25 Kasım 2024 Pazartesi

Bir adım öteye değil ufka bakalım

AKP kendi içinde daha bir politik İslamcı söyleme sarılırken devlet işlerinde bütün bütüne milliyetçi teamüllere uymaya mecbur kalıyor. Aksi durumda oyunun dışına atılması hiç de zor değildir. AKP devletin sahibi değil işletmecisidir ve bütün işletmecilerin mekan sahipleriyle sözleşmeleri sürelidir. Burada "sahip" halk değil devletin kuruluş ilkeleridir ki bu da kopkoyu bir milliyetçilikle tahkim edilmiştir.

Türk sağcılığının ve ırkçı milliyetçiliğinin on yıllardır bir arpa boyu yol alamadığını Devlet Bahçeli'nin son açıklamalarında görmek mümkün. Uzun bir hayatın özeti iptidai bir slogana sığdı ve "Libya Libyalılarındır, Suriye Suriyelilerindendir", derken laf Türkiye'ye geldiğinde "Türkiye Türklerindir"e bağlandı.

MHP, her nerede bulunuyorsa orada durmaya devam ediyor. AKP ise birçok zikzaktan ve MHP liderine galiz ifadelerle yüklendikten sonra, iktidarda kalma kaygısıyla MHP ile fiili koalisyon yaparken MHP'leşmenin üstünde durmadı.

Politik İslamcı ırkçı milliyetçi ittifak olarak tanımlanan bu birliktelikte politik İslamcılığın günden güne zayıfladığını, daha tam ifadesiyle, devlete hakimiyet koşulu olan ırkçı milliyetçiliğin baskın hale geldiğini hemen her örnek destekliyor. AKP kendi içinde daha bir politik İslamcı söyleme sarılırken devlet işlerinde bütün bütüne milliyetçi teamüllere uymaya mecbur kalıyor. Aksi durumda oyunun dışına atılması hiç de zor değildir. AKP devletin sahibi değil işletmecisidir ve bütün işletmecilerin mekan sahipleriyle sözleşmeleri sürelidir. Burada "sahip" halk değil devletin kuruluş ilkeleridir ki bu da kopkoyu bir milliyetçilikle tahkim edilmiştir.

AKP'nin yol arkadaşı olan ve canhıraş ifadelerle Erdoğan'ı destekleyenlerin çetelesi Ergenekonculardan MHP'ye uzanıyor. Önceleri koşulsuz destek açıklamaları geldi. AKP cenahı da iyice rahatlayarak, İsmet İnönü ile sınırladığı kesif eleştirilerini 1924 sonrasındaki Mustafa Kemal'e doğru ilerletti. Bunun yol açtığı reaksiyon şiddetliydi. Belki bu bir pusuydu, orası ayrı ama tam o anda kendi ortakları hücuma geçerek böylelerini ekranlardan dışlamaya çalıştı, o tür sözler üzerinden AKP'ye karşı örtük bir "milliyetçi" ittifakı mayaladı. Henüz flu ama hemen her kesimden, her partiden kesimleri bir araya getiren bu organizasyonun yapıp ettiklerini önümüzdeki dönemde daha net göreceğiz.

Yine tahmin edildiği gibi AKP, Cemaat şebekesiyle ilişkisi üzerinden sorgulanmaya başlandı. Hukuki bir karşılığı olmayan ve 17-25 Aralık operasyonları öncesinde Cemaat şebekesiyle ilişkileri meşru sayan siyasal tutumun bir yerde çatlayacağını öngörebiliriz. Bunun muhtemel etkileri de sarsıcı olacaktır.

Devlet eliyle yeniden imal edilen milliyetçilikle dinsellik iki damar olarak varlığını güçlendirmeye çalışıyor. Milliyetçi ekolün işi daha kolay. Çünkü milliyetçilik bütün rejim partilerinin ortak paydasıdır. Oldukça da tanıdıktır. Dinsellik ise, politik İslamcı biçimiyle devlette muteber değildir, bu nedenle Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı birleştikleri ve faturası ağır pek çok işi AKP'ye yaptırmaktan memnun oldukları halde bir aşamada onu iktidar dışına almak ve hesaplaşmak o kesimlerin ajandasında durmaktadır. AKP'nin Amok koşuculuğu da bir yerden sonra işe yaramayacaktır.

Ne var ki bütün bu dönem siyasal toplumsal özgürlük mücadelesi verenlere karşı baskı, savaş siyasetleri dolayısıyla emekçilere yoksulluk, Kürdistan halkına Kenan Evren düşmanlığı tarzı bir dışlayıcılık biçiminde yansıyor ve asıl fatura onlara çıkartılıyor. Zira iktidar mahfillerindeki iç savaş nihayet "kardeş kavgası"dır.

İttihatçılık da AKP ve ittifaklarının müşterek dış siyasetidir. Ecdat ajitasyonu, himayeci hayaller, yayılma istidadı masada iştah kabartmakta. Ancak saha bunu teyit etmiyor. Daha ilk ayakta plan akamete uğradı. Libya'da diplomasinin asgari şart olan serinkanlılığı muhafaza edemeden iç savaşın  tarafı olmanın ötesine geçildi, iş orada bir milyon Türkün olduğu ve onların kurtarılması gerektiğine vardırıldı.

O bir çıkmaz yol ve ileride devletlerarası hukukta da yaptırımları olabilir. Yanı sıra Suriye'de politik İslamcı düşmanlık, yerini ortaklarının isteğiyle Suriye devletiyle görüşme taktik kırılmasına bırakmak üzere. Burada da geri adım atan, tutarsız davranan ortakları değil, AKP'dir.

AKP, politik İslamcı dilini kaybetmediğini ve kendi içinden çıkan Davutoğlu hizbine karşı o kesimlerin kendisini desteklediğini göstermek için oy deposu gördüğü tarikat ve cemaatleri dolaşırken MHP de, politik İslamcı dili kullanarak Kadın Voleybol takımındaki oyuncular hakkında rezil ifadeler sarf eden bir belediye başkanını hemen dışladı ve dışlamanın gerekçesi olarak "milli"liğini öne sürdü. İki taraf da kitlelerinin birbirine kaymasını çeşitli tedbirlerle engellemeye çalışıyor ve fakat AKP, iç sarsıntıları arttıkça bunu önleme imkanı bulamayacaktır.

Şunu görüyoruz, politik İslamcı siyaset giderek bir iç konsolidasyon aracı olarak kullanılırken devlet gemisi ırkçı milliyetçilik rotasına kilitleniyor. Peki tamamlanınca ne olacak? İşte asıl patırtı o zaman kopacak ve az önce bahsettiğimiz uç veren eğilimler o "siyaset günleri"ne işaret ediyor.

Rejim devlet dinciliğiyle devlet milliyetçiliğini müştereken örgütledi ve bütün stratejik meseleleri bu harçla sıvadı. Ancak bu alaşım, çeşitli kesimler, tabakalar ve hizipler bolluğu bulunan Türkiye siyasetinde mutluluk üretmez. Birinden biri muhakkak galebe çalacaktır ve diğeri onun yedeğine düşecektir. Pratik hesaplaşma da o zaman ele ayağa düşecektir.

Halihazırda "dış siyaset ile iç siyaset içi içe geçmiştir", ifadesiyle iktidar, ömrünü uzatmaya çalışırken bu hesaplaşmada, kitle desteğinin de giderek kendi aleyhine döndüğünü gördüğü için akışı yavaşlatmaya, bu arada yeni ittifaklar bulmaya çalışıyor. Ne var ki bütün ihtimalleri tüketmiş görünüyor. En yakın ittifak adayı olan İYİP'i yanına çekecek manyetik güce dahi sahip görünmüyor.

Bunların tamamı bize demokratik mücadele cephesinin CHP'li bütün seçenekleri dışlayarak bir sonraki adıma göre konumlanmak gerektiğini anlatıyor. Bir karşı muhalefet cephesi olmasa dahi faşizmin üreticileri, sürdürücüler ve heveslileri arasında çatışma, saflaşma ve hesaplaşma olacaktır. Tıpkı Cemaat şebekesi ile AKP arasında öncesinde çoklarının öngöremediği hesaplaşma gibi.

Türkiye siyasi coğrafyasında, rejimin sol varyantı olunmak, o saflaşmalarda konumlandırılmak istenmiyorsa müstakil bir büyük güce dönüşmek ve o halk gücünün dönüştürücülüğü üzerinden konuşmak, eylemek kaçınılmazdır. Rejim içi saflaşmaların hiçbirinden ezilenlere, hele Kürdistan halkına özgürlük çıkmaz, çıkamaz. Bir kriz var ve krizin derinleşmesi bütün ezilenlerin faydasınadır. Bu nedenle aslolan ezilenlerin özgürlük cephesini, ezilenlerin özgüçleri ve dostlarıyla beraber maddi bir güce dönüştürmek, özgürlük mücadelesinin içeriğini bıkıp usanmadan anlatmak ve ezilenlerle birlikte harekete geçmektir. Bunun dışındaki bütün yönelimler daha baştan özgüvensizlikle darbelenmiş demektir. Türkiye'de devrim, bütün bölge çapında sosyalizm mümkündür ve uzak olmayan bir geleceğin konusudur; ufka bakalım.