GÜNCEL
Beyninin amigdala bölümü işlevini yitirdi
Yalanlar tekrarlandıkça, amigdala bölgesindeki aktifleşme gittikçe sönümleniyor. Yalan alışkanlık yaptıkça, kişi bu durumdan rahatsızlık duymamaya başlıyor. Yani, kişinin yalan söylemesine beyin de bir süre sonra alışıyor... Zatı muhteremin beyninde amigdala bölgesi yok sanki. En ufak sakınma, en ufak ayıplanma yok. Beynin yalanlara alışması ne ki, adeta yalanla yaşıyor.
University College London'dan ve Duke University'den bilim insanları, yalan söyleme eğilimleri ile ilgili bir araştırma yaptı. Araştırma, insanların, kendileri ve başkaları için bir fayda söz konusu olduğunda daha fazla yalan söyledikleri bulgusuna ulaştı. Her iki taraf da fayda elde ettiğinde, insanların daha fazla yalan söyledikleri, çünkü bu tarz bir sahtekârlığı daha kabul edilebilir gördüklerini ortaya koydu. Öte yandan kişi, söylediği yalan sonucunda bir fayda sağlıyorsa, yalan söylemeye devam ediyor.
Yapılan araştırmada, denekler yalan söylediklerinde ilk olarak beynin amigdala bölgesinde yüksek bir aktivite görüldü. Daha dikkat çekici olan ise yalanlar tekrarlandıkça, amigdala bölgesindeki aktifleşme gittikçe sönümleniyor. Yalan alışkanlık yaptıkça, kişi bu durumdan rahatsızlık duymamaya başlıyor. Yani, kişinin yalan söylemesine beyin de bir süre sonra alışıyor.
Maraş'ta referandum mitinginde, "Benim 16 Nisan'a çıkacağıma dair elimde bir belgem var mı? Yok. Fani değil baki olanı konuşuyoruz. Baki olacak sistemi konuşuyoruz. Şahsım için mi mücadele veriyorum. Nefsim için mücadele verecek kadar halim yok, karaktersiz değilim" diyen Erdoğan, bilim insanlarının araştırmasını anımsattı birden.
"Karakter" meselesini teğet geçelim. Daha göreceli bir alan ve "devlet büyüklerine…" diye başlayan hassasiyetlerden dolayı savcıları alarma geçirmeyelim. Ama yalan meselesine gelince. Zatı muhteremin beyninde amigdala bölgesi yok sanki. En ufak sakınma, en ufak ayıplanma yok. Beynin yalanlara alışması ne ki, adeta yalanla yaşıyor.
Durumu nörolojik olarak açıklamaya çalışırsak işin içinden çıkamayacağımız açık. Burjuva siyaset cephesinden baktığımızda, her şey gayet yerli yerinde duruyor.
Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in ünlü on maddelik propaganda ilkelerini hatırlatmakta yarar var:
*İnsanların beyin tembelliğine dayanarak hareket edin.
*Bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser.
*Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur.
*Halk, büyük yalanlara küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
*Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.
*Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır.
*Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
*Kendinizi savunmak yerine sürekli karşınızdakileri savunmada bırakın.
*Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyi onun üzerine yıkın.
*Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak kolaydır.
Şimdi, Erdoğan'ın beyninin amigdala bölgesinin neden işlevini yitirdiği, yalanlara neden bu kadar sarıldığı daha net anlaşılıyor. Çünkü, yalandan başka pazarlayabileceği hiçbir şeyi yok.
Başta bireysel, ailesi ve en yakın çevresinin siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumak için daha fazla yalana ihtiyacı var. Çok uzaklara gitmeden, son iki yıllık Türkiye ve bölge politikalarının kronolojisi alt alta dizildiğinde, Erdoğan'ın nasıl bir yalan makinesi [hatta fabrikası] gibi çalıştığı tüm çıplaklığıyla görülecektir. O kadar büyük yalanlar sıralıyor ki, düz bir devlet memurluğundan dünyanın en zengin başbakanları arasına nasıl girdiğini kimse sormuyor bile.
"Şahsım için mi mücadele veriyorum" diyor ya, kendi yalanını halka benimsetmenin duygusal motivasyonu oluyor. Ve aynı konuşmanın başında, "Böyle bir milletin reisi cumhuru olmaktan güzel ne olabilir ki? Rabbim inşallah bu makamı da bana nasip eder" diyor. Şaka değil, gerçek. Kendisi için bir şey istemeyecek kadar karakter (!) sahibi çünkü. İki cümle birbirini tutmuyor. Önemli değil. Propaganda işlevini oynuyor mu, gerisi teferruat.
Meydanlarda diyor ki, "[başkanlık için] Belediye başkanlığımdan bu yana savunduğum bir reformdur." Aynı başkanlık sistemi için Erdoğan, "ABD emperyalizminin bize bir tavsiyesi" diyordu belediye başkanlığı koltuğuna oturmadan kısa bir süre önce. İnsanın fikirleri değişebilir. Ama burada öyle bir durum yok. Apaçık bir yalan söz konusu. Goebbels nur içinde yatıyordur herhalde, bu kadar yakın takipçileri olduğu için.
Yine meydanlarda, almış yanına Mehmet Şimşek'i, dönemin cumhurbaşkanının (A. Necdet Sezer'i kastediyor) Merkez Bankası'na atanmasını nasıl engellediğini anlatıyor. "Dedim ki, ‘Mehmet Bey'in hanımı başörtülü değil, üstelik Amerikalıdır.' ‘Olmaz' dedi. Ve Mehmet Bey'i Merkez Bankası'nın başına getiremedik" diye bir üzgün bir üzgün. Ama yine yalan. Şimşek'in atama yönetmelik ve usullerine takıldığı (malum devlet bürokrasisi) için Merkez Bankası'na atanamadığı ortaya çıktı. Araya başörtüsü de sıkıştırılarak, manipülasyon yine devrede. Teğet geçtiğimiz karakter meselesi de. (Küçük bir hatırlatma. Daha birkaç ay önce AB ile ilgili farklı düşünceleri nedeniyle Erdoğan'la arası açılan Şimşek'in, hem yetkileri budandı hem de bir süre AKtrollerin lincine maruz kaldı. Şimdilerde Erdoğan'ın mitinglerinde konu mankeni. Yani, karakter sorunu kolektif bir sorun bu yapıda.)
Yalanla şekillendirilip hamasetle yönetilen bir burjuva politikasıdır sözünü ettiğimiz. 7 Haziran yenilgisini bertaraf etmek için ülkeyi kan gölüne çevirmekten en küçük kaygı duymayan, bu uğurda toplu katliamlar da dahil sayısız ölümlere göz yuman bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu anlamda anayasa referandumuna giden yolda söylenecek yalanlar da büyük olacak. Ankara katliamı sonrası "Oylarımız artıyor" diyen anlayışın, yalanlarla yetinmeyeceğini de bilmek ve görmek gerekiyor.