20 Eylül 2024 Cuma

Elif Bayburt yazdı | Ne halklar arası savaş, ne sınıflar arası barış

Hayat boşluk tanımıyor ve sınıf kardeşlerimiz dediğimiz göçmenlere doğrudan temas edip, etkin bir mücadele birliğini örmedikçe, göçmen düşmanlığına ve sermaye egemenliğine karşı farklı uluslardan değil aynı sınıftan insanlar olarak güçlü bir itiraz örgütlemedikçe, tanık olduğumuz şiddetin boyutu artarak devam edecek.

Bundan sadece 3 hafta kadar önce, 11 Haziran'da, Ahmet Haskiro isimli 11 yaşındaki Suriyeli bir çocuk işçi, asansör kabiniyle duvar arasına sıkışarak hayatını kaybetti. Haskiro'nun annesiyle birlikte çalıştığı ve katledildiği Dağ Tekstil'in patronları, ailesine kan parası vererek şikayetçi olmamasını sağladı. Göçmen ailenin parayı kabul etmek dışında pek bir seçeneği yoktu. Dağ Tekstil binasında asılı "Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler ve Türk Vatandaşları için İstihdam Derneği Projesi" ve İŞKUR programı tabelaları da söküldü. Sosyal medyada büyük yankı uyandıran bu cinayetin ne yazık ki fiili pek bir karşılığı olamadı.

Cinayetten birkaç gün sonra Antep'te -aralarında TMMOB'a bağlı çok sayıda odanın da bulunduğu- 41 kurum, "Suriyeli göçmenlerin yerel halk için Antep'i çekilmez hale getirdiğini" iddia ederek bir açıklama yaptı. Baştan sona insanın şakaklarına bıçak sokulmuş gibi hissettiren bir açıklama olsa da, muhtemelen en dikkat çekici kısmı, Suriyeli göçmenlerin neden oldukları en derin etkinin ekonomiye dönük olduğu vurgusuydu. Açıklamaya göre, Suriyeli göçmenler yaşadıkları kentlerde "maliyet artışına" neden oluyor, gıda ve kira fiyatlarını artıyordu. Suriyeli göçmen işçiler, en kötü, en sefil koşullarda bile çalışmaya razı oluyor, "sığınmacıların istihdamı" şartıyla işletmelere hibe, kredi ve destek veriliyor, Türkiyeli işçiler için iş imkanları azalıyordu. Metne göre, Suriyelilere "en büyük tepki" bu konuda oluyordu. Üstüne üstlük bu da yetmezmiş gibi, bazı Suriyeli işçiler kendi aralarında örgütlenerek "kendi isteklerini dayatıyorlardı".

Ayrıca Suriyeliler eğitim ve sağlık hizmetlerine de "yük bindiriyor", Suriye'deki savaşın kendisiyse Türkiye'deki sınır şehirlerinin Suriye'ye ihracatını negatif etkiliyordu. Suriyelilerin buralarda kurdukları işyerleri, atölyeler, firmalar ise Arap ülkelerine daha rahat ihracat yapıyordu. Suriyelilere verilen sosyal yardımlar onları "tembelliğe alıştırıyor, çalışmaktan imtina eder hale getiriyordu."

Eğitime ayrılan bütçeye "yük bindiren" Suriyeli çocukların yeterince eğitimli olmadığından da ayrıca şikayet ediliyor, alıntılayacak olursak, "Bu çocuklar bir şiddetin içinden, bir savaşın içinden çıkıp geldiler. Bütün bu eğitimsiz, dil bilmeyen, kendini tam olarak ifade edemeyen, psikolojileri bozuk çocuklar tüm suç ve terör örgütlerinin potansiyel üyesi konumundadırlar. Bunun üzerinde çalışılması gerekmektedir" deniliyordu.

Bu açıklamanın hemen üstüne, sıcağı sıcağına, yine Antep'te, 14 yaşındaki Suriyeli göçmen tarım işçisi Muhammed Hinki, çalışmaya ara verip serinlemek için girdiği gölette boğularak hayatını kaybetti. Yine, bir süre sosyal medyada döndü ve kapanış.

Suriye'de, Türk devletinin de bir aktörü olduğu, yıllardır süren savaş ve Avrupa Birliği'yle imzalanan anlaşmalar sonucu milyonlarca göçmenin Türkiye'ye gelmesinden en fazla patronlar fayda gördü. Yakın zamanda istifa eden Çevre ve Şehircilik Bakanı ve o dönemin AKP Kayseri milletvekili Mehmet Özhaseki'nin 2021'de dediği gibi, "Suriyeliler giderse sanayi batar. Sanayimizi onlar ayakta tutuyor". Suriyeli göçmenlerin çaresizliği, çocuklardan başlayarak her türlü iş kolunda ağır bir sömürüye maruz kalmalarına önayak oldu. İktidarın kendi bekasını korumak için ısrar ettiği savaş politikaları ve bu doğrultuda gelişen "güvenlik harcamaları", bütçeden en büyük payı alarak, bu politikalar sonucu ülkesinden göçe zorlanan Suriyelileri sınırın bu tarafında da güvencesiz, sefalet koşullarında çalışan "modern köleler" haline getirdi. Bir güvencesiz ortamdan "daha az" güvencesiz gördükleri bir başka ortama geçmeye çalışan binlerce Suriyelinin de -tıpkı geçen sene 500'ü aşkın göçmenin Yunan sahil güvenliği ve Frontex terör örgütü işbirliğiyle katledildiği Pylos'ta olduğu gibi- göç yollarında yaşamını yitirdiğini unutmamak gerek.

Kayseri'deki pogrom girişiminin hemen ardından bölgeye giden gazeteci Hazar Dost, Kayserililerin en büyük şikayetinin işsizlik olduğunu aktarıyor. "Meselenin cinsel istismar olmadığı" gerçeği hepimizin gözleri önünde, ama yine de Kilis'te, 4 Nisan 2023'te Hüseyin Boğuç ve Azittin Altınöz tarafından cinsel istismara maruz bırakıldıktan sonra katledilen 9 yaşındaki Suriyeli kız çocuğu Gina Mercimek ve o dönemki oldukça sınırlı tepkiyi hatırlatmadan geçmek istemem. Nitekim Kayseri'deki ilk gecede oraya gelen emniyet amirinin, "Mağdur şahıs Türk değil, dağılın lütfen" sözleri olan biteni bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Günün sonunda da havaya kalkan ellerin hedefi, Antalya Serik'te işten dönerken katledilen 17 yaşındaki Suriyeli işçi Ahmed Hamdan El Naif oldu.

Her ne kadar Kayseri'de hükümete istifa çağrıları yapılmışsa da, ortaya çıkan milliyetçi histerinin "sanayiyi ayakta tutan" göçmen işçi ve emekçileri tahkim etme, Türkiyeli ve göçmen işçiler arasında yaratılan suni ayrımları güçlendirerek sınıfı parçalama açısından oldukça elverişli imkanlar içerdiği açık. Mehmet Şimşek'in hepimizin boğazında kalan acı reçetesi, güvencesizliği derinleştirirken, bütün pis işlerin üzerine yıkıldığı göçmen işçilerin hayatlarından duyduğu endişe ve mecbur bırakıldıkları sessizlik, içinde bulundukları sömürünün katmerlenmesinde büyük rol oynayacaktır. Ev, işyeri ve arabaları yakma, bıçaklama, dükkanları yağmalama, her anlamıyla bir "had bildirme", tıpkı 6-7 Eylül'de olduğu gibi.

Rejim, etkin bir aktörü olduğu Suriye'deki savaştan kaçan göçmenleri kendi bekasını korumak ve tasdik etmek için araçsallaştırmaya, içeride ucuz işgücü arzı, dışarıda pazarlık unsuru olarak kullanmaya devam ediyor, batı cephesinde yeni bir şey yok. Omuzlarımızdaki ağır yük, bizim ne yapacağımız. Hayat boşluk tanımıyor ve sınıf kardeşlerimiz dediğimiz göçmenlere doğrudan temas edip, etkin bir mücadele birliğini örmedikçe, göçmen düşmanlığına ve sermaye egemenliğine karşı farklı uluslardan değil aynı sınıftan insanlar olarak güçlü bir itiraz örgütlemedikçe, tanık olduğumuz şiddetin boyutu artarak devam edecek. Kayseri'den diğer illere yayılan pogrom, bu anlamda yeni bir aşama, ama "ben geliyorum" diyerek bas bas bağırmadığı da iddia edilemez. Bu noktada, tüm bu tartışmaların ortasında basit gibi görünen ama hepimize deniz feneri olacak bir pratik parıl parıl parlıyor. Antep'te bir servisin önünü kesen faşistlere karşı birlikte çalıştığı Suriyeli göçmen işçileri koruyan BİRTEK-SEN üyesi işçiler.

Göçlerin temel sebebinin savaşlar olduğuna işaret ederek, antiemperyalist, sınıf temelli bir perspektifle harekete geçmeye, yarın öbür gün aynısı bizim başımıza gelmeyecek dahi olsa harekete geçmeye ihtiyacımız var. Şu anda hiçbirimizin mucizevi çözüm önerileri olmayabilir ama göçmen düşmanlığı, sadece tanıklık etmeyi kaldırmıyor. O nedenle gelin, halklar arasında onurlu bir barış sağlanana dek göçmen işçi ve emekçilerle omuz omuza sınıfın kavgasını yükseltelim.