Heftanin direnişinden bakmak
20 Temmuz 2015'te Suruç katliamıyla başlayan sömürgeci faşist terör dalgasının üzerinden beş yıl geçti. Bu topyekûn savaş konseptinin sivri ucu Kürt halkı ile Türkiye'nin öncü devrimci güçleri ve örgütlü bölüklerine yöneldi. Geride kalan bu dönemde sömürgeci faşist diktatörlük Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimini boğmak için darbeden OHAL'e, kitle katliamlarından infazlara, Kürdistan kent ve kasabalarının yerle bir edilmesinden siyasi soykırım saldırılarına, teknolojiye dayalı imha saldırılarından savaş ve askeri işgallere, sokaklarda polis teröründen faşist yasaklara, seçim hilelerinden kayyum siyasetine kadar her türlü yol ve yöntemle saldırdı.
Faşist şef, bu savaşta sonuç almak için tüm bölgesel ve uluslararası güçlerden yararlandı, en ufak siyasal çelişkileri fırsata çevirmek istedi. Muazzam bir yalan, demagoji ve manipülasyon ağı kurarak kirli propagandasını bilinçlere boca etti. Bu beş yıl, nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye ve Kürdistan yakın siyasi tarihine damga vuracak ve gelecek yıllara derin izler bırakacak düzeyde devrimle karşı devrim arasındaki amansız bir savaşıma dönüştü.
Peki, sonuç ne oldu? Yığınlar üzerinde kurulan korku imparatorluğuna ve örgütlü kitlelerdeki göreli geri çekilmeye rağmen, faşizm, ne kitle hareketini tümden ezebildi, ne de coğrafyamızın devrimci savaş güçlerini teslim alabildi. Bilakis, faşist şeflik rejimi yıprandı, siyasal meşruiyetini yitirdi, derin yapısal, siyasal ve ekonomik krizlerin içine yuvarlandı. Bu dönem boyunca başta kadın özgürlük mücadelesi ve gençlik olmak üzere farklı toplumsal kesimler faşist şefe meydan okuyan pratikler geliştirdi, korku duvarlarında gedikler açtı. Devrimci, yurtsever güçler ise büyük bedellere ve kayıplara rağmen devrim iddiasından bir milim sapmadı, birleşik devrim hareketini ileri bir düzeye taşıdı, moral üstünlüğünü korudu, mevzilerini savunarak yeni savaşım alanları ve araçları geliştirdi. Muazzam zorluklar içinde azımsanmayacak deneyimler biriktirdi.
Ne var ki süreç, yeni çarpışma alanları ve savaşım düzeyleri kazanarak ilerliyor. Faşist şeflik rejiminin elde kalan tüm imkânlarla saldırılarını büyütmek, faşist terör ve sömürgeci işgal politikalarını derinleştirmek dışında bir yolu yok. Bir yerde faşizm varsa orada daima dizginsiz ve sınırsız saldırı politikaları da vardır. Bu durum, faşist iktidarların varlığını güvenceleyen bir tür yasa gibi işler. Faşist şef, savaş ve işgal siyasetinden, baskı ve devlet teröründen geri adım attığında yenilginin soğuk yüzüyle karşılaşacağını biliyor. Bu nedenledir ki, bir yandan ne tür siyasal-iktisadi sonuçlar elde edeceğinden bağımsız, Doğu Akdeniz'de bölgesel savaş kışkırtıcılığı yaparken, diğer yandan sınırların ötesinde Iraklı generallere suikast düzenliyor. Bir yandan İstanbul Sözleşmesi somutunda kadın kitlelerine dönük yeni bir ideolojik-politik saldırı hamlesine girişirken, diğer yandan işçi sınıfına, emekçilere ve doğaya dönük yeni tipte ağır sömürü ve talan uygulamalarını devreye sokuyor. Bir yandan Kürdistan'da sivilleri katlederken, diğer yandan Başur Kürdistan ve gerilla alanlarına dönük askeri işgale girişiyor.
***
Diğer saldırı politikaları bir yana, tam da bu bağlamda bir soyutlama yapılacaksa eğer, Kürdistan'a dönük topyekûn faşist terör, sömürgeci savaş ve işgal saldırılarının rejimin geleceği ve devrimci imkânlar bakımından toplam tablonun tüm verilerini gösterdiği söylenebilir. Varlığını faşist şef etrafında toplanan politik İslamcı-Türkçü-ulusalcı faşist koalisyonun sürmesine bağlayan Türk burjuvazisi, son beş yıl içinde elindeki tüm imkânları Kürdistan'da giriştiği imha savaşından kesin sonuç almaya yatırdı. Burjuva muhalefeti bu politikaya bağladı, iradesini en ufak şekilde zayıflatacak her türlü aykırı sesi tasfiyeye yöneldi. Sermayesinin önemli bir kısmını savaş kapasitesini arttırmaya ve yeni teknolojileri elde etmeye ayırdı. Efrin ve Serekaniye işgalleri, "Zeytin Dalı"ndan "Pençe-Kaplan" kodlu işgal harekâtlarına kadar uzanan askeri saldırılar geride bırakılan süreçte rejim için varlığını güvenceleyecek stratejik saldırılar oldu. Şimdi bu beş yılın ardından buna Heftanin işgal girişimi eklendi.
Her türlü savaş tekniğinin sınırsız şekilde kullanıldığı Heftanin işgal saldırısı, Efrin ve Serekaniye işgallerinin devamı ve yeni bir aşaması olarak görülmelidir. Diktatörlük, başarıya ulaştığı takdirde bu işgali tüm Medya Savunma Alanlarına yaymayı istemekte, bu yolla bir tampon bölge oluşturarak Başur-Şengal-Rojava hattını kesmeyi amaçlamaktadır. Bölgesel koşullar oluştuğunda da tüm Başur Kürdistan'ı işgal etmeyi hesaplamaktadır. Bir yandan gerilla güçlerini hedeflerken öte yandan rutin şekilde köyleri ve sivilleri taşıyan araçları vurması, tüm bölgeyi insansızlaştırma taktiğinin parçasıdır. Sömürgeci diktatörlüğün, fırsatını bulduğunda Şengal'e ve Kobane'ye dönük yeni işgal saldırılarına girişeceğinden, giderek Başur Kürdistan'ı işgalle süreci tamamlamak ve böylece beka sorununu fetihle çözme isteğinden şüphe duyulmamalıdır.
***
Bu strateji yalnızca bir bölgeyle sınırlı değildir. AKP-MHP iktidarı savaşı Kürdistan'ın dört parçasına yaymıştır. Rojava'yı, Başur'daki gerilla alanlarını işgal etmek, Bakur ile Doğu Kürdistan (Rojhilat) sınırında kolberlere dönük katliamcı saldırılar, sınırın bu yakasındaki Kürt nüfusu göçerterek buraya Türkmen, Arap ve/veya cihatçı çeteleri yerleştirerek tampon bölge oluşturmak, Bakur'da gerillayı imha etmek, halkın tüm kazanımları gaspetmek, birleşik devrimin güç merkezlerinden HDP'yi siyasi soykırım saldırılarıyla tasfiye etmek… Sömürgecilik kaderini bu savaşa bağlamıştır ve ne pahasına olursa olsun amacına ulaşmak isteyecektir.
Şüphesiz bu süreç yalnızca faşist şeflik rejiminin iradesiyle belirlenmeyecektir. Geride kalan beş yılda halklarımızın, öncü komünist-devrimci güçlerin, Kürdistan gerillasının mücadele kararlılığı rejimi hedeflerine ulaşmaktan alıkoymayı başardıysa, önümüzdeki mücadele döneminde de tayin edici sonuçlar alarak diktatörlüğü yenilgiye uğratmayı başaracaktır. Alay-ı vala ile başlatılan Haftanin'i işgal saldırısı nasıl ki gerillanın yaratıcı gücü ve savaşma iradesine çarptıysa, bütün sömürgeci bölgesel ilhak ve işgal planları da Türkiye ve Kürdistan halklarının direnişi karşısında aynı akıbete uğrayacaktır. Elbette böyle bir öngörü, faşizmin yenilgisinin ancak büyük bedelleri göze alarak geliştirilecek mücadeleden geçtiği gerçeğiyle birlikte ele alınmalıdır.
***
Komünist öncü, faşist şefin başında bulunduğu rejimle mücadelenin, özgün olarak da Rojava, Bakur ve Başur Kürdistan'ın her alanında gelişen direnişin etkin bir öznesidir. Yakın tarihimizin ve deneyimlerimizin bize gösterdiği gerçek, Kürdistan'daki sömürgeci saldırılara karşı geliştirilen direnişin kesin başarısının Türkiye kamuoyundan gizlenen işgal planlarını ve katliamları her yolla Türkiye halklarına anlatmaktan, direnişi Türkiye metropollerine taşımaktan geçtiğini gösteriyor. Zira faşist şeflik rejiminin Kürdistan'daki askeri başarısızlıklarına rağmen hali hazırda saldırılara devam ediyor olmasının yegâne nedeni batıdaki sessizlik ve eylemsizliktir. Sömürgeciliğin yenilgiye uğratılması, somut olarak mücadeleye Haftanin'deki direnişten bakmak, can bedeli bu direnişin İstanbul'daki yankısı olmaktan geçmektedir. Zaferi birleşik bir güç olmaya bağlı olan bu mücadele için afaki, soyut ya da mükemmel planlamalara gerek yoktur. Kürt gençliğinin ve birleşik devrim hareketinin en zorlu koşullarda sömürgeciliğin evinde çıkardıkları yangınlar, hesap sorma kararlılığını yansıtan özsavunma eylemleri yürünmesi gereken yolu gösteriyor.
Koşulların zorluklarına, sürecin sertliğine, olanaksızlıklara aldırmaksızın, öncü, rolünü oynamalı, yol açmalıdır. Türkiye cephesinde böyle bir hattı inşa etmek, buna öncülük etmek, en başta komünistlerin sorumluluğundadır. Devrimci geleneğin güçlü olduğu alanlardan başlayarak mahallelerde antifaşist komiteler kurmak, özsavunma grupları oluşturmak, birleşik devrim güçlerini yan yana getirmeyi ve ortak eylem-etkinlikler örgütlemeye başaracak bir mücadele hattı inşa etmek komünist öncünün dönemsel görevlerinden biridir. Öncü, sömürgeci faşist rejime karşı basitten karmaşığa türlü araç ve biçimleri etkili olabilecek şekilde kullanarak, birleşik zeminde yapılacaklarla birlikte kendi bağımsız eylemini de yükselterek bu görevleri yerine getirecektir.
Son beş yılda halklarımıza karşı her türlü suçu işlemiş olan bu rejime bir beş yıl daha yaşama şansı tanınmamalıdır. Dönem, birleşik devrimin görevlerine dört elle sarılma, meşru mücadeleyi büyütme ve faşist şeflik rejimini yenilgiye uğratarak birleşik devrimimizi zafere ulaştırma dönemidir. Bunun tüm imkânları mücadelenin bağrında olgunlaşmıştır. Gerisi cüretle ileriye atılmanın, cüretli eylemler örgütlemenin konusudur.
* Atılım Gazetesi'nin 21 Ağustos 2020 tarihli 440. sayı başyazısı