24 Kasım 2024 Pazar

Güçleri yeniden düzenleme ihtiyacı

'Ankara siyaseti'nin iç saflaşmalarına bağlı oyun planını kabul etmek işe yaramaz. Demokratik cephe ile eşitler arası ilişki değil onu eklentiye dönüştürme tutumu ele avuca gelen süreğenleşmiş bir sömürgeci kibirdir ve demokratik cepheyi devrimci dinamiklerden, devrimci kaynaklardan koparmak, kendi müştekil yolunda ilerlemesini engellemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Atılım gazetesinin bu haftaki "Gündem" köşesinde AKP-MHP seçim ittifakı ve CHP'nin sol ittifak arayışındaki tezatlık inceleniyor.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
Periyodik bir hal alan tutarsızlığın siyasal karaktere dönüşünün pek çok örneğinden biri, daha dün MHP'ye "sepet havası" çalan AKP'nin tekrar seçim ittifakına mecbur kalması oldu. 'Hazin ve yürek parçalayıcı' bir atmosfer! İttifakın dağılması halinde AKP'den geriye hiç bir şey kalmayacağını iliklerine dek hissediyorlar. İktidar bakımından pek de iç açıcı sonuçlara işaret etmeyen anketler iktidarın dayandığı toplumsal temelin eskisi gibi 'sağlam' görünmemesi bu ittifakı zorunlu hale getiren katalizörüdür. Bu arada ve bu vesileyle AKP bir kez daha rejimin faşist karakterini koyulaştırmak yönündeki tercihi bir kez daha teyit edilmiş oldu. Sözün özü 2002 şartlarına dönecek bir "reformcu AKP" duasına bel bağlayanlar bir kez daha hüsrana uğradı. AKP, zorunlu MHP tercihiyle buraya demirlemiştir. Bu denklem sürdükçe, politik ömrünün kalan kısmında istese bile ters köşe hamleler yapması ham bir hayal olmanın ötesine geçmeyecektir. Bu durumun AKP cenahındaki küskünlerin artmasına, yaprak dökümünün çoğalmasına yol açması mümkündür. İttifak zorunluluğu iktidara kurtuluş reçetesi olarak görünse de AKP siyasetinin iç dengelerinde yarattığı kırılganlık ve zorlama nedeniyle acı reçete rolü de oynayabilir.
 
Az gittiler uz gittiler, gittikçe daralan alanlarında patinaja mahkum hale geldiler. Asgari burjuva demokratik teamülleri dahi yük sayan siyaset tarzıyla toplumsal hasara yol açmanın ve bunun bedelini ödemeleri kaçınılmaz hale geliyor.
 
Sıcak para akışıyla ekonomik göstergeleri bir yere kadar idare etmek mümkün. Ancak toplumsal dokuyu zorlayan, halkı bir arada tutan zemini ortadan kaldıran girişimlerin sonuçlarını düzeltmek ya da geçiştirmek mümkün değildir. Diktatör faşist rejimin yapısal açmazını kendi özgünlüğünde üretip derinleştirerek amiyane bir tabirle kendi ayağına sıkmaktadır. Buradan hareketle düşünüldüğünde, Türkiye'nin düne kıyasla daha fazla bölündüğü söylenebilir. Halihazırda Alevilerle  Sünniler, Kürtlerle Türkler, gayrimüslimlerle Müslümanlar, mütedeyyinlerle laik kesimler arasına iradi olarak set çekilmiştir. Bu setin oy stabilizasyonu sağlayacağı umudu, gelinen aşamada bir risk faktörüne dönüşmeye başlamıştır.
 
Dış güçler şu veya bu çelişkiyi kullanıyor diye bağırıp çağırmak faydasız. Halk değişim istiyor. Özellikle de Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler, kadınlar ve gençler. Yani, bu toprakların on yıllardır yok sayılan, zulmedilen, politik ve kültürel bir azınlık çemberine sıkıştırılarak boğulmaya çalışılanlar. Yani, ezilenler. Üstelik kendi koşullarında köklü bir değişikliği şiddetle arzulayarak. Buna kulak vermeyen kaybeder. Milliyetçilik yaygarasıyla eski kuşakları yönetmek mümkündü belki ama genç kuşaklar için bu olası değil.
 
Ezilenlerin hak eşitliği ve özgürlük talebini görmeyen her çaba ve debelenme, hele rejimin faşist karakterini koruma adına polisiye tedbirlere yeltenme krizi katmerlendirmekten öte bir sonuç vermeyecektir.
 
Faşist otoriter despotluğun, hem rejim idare yöntemi hem taşıyıcı lider profili olarak genç kuşakların, kadınların, Kürtlerin ve Alevilerin  rızasını kazanma imkanı kalmadı. İşçilerin ve yoksulların dinin istismarıyla alıklaştırılması ve sadaka sistemiyle zincirlenmesi dönemininde sonuna gelindi. Her iktidarın başına gelen bu iktidarın da yazgısıdır. Aklın alamayacağı yöntemlerle sıktılar, kahredici devlet gücünü kullandılar ancak toplum bazen örtük bazen açık buna karşı koydu. Şimdi çözülme demleridir. O nedenle gençlere dönük tepeden, buyurgan bir mühendislik çabası sıklıkla göze çarpıyor. Bu çabanın artmasıyla, ezilenlerin reaksiyonları kaçınılmaz biçimde iç içe geçecektir. 25 Kasım'da sokakları bir kez daha özgürleştiren kadın özgürlük mücadelesi dinamiği öncü, yol açıcı rolünü eylemli biçimde bir kez daha vurgulamıştır.
 
Ezilenlerin istikametiyle iktidarın yolu büyük bir açı farkıyla birbirinden ayrılmaktadır. Liseler ve üniversiteler iktidarın arpalığı oldu. İlerici, devrimci demokrat akademisyenlere dönük tasfiye hareketiyle eş zamanlı olarak akademik unvanlarını bu iktidarın son on yılında kazananları düşünmek bile yaşanan alt üst oluşun boyutlarını göstermeye yeter. Durmaksızın daha fazlasını isteyen gençlik doğasıyla iktidar arzusu doğrultusunda gençleri elimine etmeye odaklı memurlar, başka hiçbir politik özgürlük isteği faktörü olmasa dahi sırf bu nedenle bile sürdürülemez bir gerilim yaşayacaktır.
 
Toplumdaki değişim isteği şu veya bu yerel yöneticiyle sınırlı değil. Marks'ın yaygınca bilinen cümlesine göndermeyle söylersek: AKP'nin katman katman sertleştirdiği dış kabuk toplumu sıkıyor, ona dar geliyor ve kabuğun politik özgürlükler yoluyla çatlaması kaçınılmaz. Ezilenler dünyasındaki dönüşüm isteğinin kökeninde bu özgürlükleri kazanma çabası bulunuyor. İroni şurada: Asgari burjuva demokratik programa sahip bir egemen siyaset bloku bileşeni dahi yok.
 
Dolayısıyla, konu yerel seçimler olsun başka dinamikler olsun, ezilenlerin her yerde ve her biçimiyle kendi bağrından çıkardığı isimlerle yola koyulması, onlar aracılığıyla yeni özgür yaşam teklifini yeni yeni milyonlara ulaştırması büyük bir önem taşıyor. "Burjuva sol" tabirini dahi zorlayan CHP ve onun frekansındaki 'sağlı-sollu' kesimlerden medet ummak bir trajedidir. Ancak daha hazin olanı, bu aklın halen ezilenler cephesinden ilgiye değer bulunmasıdır. Sol literatürde eskiden "Sömürge psikolojisi" diye bir kavram vardı. Genç kuşaklar "ezik" diyorlar. Esası dik durmayı göze alamayan bir kendine güvensizlik ve kurtarıcı arama biçareliğidir. Dün AKP ile kurtuluş arayan liberal sol ve etki alanındaki siyasi kavrayış ile bugün burjuva solla, CHP ile ittifak arayışı göründüğü kadar tezat değil.
 
Türkiye'nin ücra beldelerine dek her noktasında demokratik mücadele bileşeni adaylarının gösterildiği, dili/söylemi bütün toplumsal kesimlerin tam hak eşitliğine odaklanmış bir dönem stratejisiyle donanmış seçim seferberliği, iktidarın kesif düşmanlaştırma çabasını boşa çıkaracak, ezilenlerin demokratik cephesini, eklenti ya da toplumun dışına sürülme dayatmasına karşı politikanın merkezine taşıyacaktır. İktidar son aday listesiyle kayyumlu belediyeleri olağan yollarla elinde tutamayacağını zaten kabul etti. Tümünün yeniden halka devri neredeyse kaçınılmaz.  'Ankara siyaseti'nin iç saflaşmalarına bağlı oyun planını kabul etmek işe yaramaz. Demokratik cephe ile eşitler arası ilişki değil onu eklentiye dönüştürme tutumu ele avuca gelen süreğenleşmiş bir sömürgeci kibirdir ve demokratik cepheyi devrimci dinamiklerden, devrimci kaynaklardan koparmak, kendi müştekil yolunda ilerlemesini engellemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.
 
Kürdistan devrimcileri ve Türkiyeli devrimciler, bütün kara çalmalara rağmen, kendilerini yürürlükteki yasalarla kısıtlı görmedikleri ve bu uğurda hemen her bedeli ödedikleri için meşruluk veya saygınlık kazandı. Odağında her araç ve biçimle politik özgürlüklerin zaferini sağlamaya odaklanmış o devrimci çizgi, zenginleşerek ve ideallerini büyüterek sürüyor. Demokratik cepheyi on binlerce ölümsüzü olan o kaynaktan yalıtmak boş hayaldir. Dolayısıyla, anın basıncına teslim olmadan, halkla birlikte, en az halk kadar bedel ödeme çizgisinden ilerlemek  Kürdistan ve Türkiye birleşik devriminin orkestrasyonuna da en anlamlı katkı olacaktır.