20 Eylül 2024 Cuma

Esra Erben & Mansur Karaca yazdı | Köpekleri toplatma ve öldürme yasası Mecliste! 

Türcü olmayan bir toplum, derelerin, ormanların, toprağın para uğruna gözden çıkarılmaması gerektiğini düşünecektir. Devlet nasıl Kürdistan'a uyuşturucu yoluyla saldırıyorsa benze bir şekilde toplumun geneline türcülüğü pompalayarak ekoloji katliamının zeminini hazırlıyor diye düşünüyoruz. Bu silahın kapitalizmin ana silahlarından biri olduğunu, tüm devletlerim bu silahı kullandıklarını düşünüyoruz. 

AKP'nin sokak hayvanlarının öldürülmesinin önünün açan Hayvan Hakları Kanunu'ndaki değişikliklerin bu hafta Meclis'e sunulması bekleniyor. 
 
Meclis'e sunulmadan önce muhalefet partileriyle paylaşılacak olan 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nun 13 maddesinde değişiklik yapılması öngörülüyor. Bu maddeler arasında belediyelere verilen yetkinin; kuduz, bulaşıcı hastalık taşıyan hayvanlar, tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan "yasaklı ırk" diye adlandırılan köpeklere "ötanazi" yapılması, yani öldürülmesi isteniyor. İnsanların bu girişime katliam demelerinin nedeni, buna gerek olmaması hatta öldürmenin bir çözüm olamayacağı gerçeği. Daha önce de denendi, bu bir çözüm değil. Bizim çözümümüz kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat. Tüm canlılar için bu çözüm yolunun en iyi, en adaletli ve en pratik yol olduğunu biliyoruz. Bu yöntemi uygulayarak ideal popülasyon seviyesine ulaşmış toplumlar olduğunu biliyoruz.

Teklifin ilk taslağında sokakta yaşayan hayvanların toplatılması, barınaklara hapsedilmesi ve 30 gün gibi kısa bir sürede sahiplenilmezse öldürülmesine ilişkin düzenleme yapılması konuşulmuştu. Hayvan hakları aktivistleri ve hayvanseverlerin tepkisini alan bu taslakla ilgili AKP Grubu taraflarla görüşerek yeni bir rapor hazırlamaya karar vermişti. Buna rağmen hayvan hakları savunucuları, hayvan hakları örgütleri, hayvan psikologları ve veterinerlerden hiçbir görüş alınmadı.

2004 yılında Türkiye'de yürürlüğe giren 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nu tam olarak "hayvan koruma" kanunu olarak değerlendiremesek de kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat programı üzerine geliştirilmişti. Bu madde bağlamında en büyük görev belediyelere düşüyordu. 20 yıl boyunca görevlerini yerine getirmeyen Belediyeleri de korumaya çalışan iktidar durumu program eksikliği olarak  nitelendirdi. Oysa ki bu program eksikliği değil, yürütme eksikliğiydi. Uygulanan programın başarısız olduğunu kabul etmek için öncelikle uygulamanın gerçekleşmesi gerekmektedir.

AKP'nin ilk taslakla ilgili paylaşımlarından sonra halk, hayvanseverler ve hayvanlar toplatılmalı-barınaklara hapsedilmeli diyenler olarak ikiye bölündü. Hayvana şiddete herhangi bir yaptırım uygulanmadığı için iktidardan güç alarak hayvana şiddet oranında bir artış söz konusu oldu. Birçok ilde hayvan zehirlemeleri ve ölümleri haberleri gelmeye başladı.

İşin kafa karıştıran kısmı şu noktadan itibaren başlıyor. Kısırlaştırma yerine öldürmeyi tercih etmek çok daha maliyetli olduğu halde neden bu yol seçiliyor? Hayvanlar öldürdükten sonra nereye gömülecekler? Gömülme mevzusu önemli çünkü içme suyu kaynaklarını kirleterek halk sağlığına tehdit söz konusu. Bununla ilgili herhangi bir açıklama yok. Köpekleri toplayıp barınağa götürmeyen yani emirlere itaat etmeyen belediye personeli için 6 ay ila 4 yıl arası hapis cezası uygun görülmüş. Fakat şöyle bir tablo var. Türkiye'de toplam bin 389 belediye var ve buna karşılık 297 barınak var. Bu barınakların yaklaşık yüzde otuzu İstanbul ve İzmir'de. Yani ülkenin büyük bir kısmında barınak, bakım evi yok. Bu durumda belediye personeli bu hayvanları nereye götürecek? Peki devlet neden bu yola başvuruyor? Neden daha kesin, basit, ucuz ve etik yollar varken böyle bir yola baş vuruyor?

Aklımıza gelen nedenleri aktarmak istiyorum. Sosyal, siyasal ve ekonomik krizler egemen iktidarların baskıcı, despot, otoriter, şiddet yanlısı yönlerini açığa çıkarmakta ve güçlendirmekte. Bu güçlenmeye yardımcı olan unsurlar da ırkçılık, gericilik, türcülük gibi ideolojiler. Toplumsal-siyasal kutuplaştırma da devletin her kriz anında uyguladığı bir yöntem. Ayrıca yıllardır aşılama, kısırlaştırma yapmayan devletin başarısızlığını ve  ayıbını örtme biçimi diye de düşünüyoruz. Ayrıca türcü ideolojilerin devletlerin hareket alanlarını genişlettiğini ve bu yüzden her fırsatta hayvanlara yönelik şiddeti meşrulaştırdıklarını görüyoruz. Örnek vermek gerekirse, türcü olmayan bir toplum devletin ekosistemi hiçe sayan rantçı politikalarına daha fazla tepki gösterecektir. Türcü olmayan bir toplum, derelerin, ormanların, toprağın para uğruna gözden çıkarılmaması gerektiğini düşünecektir. Devlet nasıl Kürdistan'a uyuşturucu yoluyla saldırıyorsa benze bir şekilde toplumun geneline türcülüğü pompalayarak ekoloji katliamının zeminini hazırlıyor diye düşünüyoruz. Bu silahın kapitalizmin ana silahlarından biri olduğunu, tüm devletlerin bu silahı kullandıklarını da söyleyebiliriz.

Yaşam hakkı savunucuları, hayvan hakkı aktivistleri, hayvanseverler olarak "Sokaktayım, Yanındayım" sloganıyla 23 Mayıs'tan itibaren İstanbul, Ankara, Antalya yaşam nöbetine başladık. İzmir'de düzenli olarak yapılan eylemlere ek olarak 12 Temmuz itibari olarak nöbete katılan şehirler arasında yer aldı. Tecrit ve Katliam Yasa Tasarısı'na izin vermeyeceğimiz vurgularken, rant uğruna düşman ilan edilip hedef gösterilen dostlarımızın yanında olduğumuzu sokaklarda haykıracağız.