyaz-Siyah ayrımında, ABD’deki yapısal ırkçılıkta, devletin faşistleşme durumunda nitel bir değişimin olmadığını göstermektedir.

ABD’de çok şey değişmiştir. Ancak bu emperyalist ülkenin değişmeyenleri de vardır. Bunlardan birisi Amerikan burjuvazisinin yapısallaştırarak her dönem kullandığı ırkçılıktır: Amerikan burjuvazisi özellikle Siyahlara karşı siyasi, ekonomik, psikolojik baskı ve terörünü birtakım ırkçı ayrım yasalarıyla güçlendirmiş ve sürekli kılmıştır. Bu yasalara “Jim Crow Yasaları” denir.6

1950’li yıllarda Siyahlar, baskı ve ırksal ayrıma karşın kitlesel mücadelelere girişmişler; Siyah işçilerin ve gençliğin Beyaz müttefikleriyle eşitlik ve ırk ayrımına son taleplerinin yükseltildiği kitlesel isyanı sonucunda Amerikan hükümeti  “Jim Crow yasalarını” gözden geçirmek ve kaldırmak zorunda kaldı. (En son “Jim Crow Yasaları”  Medeni Haklar Yasası (1964) ve Oy Hakkı Yasası (1965) ile tamamen ortadan kaldırılmıştır.)

Ancak, bu değişim de Siyahların “kaderini” pek etkilememiştir; dün olduğu gibi bugün de Siyahlar üzerindeki baskı, hemen her bakımdan ayrımcılık oldukça ağırdır. Birkaç örnek verirsek:

Yapılan araştırmalara göre polis, Siyahları, Beyazlardan daha sık kontrol ediyor. Amerikan hükümetinin 2011-2016 dönemi için geçerli olan bir raporuna göre mahkemelik bir durum olduğunda aynı suç için Siyahlar Beyazlara göre yüzde 20 oranında daha uzun cezaya mahkûm ediliyorlar.

1909’da kurulan “Siyahi İnsanların Gelişmesi için Ulusal Birlik” (NAACP) örgütü verilerine göre bütün mahkumların (yaklaşık 2,2 milyon)  yüzde 34’ü Siyahlardan oluşmaktadır. Toplam nüfusa oranı bakımından bunun anlamı şudur: Beyazlara oranla Siyahlar beş misli daha fazla tutuklanıyorlar. Bu durumda her üç siyahtan biri hapse girebilir.

“Washington Post”un bir değerlendirmesine göre 2015’ten bu yana ABD’de çoğunluğu silahlı olan yaklaşık 5400 insan vurulmuştur. Bunların yüzde 45’i beyaz. (ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı beyazlardan oluşmaktadır.) Nüfusun ancak yüzde 13’ünü oluşturan Siyahlar, polis tarafından öldürülenlerin yüzde 23’üne denk düşmektedir.               :

2015’ten bu yana polis tarafından öldürülenler (her bir milyon nüfusa göre)
Siyahlar:              42 milyon. Polis tarafından öldürülen      30
İspanyol kökenli:  39 milyon Polis tarafından öldürülen      23
Beyazlar:             197 milyon Polis tarafından öldürülen      12
Diğerleri:               49 milyon Polis tarafından öldürülen        4

ABD’de Siyahlar arasında işsizlik oranı beyaz Amerikalılara göre daha yüksektir. Örneğin bu yılın Mayıs ayında işsizlik oranı Siyahlarda yüzde 16,8 iken, Beyazlarda yüzde 12,4 idi. Araştırmalara göre, aynı iş için Siyah işçi, Beyaz işçinin ücretinin dörtte üçünü almaktadır.

ABD’de her beş Siyahtan biri yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. -Dört kişilik bir aile için ödenen miktar yaklaşık 26 bin dolardır.-

Araştırmalara göre ortalama bir beyaz ailenin geliri siyah bir ailenin gelirinden 10 misli daha fazladır. Mutlak rakamla Fed’in hesaplaması: 2019 sonu itibariyle ABD’de beyazlar 95 trilyon dolarlık bir geliri kontrol ederken, Siyahlar ancak 5 trilyon dolarlık bir gelire sahiplerdi.7

1950’de de durum bugünden farklı değildi: Yıllık geliri 2000 dolara kadar olan aile ve bireyler arasında beyazların oranı yüzde 27, Siyahların oranı yüzde 59; 2000-4000 dolar grubunda olanların arasında beyazların oranı yüzde 39, Siyahların oranı yüzde 31 ve 4000 dolardan fazla olanların arasında beyazların oranı yüzde 34 ve Siyahların oranı da yüzde 10’du.

Kentlerde yaşayan aileler ve bireylerin geliri beyazlarda 1945’te 2819 dolardan 1949’da 3235 dolara çıkarak yüzde 14,8 oranında artarken Siyahlarda 1689 dolardan 1661 dolara gerilemiştir; yüzde 1,7 oranında düşmüştür.8

Bu yılın Nisan sonu itibariyle ABD’de beyazların yüzde 74’ü kendi evine sahipken, Siyahlarda bu oran yüzde 44’tür.

Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre 25 yaşında olanlar arasında Siyah olanların yüzde 15’inin ve beyaz olanların da yüzde 8’inin lise diploması yok. Aynı yaş grubunda beyazların yüzde 35’i ve Siyahların da yüzde 21’i üniversite bitirmiş.

Büyük işletmelerde yönetici pozisyonunda olan Siyah sayısı yeterli değildir; örneğin, Fortune-500 işletmelerinde sadece dört Siyah başkan vardır.

“New York Times”ın haberine göre orduda askerlerin yüzde 40’ı Siyahtır, ama üst seviye 41 general arasında sadece iki Siyah vardır.

Sağlık hizmeti alanında söylenecek fazla bir şey yok. Koronavirüs günlerinde ABD’de Siyahların hali ortada. Siyahların ölüme terk edilmesinde ayrımcılığın önemli bir rol oynamadığı söylenemez; Korona salgınından ölenlerin üçte biri Siyahtır. Washington’da koronadan ölen her 500 kişinin dörtte üçü Siyahtı. Her 100 bin nüfus içinde ölüm oranı beyazlara göre Siyahlarda iki misli daha fazladır.

ABD’de genel devlet sağlık sigortası yoktur. 2018 yılında yaklaşık 28 milyon insanın sağlık sigortası yoktu. Bunların arasında beyazların payı yüzde 5,4 iken, Siyahların payı yüzde 9,7 idi.9  

Özgürlüğün renkli, siyahi tarafı: Siyahların beyazlarla yasal olarak eşit haklara sahip olması tamamen aldatmacadır. 1776’da Amerika Birleşik Devletleri, temel hak ve özgürlükleri dile getirdiği bağımsızlık açıklamasında tanrının verdiği ilk devletten, tamamen insana özgü haklardan bahsederken, hiç de o zamanki ABD koşullarını göz önünde tutmuyordu. Söz konusu bu temel hak ve özgürlükler Britanya sömürgeciliğinden, Britanya tacından ekonomik ve siyasi bağımsızlık için mücadele eden beyaz vatandaşı çıkarlarını temsil ediyordu.

"Bu gerçeklerin bütün insanların eşit yaratıldığına, yaratıcılarının onlara yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinde koşması gibi devredilemez haklarla donatıldığına inanıyoruz."

Ne Afrika iş köleleri ve ne de yerinden edilerek, imha edilerek kendi topraklarında kapitalist sistemin kurulmasını adeta “mümkün” kılan yerli nüfus, beyaz yerleşimcilerin anayasasını kendilerine dayanak yapabildiler.

Anayasa temel hak ve özgürlüklerden bahsediyordu. Ancak yaşam, yerli halk ve Siyahlar için yerinden edilmekten, kölelikten, katliamdan, baskıdan başka bir şey sunmuyordu.

1865 Anayasasının köleciliği yasaklaması da bir şey değiştirmedi. Bu anayasadan yüz sene sonra, 1960’lı yıllarda ABD’de yükselen Siyahi eksenli ırkçılığa karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi sonucunda birtakım temel hakların elde edilmesi de çok fazla bir şey değiştirmedi. Fazla bir şey değişmedi, çünkü o zamanın köleleri, şimdi özgür Siyahlar, biçimsel olarak beyazlarla eşit haklara sahip olanlar olarak mutlulukları peşinde koşabilirler; yani para, mülk, ev, araba vb. elde edebilirler. Bunun önünde hukuksal olarak, vatandaş hakkı olarak hiçbir engel yoktur. Ancak, bu eşitliğin önünde sınıflı topluma özgü; özel mülkiyete dayanan düzen eşitsizliğinin aşılması pek mümkün olamayan bir engel olarak durmaktadır. Yasa önünde eşit olmak, özel mülkiyet zemininde yükselen eşitsizliği ortadan kaldırmıyor. Şüphesiz ki,  “imkânların sınırsız” olduğu ABD’de herkesin şansını denemesi, kendi mutluluğu peşinde koşması izine bağlı değildir. Kişisel ihtiyaçların giderilmesi için ihtiyaç duyulan nesnelerin eksikliğinden de bahsedilemez. Ancak, bunların hepsi paran varsa elde edilebilecek olan nesnelerdir. Pazar bu türden nesnelerle dolup taşıyor; ancak bunlara sahip olabilmek için paran olması gerekir. Bu para da kazanılmalıdır. Sorun bu noktaya gelince ABD’de Siyah, Marks’ın dediği gibi “iki anlamda özgür” oluyor.

“Paranın sermayeye çevrilebilmesi için, demek ki, para sahibinin özgür işçi ile karşı karşıya gelmesi gerekir; bu, işçinin iki anlamda özgür olması demektir: Hem işgücünü kendi öz metası gibi satabilecek durumda özgür bir insan olması gerekir, hem de satmak için elinde başka bir meta olmaması, işgücünü gerçekleştirmesi için gerekli her şeyden yoksun bulunması gerekir.”10

Siyah nüfusun ezici çoğunluğu, temel üretim araçlarından, hammaddeden yoksun. Tek şansı, beyazların ezici çoğunluğu gibi, yaşayabilmek için işgücünü satmaktır. Şimdi özgür insan olarak, dün köle iken mecbur olduğunu şimdi, özgür isteğiyle yapmak zorundadır; yani yaşamak için işgücünü satmak zorundadır. Ancak, işgücünü özgürce satma isteği yetmez; bir de bu işgücünü satın alan birisinin olması gerekir. Sorun da burada başlıyor. Siyah işçinin iş pazarında yetişmiş, tecrübeli, Avrupa’dan da gelen göçmen işçilerle beslenen işgücü kitlesiyle rekabet edecek durumu yoktur. Ne eğitim bakımından ne iş tecrübesi bakımından rekabet edecek durumda değildir. Geriye sadece ve sadece işsizlik, en düşük ücret karşılığında çalışmak kalmaktadır. Sonuçta, iş bulmak, çalışmak, eşit ücret almak özgürlüğüne sahip olmalarına rağmen Siyah işçiler, pratikte beyazlar ve kalifiye, ucuz göçmen işçiler karşısından çaresizdirler.  Bu koşulların sonucunda Siyahlar oluşturdukları gettolarda toplanıyorlar.

Özgürlük ve eşitlik; burjuva demokrasisine sarsılmaz inanç; anayasaya, insan haklarına dayanmak konusunda Beyazlar ve Siyahlar aynı safta duruyorlar. Her iki taraf da aynı şeylere inanıyor; aynı özgürlük ve demokrasiyi, aynı anayasayı ve insan haklarını savunuyor. Ancak Amerikan devleti ve onu arkasına alan güçler, mevcut sistemi; özgürlükleri, insan haklarını, anayasal temel hakları Siyahlara karşı kullanıyorlar; bunu ırkçılıkla, ayrımcılıkla yapıyorlar. Yasa değişmiyor, temel haklar değişmiyor, ama polis daha az Beyaz, daha çok siyah öldürüyor, hâkim Beyaza daha az, siyaha daha çok ceza veriyor.
ABD’de Siyahların maddi durumu ve Amerikan ırkçılığı, ayrımcılığı, bu ülkede geçerli olan hukuk düzeninden ve ekonomiden ayrı ele alınamaz. ABD’de Siyahlar ırkçılığa, ayrımcılığa karşı; özgürlük ve eşit hakları için mücadelelerinde anayasaya dayanamazlar. Durumlarını düzeltmek istiyorlarsa, Beyazlarla her bakımdan anayasal olarak eşitliklerinin pratikte uygulanmasını istiyorlarsa mevcut düzene karşı mücadele etme bilinciyle hareket etmek zorunda olduklarını görmeleri gerekir.

ABD’de örgütlü ırkçı nefret söz konusudur. Siyahlar, yerliler, Latin kökenliler ve dünyanın başka yerlerinden göç edenler ABD toplumunun etnik mozaikten oluştuğunu gösterir. Amerikan toplumunun etnik kökenine göre ayrıştırılmış bu bileşenleri, sürekli yabancı düşmanlığı ile beslenen grupların direnciyle karşı karşıyadırlar. Beyaz insanın hâkimiyetini, üstünlüğünü savunan ırkçılar, ABD’de Ku Klux Klan’dan bu yana her biçimde sürekli var olmuşlardır.

Hâkim sınıf politikasından ayrı düşünülemeyecek yapısal ırkçılık, hoşgörüsüzlük, “beyaz ırk”ın kaderinin (yöneten, hakim güç olması bakımından) Tanrı tarafından önceden belirlenmesi anlayışı, dini köktendincilik, ulusal tarih çağına damgasını vuran vahşi köleliğin ideolojik sonucu ve Amerikan sisteminin içsel şiddeti, devletin her dönem bu politikaları destekliyor olması, ABD’de ırkçı, faşist grupların ortaya çıkmasını ve gelişmesini beraberinde getirmiştir.

Devletin bu örgütlenmiş, yapısal ırkçılıkla ilişkisi son dönemde ABD Başkanı Trump’ın açıklamalarından da anlaşılmaktadır. Son dönemlerdeki bir dizi ırkçı saldırılara Trump’ın açıklamaları vesile olmuştur; Trump, ırkçıları resmen göçmenlere ve Siyahlara karşı kışkırtmıştır.  

Amerikan burjuvazisi nefret ve ırkçılığı yücelten politikalardan hiçbir zaman vazgeçmemiştir.

“The Base” gibi Neonazi örgütler, ABD’de ırk savaşı başlatmak için yemin eden örgütlerdendir. En aktif gruplardan birisi de Boogaloo Boys’dur. Son zamanlarda büyüyen bu grubun üyeleri Havai gömlekleri giyiyorlar, bazen yüzlerini gaz maskesiyle kapatıyorlar, açıktan uzun namlulu silahlar taşıyorlar.
Aktif gruplardan birisi de  “Civil War 2”dir. Bu grup, silah sahibi olma hakkını savunmaktadır. Bu grubun üyeleri, salgından dolayı kısıtlamalar, sosyal tecrit konusunda Trump’ın politikasını savunmaktadır.

Southern Poverty Law Center’in (SPLC) bir raporuna göre ABD’de beyaz milliyetçilerden oluşan 100’den fazla grup ve 99 aktif Neonazi grup tespit edilmiştir.
Bunun ötesinde 100’den fazla paramiliter gruptan oluşan “Yurtsever Hareket”, varoluş misyonlarını burjuva özgürlükleri korumak için hükümete karşı savaşmak olarak açıklıyor. “Yurtsever Hareket” toplam olarak 623 grup dâhildir.

Aşırılıkçılığa Karşı Proje’ye (CEP) göre özellikle tehlikeli olan 8 grup var.  Bu grupların hepsi beyaz ırkın hâkimiyeti için mücadele ediyor. “Nasyonal Sosyalist Hareket” (NSM), “Hammerskin-Ulus” ve “Nükleer Silah Bölümü”. Bu gruplar Beyaz ırkın diğerlerinden üstün olduğunu ve Yahudi düşmanlığını açıktan söylüyorlar. 

Bu grupların çoğu, Donald Trump ve hükümetine olan yakınlıklarını dile getiriyorlar.

Veriler de göstermektedir ki, ABD’de silahlı nefret devletin gözü önünde örgütlenmektedir.11

Irkçılık-ırk teorisi üzerine özet itibariyle:

Vazedenlerinin söyledikleri gibi ırkçılık, mistik, bilinmeyen nedenlerden dolayı ortaya çıkmamıştır. Irkçılık, hâkim sınıfların belli çıkarlarının sağlanması için oluşturulmuş ayrımcı, faşist bir ideolojidir.

Irkçılık, hâkim sınıflar tarafından her dönem iktidarlarını pekiştirmek için kullanılmıştır; böylece ırkçılık, talan, imha politikasının uygulanmasında başat ideolojik anlayış olmuştur.  

Günümüzde ırk teorisi, burjuva ideolojinin felsefi, etnik, sosyal politik alanlarında gelişme, yaygınlaşma olanakları bulur. Amaç, hâkim sınıfların önderlik yetisinin olduğunu, başka bir sınıfın bu yetiye sahip olmadığını, dolayısıyla hâkim sınıfların sürekli önderlik etmelerinin, hâkim olmalarının doğal olduğunu topluma kabul ettirmektir.

Irkçılığın siyasi-ideolojik temel özelliği, anti-komünizmdir. Bunun böyle olduğunu Hitler faşizmi koşullarında Alman ırkçılığının Sovyet insanını, Bolşevikleri “alt, geri insan türü” olarak görmelerinde, Alman ırkının her bakımdan diğer ırklardan üstün olduğu anlayışında görmekteyiz.

Irkçılığa karşı mücadelede kıstas sosyalist, komünist olmak değildir; her demokrat, her özgürlük isteyen insan bu mücadelede yer almalıdır. George Floyd’la başlayan ve bütün dünyaya ayılan eylemler, protestolar bunun böyle olduğunu göstermektedir.

Irkçılığa karşı mücadele aynı zamanda faşizme, devletin faşistleştirilmesine karşı mücadeledir.

Irkçılığın hegemonya mücadelesi ile yakından ilişkisi vardır; hegemonya mücadelesi ırkçılığı besleyen bir olgudur. Bu bakımdan hegemonya mücadelesinin,  dünya çapında rekabetin strateji ve politikası olan jeopolitika, ırkçılık teorisidir.

Jeopolitika aynı zamanda kozmopolitizmdir.

  • Irkçılık, beyaz, “üstün” insanın, emperyalizmin ideolojik silahıdır.
  • Irk teorileri, emperyalistlerin dünya hâkimiyeti için mücadelelerine zemin oluşturur.
  • Irkçılıkla emperyalist güçler başka ülkeleri fethetmeyi, sömürgeleştirmeyi, halkları köleleştirmeyi haklı çıkartmaya çalışırlar.
  • Jeopolitik, dünya hâkimiyeti iddialı emperyalist güçler (eskiden bu yana özellikle Fransa, İngiltere, Almanya, ABD, Rusya) insan türlerinin, halkların eşitsizliğini, beyaz insanın üstün, diğerlerinin (siyah, sarı vb.) alt tür olduklarını yayarlar ve bu nedenden dolayı da dünya hâkimiyetinin kendilerinin doğal hakları olduğunu iddia ederler. Bu konuda ırkçılığa ideolojik önderlik eden Friedrich Wilhelm Nietzsche’dir.

ABD’de Siyahların ırkçılığa, ayrımcılığa karşı mücadelesi hemen her dönem devam edegelmiştir. Bu mücadele ayrıca ele alınmalıdır.


Kaynaklar:
  1. Lenin; C. 14, “Materyalizm ve Ampiryokritisizm”, s. 332.
  2. Marks-Engels; C. 23 (Kapital, C. I), s. 779).
  3. I. A. Geyevski; “Die Rassenpolitik des amerikanischen Imperialismus”- “Amerikan Emperyalizminin Irk Politikası”, Berlin 1956.
  4. Marks-Engels; C. 4, s. 132. “Felsefenin Sefaleti”.
  5.  Lenin; C. 22, s. 13/14. “Kapitalizmin Gelişme Yasaları Üzerine Yeni Veriler”.
  6.  “Jim Crow yasaları” (İngilizce: Jim Crow laws), 19. ve 20. yüzyılda ABD’nin güney eyaletlerinde çıkartılmış ırksal ayrımcılığı ifade eden yerel yasalardı. Bu yasalar, ABD'deki “yeniden yapılanma” döneminde Siyahların mücadele sonucunda elde etmiş olduğu politik ve ekonomik haklara karşı çıkartılmıştır. Bu yasalar, Siyahların ve Beyazların sosyal ve politik hayatta ayrı kurumları kullanmalarını amaçlamıştır. Ulaşımda -demiryolları ve tramvaylarda- ırk ayrımını kabul eden ilk yasa 1875'te Tennesse’de çıkartılmış ve sonrasında tüm Güney eyaletlerinde demiryollarında ırk ayrımı uygulamasına geçilmiştir.  Bu yasaları uygulayan eyaletlerde "Sadece Beyazlar İçin" ve "Siyahlar" tabelaları asılmıştır. Oteller, tiyatrolar, kütüphaneler, asansörler ve okulları da kapsar hale gelmiştir.”
  7. “Struktureller Rassismus in den USA: In diesen Bereichen ist er messbar” - ABD’de Yapısal Irkçılık: Bu Alanlarda Ölçülebilir”.
  8. Bu veriler için bkz. I. A. Geyevski; “Die Rassenpolitik des amerikanischen Imperialismus”- “Amerikan Emperyalizminin Irk Politikası”, Berlin 1956, s. 109,111.
  9.  Yukarıdaki veriler için bkz. “Struktureller Rassismus in den USA: In diesen Bereichen ist er messbar” - ABD’de Yapısal Irkçılık: Bu Alanlarda Ölçülebilir”; https://www.rnd.de/wissen/struktureller-rassismus-in-den-usa-in-diesen-bereichen-ist-die-benachteiligung-messbar-PNW2WUEGVUWYKCX4JRP65XW4SQ.html
  10.  Marks-Engels; C. 23 (Kapital, C. I), s. 183.
  11. Bu veriler için bkz. http://de.granma.cu/mundo/2020-07-09/vereinigte-staaten-der organisierte-hass