GÜNCEL
Hayrettin Eren: 38 yıldır bitmeyen özlem ve mücadele
38 yıl önce gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren'in kardeşi İkbal Eren, "Canlı aradık, mezar aradık, kemik aradık, artık bir kemiğine razı olduk" diye özetliyor bir ömre bedel adalet arayışını.
Cumartesi Anneleri'nin 700. haftası nedeniyle 38 yıldır kardeşi Hayrettin Eren için adalet isteyen İkbal Eren ile söyleşi yaptık. 12 Eylül faşist darbesinin ilk aylarında kaybedilen Hayrettin Eren, 38 yıldır adalet beklerken Eren ailesi karanfil koyacakları bir mezar aramaya devam ediyor.
Hayrettin Eren, 20 Kasım 1980 yılında İstanbul Saraçhane Haşim İşcan geçidinde gözaltına alındı. Eren, Haşim İşcan geçidinde 5 arkadaşı ile buluşacaktı. Ancak bunun istihbaratını alan polis geçide karakol kurdu ve Hayrettin Eren'i gözaltına aldı.
Hayrettin Eren ve 5 arkadaşının, önce Karagümrük Karakoluna götürüldüğünü öğrenen ailesi Karagümrük Karakolu'na gitti. Gözaltı defterinde Hayrettin Eren ile birlikte 6 kişinin gözaltına alındığını ve o zamanki "Siyasi Şube" olarak adlandırılan Gayrettepe Emniyet Amirliği'ne gönderildiğini öğrendi. Gayrettepe'ye gittiklerinde Hayrettin ve arkadaşlarının gözaltına alınmadığı ve orada olmadıkları söylendi ailesine.
ÖNCE GÖZALTI SAYFASI SONRA HAYRETTİN KAYBEDİLDİ
İkbal Eren, o günleri anlatırken anne Eren'in, oğlunu görmekte ısrarcı olması üzerine polis tarafından tehdit edildiğini ve tekrar Karagümrük Karakolu'na gittiklerini anlatıyor. İlk gittiklerinde Hayrettin ve arkadaşlarının gözaltına alındığının yazdığı sayfanın ise ikinci gidişlerinde kaybedildiğini saptıyorlar. Eren ailesinin oğullarını ve adaleti arama mücadelesinin böyle başladığını söylüyor.
İkbal, "Niyet belliydi artık. Ama biz o niyeti o zaman algılayamamışız" diyerek Hayrettin'in gözaltında kaybedilmek istendiğini anladıklarını söylüyor.
"Dönem cunta dönemiydi. Askeri darbenin çok yeni olduğu ve insanların çok fazla zulüm gördüğü dönemdi. Dolaysıyla çok fazla kamuoyu oluşturma koşullarımız yoktu. Çok fazla insan gözaltına alınıyordu ve gözaltı süresi 90 güne çıkarılmıştı" diyor İkbal. O dönemde gözaltına alınan devrimcilerin gözaltı süresi bittiğinde İstanbul'daki askeri cezaevlerinden birine gönderildiğini söylüyor.
"O dönem İstanbul'da bir sürü kışla askeri cezaevine dönüştürülmüştü. Beykoz'da bulunan Kabakoz Hastanesi ve Metris en bilinenleriydi" diyen İkbal, Hayrettin'in de onlardan birine götürüldüğünü düşündüklerini ifade ediyor.
Anne ve babasının Hayretin'i bulma arayışında kendisi ve kardeşini uzak tuttuğunu anlatıyor ve gülümseyerek ekliyor: "Ancak hep birbirimizden habersiz Gayrettepe'ye gittik. Annem en çok gidenlerdi."
Bir taraftan Hayrettin'in nerede olduğunu ararken bir taraftan da sorguda olduğunu düşünerek ve ailesini Hayrettin'e karşı işkence unsuru olarak kullanmasınlar diye nasıl dikkat ettiklerini anlatıyor İkbal, "Çünkü diyor o dönem sorgudakileri konuşturmak için kullanılan bir yöntemdi bu" diyor.
ARABASI KARAKOLDA AMA HAYRETTİN YOK
Tüm bunlara rağmen gizli gizli "Siyasi şube"nin çevresinde dolaştıklarını anlatıyor ve "Ben Gayrettepe'nin çevresinde çok dolaştım. Bahçesi biraz çukurda kalıyordu ve çevrede dolaşırken bahçesini görüyorduk. Abim arabasıyla birlikte alınmıştı. Murat 124 marka arabası vardı. Bir gün orada dolaşırken arabamızı gördüm karakolun bahçesinde" diye devam ediyor.
İkbal, abisinin Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nde olduğundan emindi artık. Ertesi gün karakola giden anne Eren yine aynı cevabı alıyor: Hayrettin Eren burada yok, gözaltına almadık ve aranıyor.
Anne Eren, "Siz yok diyorsunuz ama arabamız burada. Üstelik zincirle bağlanmış ama 'Siz burada oğlun yok' diyorsunuz " deyince tartaklanarak ve yerde sürüklenerek dışarı çıkarılıyor.
O dönem Ahmet Karlangaç ve Osman Önsoy'un katledildiğini ancak cansız bedenlerinin ailelerine verildiğini söyleyen İkbal, "Bunları biliyorduk ama (Hayrettin'in) gözaltında kaybedileceğini asla düşünmüyorduk" diyor ve Ermeni aydınların, Onbeşlerin katledildiğini bilip de nasıl Hayrettin'in katledileceğini düşünmediklerine hayıflanıyor hala.
"Bu süreç böyle ilerlerken bir süre sonra artık farklı boyutlara taşımaya başladık. Cumhuriyet gazetesine yansıttık. Diğer taraftan da mahkeme ya da savcılığa başvuru yaptık. Tek tek cezaevlerini dolaşıyorduk ve ziyaretçiler aracılığıyla içeridekilere haber gönderiyorduk sürekli" diyor ve bu süreçte kardeşi Faruk Eren'inde 1982 yılında gözaltına alındığını belirtiyor.
GAYRETTEPE'DEN METRİS'E...
Faruk Eren'in Metris Hapishanesi'ne götürülmesi ile birlikte Eren ailesi Metris önünde tutsak ailelerinin başlattığı mücadeleye katılıyor. Toplu olarak açlık grevlerine başlayan aileler, tek tip elbise ve işkenceye karşı yaptıkları eylemlere 'Hayrettin Eren nerede" talebini de ekliyor.
"Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve darbe konseylerine verilen her türlü dilekçede önce Hayrettin Eren soruluyordu. Hayrettin o dönem gözaltındaki tek kayıptı diye düşünüyorduk. Çünkü bir araya gelemiyorduk ve bilmiyorduk" diyor İkbal.
"İçişleri Bakanlığı'ndan ve Kenan Evren'den iki cevap geldi ama ikisinde de aynı şey yazıyordu: Hayrettin Eren gözaltına alınmadı, aranıyor" diyen İkbal, devletin inkarının devam ettiğini belirtiyor.
MAHKEMELERE İLK SORU: HAYRETTİN NEREDE
Birçok farklı yöntem denediklerini ifade ediyor ve en çarpıcı olarak o dönem Avukat Nebi Barlas, Osman Ergin ve Ercan Kanar'ın dosya ile ilgilendiğini belirterek "Devrimci Sol davasındandı abim" diyor İkbal. Avukatların özellikle ondan sonra yakalananların onun üzerine ifade verip haber almaya çalıştığını anlatıyor. Devrimci Sol ana davası başta olmak üzere tek tek yargılanan herkes mahkemede ilk önce Hayrettin Eren'i istiyor.
Bir müddet sonra tekrar Cumhuriyet Savcılığı'na başvuruyor Eren ailesi, "İstanbul Cumhuriyet Savcısı Enver Özdemir, babamı tehdit etti. 'Ben bu davayı açarsam koltuğumdan olurum bunu hiç istemem. Sende bu çocuklarından olursun. O yüzden sen bu çocukları al ve bir daha buralara uğrama' aynen böyle söyledi babama" diyor.
EREN AİLESİ İHD'YE BAŞVURUYOR
Aradan geçen zamanda yapılan başvuruların sonuçsuz kaldığını söyleyen İkbal, "Bu arada İHD kuruldu. Zaman zaman yine basın açıklamaları yaptık. Yeni Gündem ve Nokta dergileri vardı o dönem. Biz orada bizim dışımızda iki kayıp ailesiyle tanıştık. İstanbul'da aynı dönemde aynı şekilde kaybedilen Süleyman Cihan, Nurettin Yedigöl'ün aileleriyle tanıştık. Dolaysıyla yalnız olmadığımızı o zaman öğrendik" diyor.
"Derken doksanlı yıllar geldi ve doksanlı yıllarda artık insanlar patır patır götürülmeye başlandı. Her gün bir yerlerden haber alıyorsunuz, insanlar kaçırılıyor, yok ediliyor ve gözaltına alınıyor. 1995 yılına Hasan Ocak Ve Rıdvan Karakoç'un kaybedilmesiyle Galatasaray'da başlayan ve Ocak ailesinin başlatmış olduğu eylem bizi bir araya getirdi" diyor ve giderek nasıl kocaman bir aile olduklarını anlatıyor.
"Orada Hayrettinler için bir adım atılamadı ama toplumsal açıdan gözaltında kayıpların önünü kesti" diyor ve ekiyor: "Otururken elbetti bizim için geçen süreye kadar 15 yıl geçmişti. Biz hep abimi aradık, onu bulabileceğimizi düşündük. Belki bir yerlerden gelir diye düşündük."
KARANFİL KOYACAĞI BİR MEZAR ARAMAK
"Orada bir araya geldiğimizde farklı şey yine düşünmüyorduk ama en azından bizi burada gördüklerinde belki vicdan azabı çekip birileri çıkıp itiraflarda bulunabilir" diye düşünüyorduk diyor. Bunun olmayacağını düşünseler de yüreklerinin bir yerinde hep bu ümidi koruduklarını anlatıyor.
Bir süre sonra bundan da vazgeçtiklerini ve Hayrettin'e bir mezar istediklerini söylüyor, "Annem karanfil koyabileceğim bir mezar arıyorum diye başladı".
Dönemin Başbakanı Erdoğan ile Cumartesi Anneleri'nin görüşmesinde anne Eren'in de olduğunu hatırlatarak, o görüşmeden sonra anne Eren'in "İlk kez bir kemiğine razı oldum" dediğini söylüyor.
"Canlı aradık, mezar aradık, kemik aradık, artık bir kemiğine razı olduk. Hayrettin Eren için böyle idi. Ama kayıp aileleri olarak oturma amaçlarımızdan bir tanesi faillerinin bizimle yüzleşmesini sağlamaktı. Faillerin cezasızlık zırhıyla korunduğunu biliyoruz. Cezasızlık zırhının kaldırılmasını istiyoruz. Gözaltında kayıplara karşı uluslararası sözleşmelerin imzalanmasını istiyoruz. Daha da önemlisi başka canlar yanmasın istiyoruz" diyor ve 700. haftada bu taleplerle Galatasaray'da olacaklarını ekliyor.
700. HAFTADA HERKES KENDİSİ İÇİN OTURACAK
"Annelerimiz diyor ki 'Bizim canımız yandı, biz evlatlarımızı kaybettik ama başka annelerin canı yanmasın diye oturuyoruz'. O nedenle insanlar aslında orada kendileri için bir şeyler yapacaklar, yapmalılar. Kapınızın çalınmasını beklemeden gelin. Sonra çok geç olacak ve yapacak bir şeyiniz kalmayacak. Kayıp ailesi olarak o meydanı çoğaltmak istemiyoruz ama duyarlı insanların orada olmasını istiyoruz. Çünkü kendileri için çocukları için bir şey yapacaklar. Galatasaray'a geldiklerinde insanların kendi canları yanmasın diye o topluluğun büyümesi gerektiğini düşünüyorum."