25 Eylül 2024 Çarşamba

'Göç, mültecilik ve ayrımcılık sempozyumu' başladı

Kapitalizmle birlikte sistematik bir hal alan göç sorununun tartışılarak çözüm üretmek amacıyla HDK'nin düzenlediği sempozyum başladı. HDK Eşsözcüsü Koçyiğit ve Şenoğlu, sempozyumun göç sorunuyla ilişkilenme konusunda pratik biz özeleştiri olarak görülerek, amacının bu yakıcı soruna çözüm üretmek olduğunu vurguladı

Halkların Demokratik Kongresi'nin (HDK) düzenlediği iki gün sürecek olan "Göç, mültecilik ve ayrımcılık sempozyumu" başladı.

Şişli'de bulunan Kenter Tiyatrosu'nda düzenlenen sempozyuma HDK Eş Sözcüleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sedat Şenoğlu, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay ve çok sayıda kişi katıldı.

Moderatörlüğünü Mukaddes Erdoğdu Çelik'in üstlendiği "Kapitalizm, Ulus-Devlet ve Göç" başlıklı oturumda Kenan Kalyon "Kapitalizm Çağında Göç", Patrak Estukyan "Osmanlı ve Türkiye'de Göç Tarihi", Namık Kemal Dinç ise "Osmanlı ve Türkiye'de Devletin Nüfus ve İskan Politikaları" hakkında sunum yaptı.

Açılış konuşmasını yapan HDK Eşsözcüsü Sedat Şenoğlu, Arapça ve Kürtçe selamlama yaptı.

Göç sorunun tarihsel kaynaklarına ışık tutmak, yenilemek ve 21. yüzyıl içinde geldiği boyutu çözümlemek ve sorunu gidermek açısından bir perspektif geliştirmek amacıyla sempozyumu düzenlediklerini dile getiren Şenoğlu, "Göç sorununu bugünü var ve geleceği de olacak muhakkak" diye konuştu.

ŞENOĞLU: KÜRESEL KAPİTALİZM KRİZİ IRKÇI-FAŞİST HAREKETLERİN YÜKSELMESİNE NEDEN OLDU

Göç sorununun kapitalizmle birlikte sistematik bir hal aldığını kaydeden Şenoğlu, "Köle ticareti gibi bir olgu da var. Kapitalizmin sermaye birikiminin ihtiyacından bağımsız düşünemeyiz göç olgusunu. Özellikle küresel koşullar altında bugünkü koşullarına belki de küresel göç çağı diyebiliriz" dedi. Askeri, siyasi, dini, çevresel gibi birçok etkeni olan göçün, bugün Türkiye'de her türlü etkeninin yaşandığına dikkat çeken Şenoğlu, "Tabi ki Suriye savaşıyla birlikte derin bir gündemimiz var. Spesifik olarak Suriyeli göç ve ortaya çıkan sorunlar ekseninde tartışmak istiyoruz. Dünya tarihi açısından 21. yüzyıl küresel kapitalizm emperyalist krizinin açığa çıkmasını derinleşmesi ve çözümsüzlük sürecinin aynı zamanda dünya çapında ırkçı faşist hareketlerin yükselmesine neden oldu. Bu ikisi arasında bir bağ var" diye konuştu.

Sempozmunun sorunun çözümüne ilişkin perspektif oluşturma amaçlı düzenlendiğini söyleyen Şenoğlu, şöyle devam etti: "Güncel ve pratik bakımından sorunun bütün ağırlığı ortadayken buna ilişkin gerçek bir sahipleniş, sorunun açığa çıkarılması özellikle ezilenler açısından daha da ötesi politik bir tutum, program, strateji bakımından baktığımızda çok az şey yaptığımız açık."

KOÇYİĞİT: DERİN BULUŞMALARIN OLDUĞ KADİM BİR COĞRAFYADA YAŞIYORUZ

HDK Eşsözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit de Arapça ve Kürtçe selamlamayla konuşmasına başladı. Koçyiğit, "Kadim bir coğrafyada yaşıyoruz ve bu kadim coğrafyada çok derinlikli bir konuyu iki gün ele alıp konuşmaya çalışacağız. Göç insanlık tarihiyle yaşıt. İnsanlık ilk günden bugüne sürekli yer değiştirerek göçerek ilerlemiş durumda. Her hareketinde de gittiği yerde yeni buluşmalara, etkileşimlere, yeni medeniyetlerin açığa çıkmasına neden olmuş. Bu derin buluşmaların olduğu bir kadim coğrafyada yaşıyoruz" ifadesini kullandı.

Silahlanma, savaş ve sömürünün bugünkü insanlık tarihinin en önemli nedenlerinden olduğunu kaydeden Koçyiğit, kapitalizm ve sistem eleştirisi yapmadan bu sorunun çözülemeyeceğinin altını çizdi. 2011 Arap Baharı'nı hatırlatan Koçyiğit, ayaklanmaya uluslararası emperyal devletin el koyduğu ve devrim isyanını karşı devrimlerle boğulduğun belirtti. "Bu savaşlardan bizi en çok ilgilendireni, en uzun olduğu ve iç savaşa döndüğü için Suriye savaşı" diyen Koçyiğit, 1938 Dersim isyanında hayatını kaybeden Seyit Rıza ve yol arkadaşlarını andı. Koçyiğit, "Fakat 1938 soykırımı da ondan önceki 1915 Ermeni soykırımı ve ondan sonraki bütün azınlıklara dönük sürgün politikalarının her birisi de saf ulus devlet yaratma istencine dönüşüyordu. Kısmen 55'lere gelindiğinde kapanmış gibi göründü ama 80'lerde Kürtlerin kendilerini eşit yurttaş olarak ortaya koymaları, yeni bir göç dalgasını, yeni kırım politikasını getirdi. Bu son isyanda silahla bastırılmaya çalışıldı ve sonucunda binlerce köy yakıldı. Milyonlarca Kürt Türkiye'nin batısına ve metropollere taşınmak zorunda kaldı" diye konuştu.

Koçyiğit, sempozyumun göç sorunu bakımından yetersizliklerine ilişkin pratik bir özeleştiri olarak algılanmasını istedi. Koçyiğit, "Dünya hepimizin evi mültecilik bir tercih değildir" vurgusu yaptı.

KALYON: KAPİTALİST DÜNYADA GÖÇ HAYALETİ DOLAŞIYOR

"Kapitalizm, ulus-devlet ve göç" oturumunun ilk sunumunu yapan Kenan Kalyon, Komünist Manifesto'ya atıfta bulunarak, kapitalist dünyanın üzerinde bugün komünizmin yanı sıra bir göç hayaleti de dolaştığına dikkat çekti. Kalyon, "Sınır güvenlik önlemleri, özel olarak yetiştirilmiş sınır muhafızları, artan sahil güvenlik güçleri bu göçü durdurmaya yetmiyor. İnsanlar yeni yollar geliştirerek kıtaları, denizleri aşarak göç etmeye devam ediyorlar" dedi.

Çağı karakterize eden bir göç çağı olduğunu söyleyen Kalyon, Homo Sapiens'ten bu yana yaşanan göçleri hatırlattı. Bu çağın da başka göç türleri olduğunu aktaran Kalyon, "Kapitalist çağda göç diğerlerinden farklı. Göç türü ve bir çok dalgası var. Ana nedenleri şunlardır; bu sistem mülksüzleştirme üzerine kuruludur, üretim araçlarından koparılması dolayısıyla geçim araçlarına erişme olanaklarından yoksun bırakılması üzerine kuruldur. Bu ister istemez nüfusun önemli bir bölümünü topraklarından yurtlarından söküp atmayı gerektirir. İngiltere bunun en önemli örneğidir. Köylülerin topraklarından komünal hayatlarından koparılarak kentlere sürülmesi ve özel mülk olarak kilitlenmesi. İnsanlar topraklarından koparılan insanlar ücretli emek konumunu kolayca kabul etmediler. Kanıksadığımız için iş arıyoruz ama bu İngiltere'de 'serseriliğe' karşı yasalar şeklinde disipline edildi. İdam sehpaları eşliğinde disipline edildi. Bu hala devam eden bir süreçtir. Şimdi içinde bulunduğumuz tarihsel kesimde göç yeniden şiddetlenmişse yeryüzü son elli yılda yeni tipte proleterleşme dalgasına tanık olduğu için bu denli yoğun bir göç olayıyla yüz yüzeyiz. Kaçınılmaz son olarak kapitalist çağ nüfus yoğunluğun radikal şekilde değiştirmiştir. Kentleşme olarak ifade edilir bu. Metropollerin nüfusu kendini aştı" dedi.

Kapitalizm servetin ve sefaletin zıt kutuplarda yoğunlaşması olduğunu dile getiren Kalyon, bunu ülkeler için de geçerli olduğunu söyledi ve gelişmiş ülkeler akın olmasının çok doğal olduğunu belirtti. İktisadi göçün gönüllü bir göç olmadığının altını çizen Kalyon, "Üretim araçlarından koparılması zorla yaşanmış bir süreçtir. Buna zorbalık eşlik etmiştir. İktisadi nedenlerle göç sorununun belirlenmesine ihtiyaç var" ifadesini kullandı.

'CUMHURİYETİ OSMANLI KADROLARI KURDU'

Agos Gazetesi Yazarı Patrak Estukyan "Osmanlı ve Türkiye'de göç tarihi" sunumu yaptı. Osmanlı devleti ve Türkiye'nin birbirine son derece benzediğinin altın çizen Estukyan, Cumhuriyet'in ideolojik olarak imparatorluğu, hilafeti reddeden yeni bir ufuk öngören rejim olarak aktarılsa da bunun resmi bir söylem olduğunun altını çizdi. Estukyan, Osmanlı kadrolarının TC'yi kurduğunu ve devlet siyasetinde kırılma olmadığını kaydetti. Estukyan, "1915'in failleri, organizatörleri Osmanlı'da kaldı, Cumhuriyet'te başka kadro var diyemiyoruz. Çünkü aynı kadro isim değişikliği ve partilerinin tabelasını değiştirerek iktidar oldu ve bu iktidar günümüze kadar geldi" diye konuştu.

Ermeniler hakkında Erdoğan'ın "göçebe halk" söylemine işaret eden Estukyan, bunun bir yalan olduğunu Ermenilerin yerleşik olduklarını vurguladı. Ancak Ermenilerin sürekli işgaller ve savaşlarla ülkelerini terk etmek zorunda kalan bir halk profili çizdiğine dikkat çeken Estukyan, Ermenilerin zorla göç ettirildiklerini vurguladı. 17. yüzyıl başlarında Şah Abbas'ın Osmanlı devletiyle girdiği savaşlar içinde Ermenistan'ı işgal ettiğini ve Cunha bölgesinden 300 bin Ermeni'yi zorla göç ettirdiğini hatırlatan Estukyan, "1625 yılında bu çok ciddi bir nüfustu. Bu göç esnasında örneğin Aras nehri geçilirken büyük can kayıpları yaşandı. Geride bırakılan şehirlerin lojistik kaygılarla bütünüyle ateşe verildi. İki nedeni var birisi, Osmanlı daha sonra eğer bu seferin arkasından gidecekse geçtiği yerlerde lojistik bir şey bulamasın ne gıda ne de hayvanlar için yemek. İkinci faktörse zorla göç ettirilenler bir daha geri dönme umudu taşımasın. Bunun için taş üstünde taş bırakmamacasına Doğu Ermenistan Coğrafyası talan edilir" dedi.

'1915'TE ERMENİLER 'VATAN'I KAYBETTİ'

Yine 1453'te İstanbul fethedildiğinde Fatih Sultan Mehmet tarafından payitaht ilan edildiğini ve imarı için Kayseri bölgesinden çok ciddi yapı ustası olan Ermeni kolonilerinin zorla İstanbul'a getirildiğinin altını çizen Estukyan, ancak asıl savrulmanın 1915 olduğunu dile getirdi. 1 buçuk milyon Ermeni'nin hayatını kaybettiğini söyleyen Estukyan, şöyle devam etti: "En büyük kayıp insan kaybından daha da önemli, vatan toprağının kaybıdır. Erdoğan, 'Ermenilerin devleti yok' diyor. Ermenilerin devleti olmuştur 14. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür, ama Erdoğan öncesini sonrasını görememiş. Esas olarak 'vatan' vardı, 1915 o 'vatan' kavramını ortadan kaldırdı. 1915 kelimenin gerçek anlamıyla bir savrulmadır. Yetimhanede toplanan çocuklar on binlerle tanımlanıyor. Bir proje, tasarımı yoktu hangi ülkeye gideceklerine dair. Gemilerle farklı ülkelere gönderildiler. İnsanlar böylece bütün dünyaya yayıldılar. Bu yayılanlardan da bugünün o ülkelerdeki diasporaları, kolonileri oluştu. Belleğinde yitirilmiş bir vatan var. Anında yaşadıkları dakika içinde bile kaybolmama, yok olmamaya, kimliklerini kaybetmemeye dair ciddi irade gösterdiler. Eğer karnını doyurup bir çatı bulduysa hemen yapacakları ilk iş bir kilise kurmak oldu. Kilise olursa yan yana oluruz düşüncesiydi, bir okul inşa ettiler, çocukları kendi dili ve kültürüyle koruyabilmek için, birbirimizden haberimiz olsun diye bir gazete kurdular. 1920'li yıllardan itibaren kilise kurma, okul açma, gazete seferberliği oldu. İşlevsel oldu ama başka bir gerçeklik var hayata karşı gittiği ülkeye entegre olmak!"

Estukyan, dünyanın neresinde olursa olsun tüm Ermenilerin en büyük dileğinin atalarının toprağına gömülmek olduğunu vurguladı. Estukyan, sunumuyla işgal edilmiş bir Ermenistan olgusunu ortaya koydu.

DİNÇ: ULUS DEVLETTE İMPARATORLUKLARDAN FARKLI İSKAN POLİTİKALARI UYGULANDI

Oturumun son sunumunu ise Namık Kemal Dinç "Osmanlı ve Türkiye'de devletin nüfus ve iskan politikaları" hakkında bilgi verdi. İmparatorlukların yıkılıp ulus devletin ortaya çıktığı dönemde, iskan politikalarının imparatorluk dönemlerinden farklı olduğunu kaydetti. "İmparatorluklar çok uluslu yapılardır, etnik ve inanç bakımından çok sorun haline getirilmediği, kimliğin üzerine gidilmediği, hiyerarşik kurallara uyulursa sorun yok" diyen Dinç, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren imparatorlukların çökmeye başladığını hatırlattı.

Modern ulus devlet döneminden itibaren başka bir iskan politikasıyla karşı karşıya olduğunu belirten Dinç, "Bazı akademisyen 'yeni iskan' diyorlar. Paradigma değişikliği var. Farklılıkların bir arada yaşaması tercih edilmiyor. Ulusal vatan, ulusal toprak olarak ifade ettikleri bir şey var. Ulusun ve mekanın üretilmesi dediğimiz durumla karşı karşıyayız" diye konuştu. Yeniden İskan'ın, "kontrol edilemez olduğuna inanılanların hakim olunan bir bölgeden uzaklaştırılması onun yerine kontrol edilebilen bir ulusun tercih edilmesi olarak" akademisyenler tarafından tanımlandığını aktaran Dinç, "Kurulan ulus devletlerinin hepsinin yaptığı şeydir, mübadele anlaşması. Ama sorun sadece Osmanlı ile Yunanistan, Bulgaristan arasında değildir. Bu süreci 19. yüzyıl başına kadar götürebiliyoruz. Osmanlı-Rus savaşları 19. yüzyıla kadar devam eder, Ruslar'ın koşulları şudur, 'siz bize Ermenileri verin biz size Müslümanları'" diye konuştu.

Dinç, modern devletlerin Yeniden İskan'la iki amacı olduğunu belirtti ve devam etti: "Birincisi çerçevesini çizdikleri Ulasal, kültürel, siyasi kimlik içine giren bir nüfus. İkincisi insan yapısıyla birlikte mekanı değiştirerek yeni bir mekan yeni bir vatan algısı oluşturmak. Biz buna 'mekanın üretimi' diyoruz. İstenmeyen bütün farklılıklar seyreltilecek, azaltılacak bunun için gerekirse etnik temizlik, katliam, tehcir her şey uygulanacak" diyen Dinç, "Cumhuriyet bunun üzerine kurulmuştu. 1916'da pek bilinmez Kürt tehciri vardır. Rus işgaliyle birlikte 1 milyona yakın Kürt, Elazığ-Diyarbakır hattına kaçarak geliyorlar. Bir talimatname var, 'Türkleri geride bırakın, göç edeceklerse geri dönsünler ama Kürtler Batı'ya göçertilecek, nüfus dağıtılacak, ileri gelenler gözetim altında tutulacak, zaman içinde kültürlerinden uzaklaştırılması sağlanacak'. Mülteci Talimatnamesi diye geçiyor ismi ama Kürtleri anlatıyor" dedi.

Oturum, soru-cevapların ardından sona erdi.

Sempozyumun ikinci oturumu öğle yemeğinin ardından, "Türkiye'de vatandaşlık hukuku ve göçmenlik", "Göçmen ve mültecilerin adalete erişimi" başlıklarıyla devam edecek.