18 Eylül 2024 Çarşamba

Faşizmin amok koşucularına devrimci yanıtımız ve seçeneğimiz ne olmalı? 

Eskişehir'deki faşist "amok koşucusu"nun yayınladığı manifestodaki hedef düşman gruplar ile politik islamcı faşist şeflik rejiminin sürekli iç düşman olarak hedefleştirdiği kesimler birebir örtüşüyor. Bunun tesadüf olmadığı açıktır. Faşist saray rejiminin durmadan ve kesif biçimde yürüttüğü mülteci, LGBTİ+, Kürt, kadın, hayvan düşmanı politik ajitasyon pratiğinin bir faşist ürünüdür bu.

Amok koşucusu, medikal/tıbbi ve edebi anlamları olan ve yaygınca bilinen bir terimdir. Toplumsal hayatın semptomatik bir olgusu olarak ortaya çıkan bireysel şiddetin özel biçim ve halini anlatır. Amok, esasen psikiyatrik ve psikolojik bir hastalık durumudur. Güneydoğu Asya'da ve çoğunlukla Malezya halklarında rastlanan öldürücü bir delilik halinin cinnet pratiği olarak ortaya çıkmasını ifade eder. Malay dilinden bir sözcük olan amuk, görünürde sessiz ve sakin bir hayat süren birinin ansızın yerinden fırlayıp koşması, basit şiddet araçlarıyla önüne çıkan insanlara saldırmasıdır. Hiddet ve öfkeden gözü kararan, delirip saf şiddet/cinnet eylemine geçen amok koşucuları, bireysel şiddet eylemleriyle topluma patlar, insanlara zarar verir ve toplumsal ilişkileri tahrip eder.

Kavramı edebi ve politik alana taşıyan Stefan Zweig, Amok Koşucusu adlı romanında bu hastalık halini kapitalizmin modern zamanlarının toplumsal ilişkilerindeki çürüme ve anomali olarak, tutkulu bir erkeklik, delilik, öz tahrip edicilik biçiminde betimler. Zweig, hikayesinde Hollanda Doğu Hint Adaları'nda görev yapan bir doktorun çelişki ve handikaba sıkışmasını anlatır. Roman karakteri amok koşucusu doktor, dara düşüp kendisine başvuran çok zengin bir kadının "yardım" talebini geri çevirir. Gururu için derin bir öfkeye kapılır, insan hayatını hiçe sayar. Kısa süre sonra yaptığından pişmanlık duyar. Kadına yardım etmeyi saplantı ve varlık amacı haline getirir. Zweig, amok koşuculuğunu en naif bağlama çeker.

İnsanlığın dünkü ve bugünkü kabile toplumlarında rastlanan amok koşuculuğu durumu, geç kapitalizmin modern zamanlarının da yaygın bir fenomeni olarak varlığını sürdürüyor. Kapitalist dünyanın değişik toplumlarında özgün formlarıyla, yeni anlam ve toplumsal bedenlerle karşımıza çıkıyor. Ancak günümüzde amok koşuculuğu ne salt psikiyatrik bir vaka, ne de edebiyat dolayımlı naif bir toplumsal düzen eleştiri nesnesidir. Bunun çok ötesinde bir durumla karşı karşıyayız. Bir politik ve toplumsal şiddet formunu ifade eden bu olgu, dosdoğru devrimci politikanın bir konusudur.

Eskişehir'de 18 yaşında bir genç, tam bir "amok koşucusu" gibi sokağa çıkıp, daha önce hedeflediği sosyal gruplardan yedi kişiyi bıçakla yaraladı. Faşizmin bir posası olarak neşet eden bu bireysel terör faili, tipik bir sıradan faşizm manifestosu yayınladı. Marksistlere, sosyalistlere, antifaşistlere, LGBTİ+'lara, yaşlılara, göçmenlere, hayvanlara, Yahudilere vs. nefret ve düşmanlık söylemleriyle bezeli manifestosuyla varlık amacını eylemli biçimde duyurdu. Faşist terör eylemini kameraya kaydedip yayınlayarak politikleştirdi. Bu nedenle Eskişehir'de gerçekleşen bu bireysel faşist saldırı eylemini anlatmak ve kavramak için amok koşucusu terimini kasti olarak ödünç alıyor ve devrimci politikada işlevlendiriyoruz.

Bu eyleme tekil, sıradan faşist bir vaka olarak bakılıp geçilebilir elbet. Bu tavır, kapitalist düzen ve faşist rejimle köklü sorunu olmayanların uğraşıdır. Kurulu düzenin alternatifi olan sosyalizm hedefi ve programını bayraklaştıran devrimciler için ise bu bir düzen meselesidir. Teorik ve politik düzlemlerde bir mücadele konusudur. Eskişehir'deki olayın arka planındaki bireysel öykünün psikanaliz yapısı ne olursa olsun, toplumsal durumun semptomatik politik bir verisi olarak okunmalı ve analiz edilmelidir. Bireysel şiddet eylemi olarak ortaya çıkan durum arızi ve tekil bir olgu gibi görünebilir. Oysa marksist analiz yordamı ve yöntemi bize toplumsal olana bütünsel ve bağıntısal bakmayı düstur olarak sunar. Buradan baktığımızda bireysel şiddet eylemlerinin aslında toplumun belirli kesimlerinin biriken öfkelerinin topluma ve kendi içine patlaması olduğunu görebiliriz. Bireysel şiddet eylemleri toplumsal çürümenin içe patlamasının sadece bir boyutudur. Düzen çürümesinin ve faşizmin toplumu çürütmesinin bir çıktısıdır.

Eskişehir'deki bireysel faşist terör Türkiye ve Kuzey Kürdistan siyasal ölçeğinde ve tarihinde bir ilke işaret ediyor. ABD'de yaygın olarak rastlanan toplumsal şiddetin bireysel olarak içe patlaması eğilimi ve gerçeği, günümüz kapitalizminin bir olgusu olarak her yere yayılıyor. 2010'larda İsveç'teki büyük gençlik katliamı saldırısı, yine yakın yıllardaki Yeni Zelanda'daki katliam antikomünist ve ırkçı katliamlar olarak dünya çapında sarsıcı bireysel faşist terör eylemleri olarak özellikle hatırlanmalıdır. Kapitalizmin özellikle genç kitleleri geleceksizliğin kapkaranlık ufkuyla yüz yüze bırakması derin bir bunalım ve bireylerin içten içe çözülüşünü ve çöküşünü üretiyor. Türkiye ve Kürdistan'da genç intiharları bu olgunun önemli bir tezahürü oluyor. Ülkeyi terk etme pratiği ve arayışı gençliğin geleceksizliğe yöneldiği diğer bir çare olarak somutlanıyor.

ABD'de yetişkin ve genç, çocuk kategorilerinde rastlanan, en çok okul baskınlarıyla bildiğimiz bireysel terör olgusu, toplumsal bunalımın dolaysız ve yalın bir çıktısıdır. Geç kapitalizmin ve neoliberal birikim rejiminin politik ekonomi programlarının toplumu paralize ederek yarattığı bir sonuçtur. Kapitalist rekabet yasası toplumsal olanı sürekli berhava ediyor. İnsanı insanın kurdu olarak örgütlüyor. Bireyi toplumsal yapıdan çözüp kapitalizmin geleceksiz ve tekinsiz cangılına savuruyor. Yaşadığı toplumu bir cangıl gibi gören ve herkesi kolayca düşmanlaştırmaya eğilimli hale gelen bu serseri mayın bireyler, her türlü yozlaşma, şiddet ve çürüme kulvarına sapabiliyor. Verili tüm kapitalist toplumsal düzenlerde refah kaybının dramatik bir şekilde düşmesi, işçi sınıfı ve ezilen sınıfların geleceğinin karanlık bir belirsizliğe dönüşmesi çok katmanlı toplumsal bir bunalım olarak ortaya çıkıyor. Psikanalitik hastalıklar, bunalım, depresyon, her türlü çürüme ve topluma yabancılaşma tüm bireyleri girdabına çekiyor. Ezilenler ve sömürülenler alternatif politik örgütlenmelerden yoksun ve örgütsüz oldukları koşullarda kurulu düzenin egemen ideolojisi koşullarında kolayca birbirine düşmanlaşabiliyor.

Eskişehir'deki faşist amok koşucusun pratiğiyle mültecilere karşı linç ve pogrom saldırılarını geliştiren yeni faşist hareketin tüm örgüt ve odakları aynı ideo-politik saiklerle hareket ediyorlar. Bu yüzden ırkçı faşist güruhların kitle şiddet eylemleri olan linç ve pogrom saldırılarıyla nasyonal sosyalist amok koşucularının şiddet eylemleri bir bütünün parçalarıdır. Çürüyen kapitalist düzen ve çürüten faşist rejimin bütün koşullarını hazırladığı bir toplumsal-politik durumdur. Yeni faşist hareketin bireysel ve kitlesel toplam şiddet hareketini hazırlayan faşist rejim ve onun güncel politikalarıdır.

Kendiliğinden ve doğaçlama gibi ortaya çıkan bu olgular aslında faşist şeflik rejimi tarafından açıktan örgütleniyor. Faşizm yukarıdan aşağıya doğru bir toplumsal gericilik, faşizmi toplumsallaştırma stratejisi olarak maddileştiriliyor. Eskişehir saldırısında ne görüyoruz? Birey olarak bir faşistin topluma şiddet ve nefret kusma halini, olabildiğince zarar verme pratiğini görüyoruz. Ama hepsi bu mu? Elbette hayır! Politik islamcı faşist saray rejiminin kurduğu toplumsal serada peydahlanan halk düşmanı bireyleri görüyoruz. Ezilenlerin düşmanı olan faşizmin bu amok koşucularının hiçbiri tekil toplumsal vakalar olarak ele alınamaz.

Eskişehir'deki faşist "amok koşucusu"nun yayınladığı manifestodaki hedef düşman gruplar ile politik islamcı faşist şeflik rejiminin sürekli iç düşman olarak hedefleştirdiği kesimler birebir örtüşüyor. Bunun tesadüf olmadığı açıktır. Faşist saray rejiminin durmadan ve kesif biçimde yürüttüğü mülteci, LGBTİ+, Kürt, kadın, hayvan düşmanı politik ajitasyon pratiğinin bir faşist ürünüdür bu. Eskişehir'deki genç ve faşist amok koşucusunun amacı, Sakarya'da mülteci hamile kadına tecavüz edip vahşice öldüren katilin, İzmir'de göçmen işçileri yakarak katleden faşist grubun, Karabük'te üniversite öğrencisi Gabonlu Dina'ya tecavüz ederek katleden erkeğin, Kayseri veya Konya'da Suriyeli göçmen mültecilere saldıranların karakteri ve amaçları aynıdır. Hayvanların katledilmesini yasal hale getiren faşist saray rejimiyle sokaklarda ve barınaklarda hayvan kıyımı yapan faşist bireylerin amaçları ve karakterleri de aynıdır. Dolayısıyla, Eskişehir'deki faşist amok koşucusu, örgütlü faşist kesim ve gruplardan ayrı değildir. Sadece takımdan ayrı düz koşu yapmaktadır. Faşist saray rejiminin gencecik bir insandan faşist amok koşucusu ve halk düşmanı üretme tezgahı böyle işlemektedir.

Devrimci analiz ve politika öncelikle bu temel gerçeği görmelidir. Emekçi sol hareketimiz ve devrimci politika, kapitalizmin sömüren, öldüren, delirten düzenine karşı bu düzenin tüm gerçekliklerini ezilen ve sömürülenler için aşikar hale getirmelidir. Devrimci teori ve propaganda böylesi toplumsal ve politik olayları "an"ında yakalamalı, ezilenleri bilimsel teoriyle aydınlatmada etkinleşmelidir. Sosyalizm seçeneğinin propagandasını ve politik yanıtlarını yükseltebilmelidir. Emekçi halklarımızı hedefleyen bireysel faşist terör eylemlerini üreten kapitalist düzenin çürüyen ve çürüten koşullarını, onu örgütleyen faşist rejim gerçeğini göstermeli ve emekçileri işçi sınıfı ve ezilenleri doğru bir sınıfsal ve politik saflaşmaya, cepheleşmeye çekecek politik teşhir ve ajitasyonu güçlüce geliştirebilmelidir. İşçi sınıfı ve ezilenleri kapitalist düzeni yıkacak bir bilinç ve örgütlülüğe kavuşturma pratiğini tüm devrimci tutku ve enerjiyle büyütmelidir.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 16 Ağustos tarihli 180. sayı başyazısı.