25 Eylül 2024 Çarşamba

'Doktor Hanım'ın haberi'

Eve herhangi biri girse, mesela kirayı üstlenen ben, mesela birkaç ay sonra kilidi kırıp girecek –sonra da hiçbir şey olmamış gibi kapıyı çekip gidecek olan polis– dümdüz bir ev zannederdi burayı. Sıradan biri zannederdi doktor hanımı. Silahını insana değil, insan sağlığının en büyük düşmanı olan faşizme doğrulturken, odasının kapısının üstünde yazan yazıyı hatırlıyordu muhakkak: "Faşizm sağlığa zararlıdır."

Kapısından girdiğim ânı hatırlıyorum.

Sanki evden beş dakika önce çıkmış gibiydi. Her şey yerli yerindeydi. Kitaplar, duvardaki resimler, evin değişik yerlerine serpilmiş çerçeveler… Unutmaktan korkan biriydi, belli. İnsanları uzakta da olsalar gözünün önünde tutacaktı. Hepsinin hayatından usulca çıkıp gideceği gün gelmiş geçmişti. Ama o herkesin hayatında kalacaktı. Bu yüzden evin her bir yanını ince ince işlemişti anılarıyla. Eve herhangi biri girse, mesela kirayı üstlenen ben, mesela birkaç ay sonra kilidi kırıp girecek –sonra da hiçbir şey olmamış gibi kapıyı çekip gidecek olan polis– dümdüz bir ev zannederdi burayı. Sıradan biri zannederdi doktor hanımı.

Dolabını açınca beyaz önlüğünü görmüştüm. Komodinde stetoskobu duruyordu. Ağır ağır kitaplar alt raflarda birikmişti, onlar işiyle ilgili olması gerekenlerdi üst raflarda – kendileri o kadar ağır olmayan, ama insanı rahatlıkla ağır ceza mahkemelerine taşıyabilecek – ufak kitaplar vardı.

"Elleri nasıldır acaba?" diye düşünmüştüm. Gözümün önüne bir doktor yakışan uzun ince parmaklar geliyordu. Sonradan fark etmiştim, muhakkak öyle olmalıydı. Duvarda bir de keman asılıydı hem. Tavandaki çıplak ışığın altında, duvardaki kemandan kadınsı bir gölge vurmuştu ucuz, beyaz badananın üstüne. "Dolu dolu bir kadınmış" diye düşünmüştüm. Hayatını işlemiş, doldurmuş, vasfını henüz bilmeyen insanların ülkesinde kendine düşeni çoktan yerine getirmişti.

Evsizdim o sıra. O gitmemiş, evi boşa çıkmamış olsaydı çoktan bambaşka bir sene, sonra da bambaşka bir ömür yazılırdı belki önümde. Ankara'ya dönmüştüm, kendimi kuracaktım. Yüreğin ilk atışından tüylerin diken diken olduğu o büyülü anlara dek; insanın en içinden, kendisini sarıp sarmalayan o en dış kabuğuna dek her anını ilmek ilmek kurmuş bir kadının, kurup da bırakıp gittiği evinde yapacaktım bunu. Hem filtre kahve makinesi da vardı. Mümkündü belki.

Annesi geldi, benden biraz sonra. Evden onun eşyalarını alacaktı sözde. Ondan kalanları saklayacaktı. Sanki tatile çıkmış gibi davranmanın bir anlamı yoktu. Ev, sanki onun bakkala kadar gittiğini söylese de o bakkala değil; neşter tutmuş, keman yaylarına dokunmuş ve muhakkak sevdiğinin saçlarına bir kez bile olsun sürünmüş uzun, ince parmaklarıyla ağır, demir silahların kabzalarını kavramaya, içlerine parmakları gibi uzun, ince mermileri doldurmaya gitmişti. İnsanı hayatta tutmak için onca sene eğitim almış birisi nasıl öldürecek bir canı? İşte, o biliyordu cevabını. Silahını insana değil, insan sağlığının en büyük düşmanı olan faşizme doğrulturken, odasının kapısının üstünde yazan yazıyı hatırlıyordu muhakkak: "Faşizm sağlığa zararlıdır."

Ağlamıştı annesi eşyalarını alırken. Eşyası dediğim, belki bir torba etmez. Anılarından tanımaya çalışıyordu kızını. Her şeye tek tek bakıyordu, her eşyayı eline alıp sanki gözyaşlarıyla efsunluyordu. Kim bilir, belki haberini isimsiz de olsa ilk duyduğumda benim göğsüme çöken ağırlık, annesinin içine ta o zamandan yerleşmişti. Erken zamanlı bir yas başlamıştı belki, annesinin göz pınarından yeşermişti ilk önce.

Ben hiç yüzünü görmedim karşımda. Elini sıkmadım. Parmaklarını uydurdum, bilmem nasıl olduklarını. Annesinin on, belki on iki saate topladığını hatırlıyorum bir avuç eşyayı. Annesinin simasında belki yüzünün bir gölgesini görmüşümdür. Yatağında yattım, ağır yün yorganını çekip uyudum üstüme, bir sene. Kemanı, duvardaki resimler, evin değişik yerlerine serpilmiş çerçeveler… Unutmaktan korkan biriydi, belki. Biliyordu nereye gittiğini.

Haberini aldığımda bir akşamüstü vaktiydi.

"İtip beni, balıma dadanan bu çağı sevmedim" diyen Gülten Akının ölüm yıldönümünde geldi, doktor hanımın haberi.