25 Kasım 2024 Pazartesi

Efe Dağlı yazdı: Kriz krizi, hepsi devrimi çağırır

Doğal sınırına dayanma hali pek çok bakımdan otoriter despotluk için geçerli. Kürdistan konusunda yol alamaz. Toplumun çok önemli bir bölümündeki katı karşıtlığı çözmez. Emekçi solda meşruiyet sağlayamaz. Sömürüyü artırmadan ve yeni rant elde etmeden kendi çevresini memnun edemez. Bu doğrultudaki her 'ilerleme' onu kendi doğal soruna, tarih tarafından elenmeye yakınlaştıracaktır.

Salgının ilk haftalarında iktidar cephesinde beliren Çin'in yerini alma hayaline gazetemizde işaret edildi. Şu sıralar ABD ile bunun ilişkileri örgütleniyor. ABD, Çin ile şiddetlenen rekabeti gereği buna, elbette türlü tavizler karşılığı yol verebilir.

Hayalin yolu, Çin kadar sömürücü ve Çin kadar despot bir ortamı gerekli kılıyor. Mültecilerden işsizlere dek herkes, elbette sendikaları darmadağın etme hedefine bağlı olarak sömürü cenderesine alınmak istenecektir. Demokrasinin olmadığı yere sermayenin-uluslararası sermayenin girmeyeceği yollu liberal zırvayı kenara bırakalım. Zira kapitalizmin bütün tarihi bunun tekzibidir. Türkiye'de son bir yılda dolar milyoneri sayısının artması ile yaygın yoksulluksa bu sistemin 'doğal' sonucudur. Şimdilerde o denli pervasız bir bölünme yaratıyor ki Saray medyası damadı, dünüre dönük piar ile temize çıkarmaya çalışıyor. Halkta mide bulantısı ve kusma hissinin biriktiği ise kesindir.

Umulan toplumsal düzen otoriter despotluğun daimiliğiyle mümkün. Irkçı milliyetçilikle siyasal İslamcı ajitasyona bu nedenle abanılıyor. Deli saçması suçlamalarda hep bu tonlama var. Daha hazini, kendilerini savunanların da herkesten çok milliyetçi ve mesela Kürdistan özgürlük hareketine düşman olduklarını kanıtlama gayretkeşliği. Bu titrek kişilik yapılarının özgüvensizliği beslediği açık. İktidar medyası ezilenlerin öncülerine sansür uyguluyor, siz de bütün kuvvetinizle boykot yapar, dikkate de almaz ve işinize bakarsınız. Gayretkeşlikse tahrip edici.

İktidar bileşenlerinin ırkçı milliyetçi basıncı sıkışmışlığın sonucu. Bütün baskıyı ve sömürüyü bununla temize çıkarmak onların davranış tarzı. Politik İslamcılığa tepki, toplumun mutedil-mütedeyyin kitlelerde de var ve gittikçe artacaktır. Zira İslam ile politik İslamcılık çok farklı iki durum.

Fakat en genel vatan sevgisiyle milliyetçilik ve hatta ırkçı milliyetçilik, bu kapsamda kendi milletini bütün milletlerden üstün görmek ruh hali bir ve aynı sayılıyor. Buraya karşı felsefi ve ideolojik bir mücadele kaçınılmaz. Şu durumda ırkçı milliyetçilik boş bir kulvarda doludizgin ilerliyor.

Bu dizginsizliğin küresel ortamdan beslendiği söylenebilir. Fakat Türkiye'de ırkçı milliyetçilik, rejimin kurucu faktörlerindendir; bütün zamanları kapsayarak gelişti, diğer ideolojik kuruluşlara da sirayet etti. Kaldı ki dünyadaki dalga uzak olmayan bir gelecekte sönebilir ancak bu coğrafyadaki milliyetçilik, rejim yıkılana dek varlığını sürdürür.

Yönetememe krizinin en somut görünümü 'sopa atma' siyasetidir. Devam edecektir, yumuşarsa yıkılacağını zannetmektedir ve tuhaf ama haklıdır; hak ve özgürlükler mücadelesi sokakları tuttuğunda yıkılacaktır. Yıldırma, usandırma ve psikolojik savaş kuvvetle yürürlükteyse ezilenlerin en geniş dayanışması doğal görevdir.

Egemenlerin krizi ve bu saflaşmadaki şiddetli dil hem milliyetçilikle harelenmiştir hem iktidara muhalif olan ekipler günden güne daha yüksek sesle konuşmaktadır. Evet, iktidar devletin sunduğu bütün olanakları kullanıyor, bilhassa içişleri ve adalet teşkilatını teyakkuza geçiriyor. Ancak bu bir yönetme kalitesine değil zayıflığına işaret eder.

Dikkat edilirse iktidar blokunun haşin ve kahredici faşizmin gazabı sadece devrimcilere yönelmiyor. Gittikçe, rejim içindeki muhaliflere de benzer sözlerle yükleniliyor. Faşistlik bahsinde, kontrgerilla tarihini sahiplenmekle hiç de MHP'den geri kalmayan İYİP'e karşı salvolar yahut İYİP'in o politik çekişmedeki üslubu gayet sert.

Son zamanlarda AKP-MHP blokunun "devlet" olmadığı sadece iktidarı işgal ettiği söylemi, alttan alta "devlet biziz" mesajı ile birlikte İYİP'ten başlayarak dolaşıma sokuluyor. Silahlı ve silahsız bürokrasiden önemli bir geleneksel kadronun toplandığı adres olarak İYİP'in bu çıkışı ve mesela istihbarat bakımından elinde kuvvet olduğunu hissettirmekten kaçınmayan tavrını kaydetmek gerek. Kürdistan'ın özgürlüğüne karşı anlaşma ve sözleşmenin İYİP fraksiyonunda da en az MHP'de olduğu kadar geçerli olduğunu da atlamamalı.

İktidar blokundaki zayıflık göstergelerinden biri de "savunmada kalırsak yıkılırız" paniğidir. Libya'daki vaziyet alma biçimi bununla ilgilidir. Bölgesel emperyal hayaller, ümmetin halifesi olma rüyası, ihvancılığın reorganizasyonu, petrol gibi pek çok faktörü saymak mümkün. Ne var ki altta yatan kaygı yıkılma paniği. Milliyetçilik Türkiye'de bu korkularla alevlendirilmiştir. İdeolojik hegemonya ve kültürel egemenlik inşası olamayınca bu tür basit ve saldırgan söylemlerle iç kaleyi sağlam tutmaya kilitlenmiştir.

Bütün bu çabaya rağmen muhteşem hava ve kara harekâtı ajitasyonu hemen sönüyor. Kayıplar açıklanamıyor, izah edilemiyor. Bahçeli'nin iyice kontrolsüz bir paralel evrende yaşadığını anlatan ve aslında mizahı yapılabilecek açıklamaları başka çıkmaz sokaklara çıkıyor.

Yok etmek için önce hasmını insan olmaktan çıkar talimatı, bir tür kontrgerilla talimnamesi gibidir. Kürdistan özgürlük hareketi tam olarak böyle tanımlanıyor. Fakat bu karikatürize etme hakikaten kopmakla sonuçlanır. Nitekim öyle oldu. Yok etme söylemi, aynı anda bölünme paranoyası ile bir aradaysa nedeni bu.

Eşyayı adıyla çağırmak denilirdi eskiden. Meseleyi her ne ise o olarak ele almak, diyelim. Kürdistan'ın özgürlük sorununu inkâr etmek, onun siyasal kurtuluş hareketini 'IŞİD gibi bir uluslararası kontrgerilla şebekesi veya alelade bir grup saymak', faşist hezeyanla sonuçlanıyor. 'Öldürdük, püskürttük' diye övünmek ve aynı anda hareketin Kerkük gibi kentlerde sokaklara indiğini anlatmak bütün o kahramanlık söyleminin bir anda çökmesidir.

Kürdistan siyasal özgürlük hareketi bir çevre, grup veya örgüt değil, literatürdeki ifadesiyle "yarı devletsi" organizasyon durumundadır ve herhangi bir darbe ile yok edilme olasılıklarını çoktan beridir ardında bırakmıştır. Aklı başında bir düzen politikacısı sadece iki seçenek kaldığını fark edecektir. Hareketle, onun olurunu alan şartlarda bir uzlaşma aramak veya bir aşamada faşizmin yıkılmasını kaçınılmaz hale getirecek Kürdistan'ın uluslararası statü kazanması. İki durumda da "yok olmak" şöyle dursun Hareket'in geometrik kazanımı kaçınılmazdır. Artık iç sorun olmayı çoktan aşan bu momentte Kürdistan özgürlük hareketi defansta değil ve rejim bunu anlamıyor.

Doğal sınırına dayanma hali pek çok bakımdan otoriter despotluk için geçerli. Kürdistan konusunda yol alamaz. Toplumun çok önemli bir bölümündeki katı karşıtlığı çözmez. Emekçi solda meşruiyet sağlayamaz. Sömürüyü artırmadan ve yeni rant elde etmeden kendi çevresini memnun edemez. Bu doğrultudaki her 'ilerleme' onu kendi doğal soruna, tarih tarafından elenmeye yakınlaştıracaktır.

Handikap şurada: Yoksul milyonlar örgütsüz. Öfke ve memnuniyetsizlik bir politik kuvvete dönüşemiyor. Dolayısıyla milyonlarla buluşmak başat işlerdendir. Emekçi sol ve onun devrimci bileşenleri hem dağınık hem oldukça daralmış halde. Vizyonsuzluk, sekterlikler, 20. yüzyıldan kalan mezhepçi siyasal anlayışlar ile yenilenememe halleri bunu besleyen faktörlerden birkaçı. Ancak kendi subjektif durumundan hareketle kitlelere küsen, dar grup dili ve sinizmine saplanan, pratikte umutsuzluğu anlatan 'sol' veya 'kendiliğindenci' yaklaşımları aşmak da kitlelerle buluşulduğu oranda mümkün olacaktır. Marks'ın "Harekette her gerçek ilerleme bir düzine programdan iyidir" cümlesini bu bağlamda oturtarak düşünmek, ele almak en doğrusu olacaktır.

Siyasal demokrasi sorunu. Yanı sıra halkın, halkların kendi yönetimlerini anlatan bir vurguyla; halk cumhuriyeti hedefi. Bunların, elbette sosyalistlerce sosyalist bir perspektifle ele alınması ve fakat çok daha geniş kesimlerin ortak talebine dönüşmesi için demokratik hak cumhuriyeti hedefine bağlanması ve bunun on milyonlarca ezilenin somut eylem konusu haline getirilmesi, böyle bir "ilerleme" olarak fethedilmeyi bekliyor.