24 Kasım 2024 Pazar

Besna Tosun: Mücadelemiz kuşaktan kuşağa devam ediyor

Evinin önünden kaçırılarak gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun, "700 haftadır ordayız, 701 de, 702 de böyle olacak, sürecek. Bizim için aslında hiç farklı bir şey olmuyor. Şunu anlaması gerekiyor insanların, biz kayıplarımızı bulmak için sadece orada değiliz. Başkaları kaybedilmesin diye alana çıktık, sadece kendi kayıplarımızı aramak için orada değiliz" diyerek Cumartesi insanlarının duygularını dile getiriyor.
Gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun'la babasının kaybedilmesini, Cumartesi Anneleri'ni ve kayıp yakınlarının adalet mücadelesini konuştuk.
 
Fehmi Tosun 19 Ekim 1995'te gözaltına alındı ve kaybedildi. Diyarbakır'da yaşarken de defalarca gözaltına alınan, işkence gören ve serbest bırakılan Fehmi Tosun, 3,5 yıl hapishanede kaldı. Tosun hapishaneden çıkmasının ardından ailesiyle İstanbul'a yerleşti. Tosun ailesi Lice'de yaşıyordu ve Lice katliamını yaşamış, köyleri yakılmıştı. İstanbul'da yeni bir hayat kurmaya çalışan Tosun ailesi Fehmi Tosun'la ancak bir yıl geçirebildi.
 
İstanbul'da taşındıktan sonra sürekli gözetim altında olduklarını söyleyen kızı Besna Tosun, onlar taşındıktan sonra evlerinin karşısına bir taksi durağı açıldığını ve babası kaybedildikten sonra oranın bir taksi durağı olmadığını fark ettiklerini ifade etti. "Taşınmamızla açıldı ve babamın kaybedilmesiyle kapandı taksi durağı" diyen Tosun, babasının takip edildiğinin farkında olduğunu, babasının arkadaşlarının da gözaltına alınıp kaybedildiğini ekledi. Tosun, "Aslında kendisi başına bunun geleceğini biliyordu ve annemi bu duruma hazırlıyordu. Nereye gitmesi gerektiğini bile anneme kendisi söylemişti. İHD'yi bilmiyordu ama şimdi anlıyorum ki babam Cumartesi Anneleri'nden de haberdardı. İHD'ye gitmesi gerektiğini aslında babam anneme söylemişti. Benden haber alamazsan şuraya git, şunu yap, buna ulaş gibi annemi buna hazırlamıştı aslında" diye konuştu.
 
TOSUN TÜM MAHALLENİN GÖZÜ ÖNÜNDE KAÇIRILDI
 
Besna Tosun, babasının kaybedildiği 19 Ekim 1995 akşamını ise şöyle anlattı: "19 Ekim'de akşam kuzenimle birlikte eve geliyordum. Hava kararmıştı, saat 5'e geliyordu. Evimizin yanında bir bahçe var ve ışıklandırılması yok. Bayağı ağaçlık, bahçenin içini göremiyorsunuz. Bahçenin önünde beyaz bir araç duruyor ve yanında dört kişi var. Karanlıkta seçemedik ve kuzenimle yürüdükçe aynı anda da konuşuyoruz. Babam mı değil mi diyorduk. Sonra babam olduğunu fark ettim, misafir vardır dedim, çünkü bizde hiç misafir bitmezdi. Arkadaşları gelmiştir diye düşündüm ve çok sevindim. Çünkü, çok severdim babamın arkadaşlarını ve yoldaşlarını da."
 
Babasına ve yanındaki adamlara yaklaştıkları sırada iki kişinin babasını kolundan yakalayarak bahçeye atladıklarını, birinin ise arabanın yanında beklediğini kaydeden Tosun, şunları söyledi: "Bahçenin yanına gittik, bakmaya çalıştım ama karanlıktı. Aracın yanında duran kişiye baktım, arabanın bahçe tarafında duran kapıları, arka bagajı açık ve orada bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Göz göze geldik, gülümsedim ve hemen koştum yukarı üst üste zili çalıyordum. Annem kızdı hatta ne oluyor diye, misafir olduğunu söyledim. Annem kim dedi, babam ve arkadaşları dedim. Annem neredeler dedi, bahçeye girdiler dememle panikledi zaten. Biz bilmiyoruz ama sonuçta normal bir şey olmadığını annem anladı."
 
Tosun, evlerinin balkonundan baktıklarında babasının iki kişi tarafından araca bindirilmek istendiğini gördüklerini, babasının sakin göründüğünü ancak başını kaldırıp balkonda annesini görünce, 'İmdat beni götürüp öldürecekler' diye bağırdığını aktarıyor. Tosun, annesi ve kardeşleriyle babasını kurtarmak için sokak ortasında verdikleri mücadeleyi de şu cümlelerle anlattı: "'Koşun' diyor annem, bir de beş tane çocuk, en büyüğü 15 yaşında daha. Hepimiz birden bağırmaya başladık, aşağı koştuk. İlk abim yetişti ve arabanın kapısını tutmuş. O arada şoför 'Gel istersen seni de götürelim' demiş. İndik, annem arabayı tutuyor, abimi tutuyor, bir kargaşa oldu orada. Bütün herkes camda, işten gelenler, okuldan gelenler, sokak kalabalık, herkes orada. Tüm mahallenin gözü önünde oldu bu olanlar. Babam bağırıyor, annem bağırıyor, 5 tane çocuk aynı anda çığlık atıyoruz sokağın ortasında. Sonra bindirdiler zorla, ayakları daha dışarıdayken gaza bastı gitti. Herkes izledi."
 
Tosun'un anlatımına göre, genç bir çocuk adamların davranışlarından şüphelenerek olanları izleyip arabanın plakasını alıyor ve onlara veriyor. Tosun ailesi önce karakola gidiyor, dilekçe veriyor sonrasında İHD'ye başvuruyor. Annesinin birkaç gün sonra karakola dilekçeyi sormaya gittiğinde de dilekçesinin yırtılıp atıldığını söyleyen Besna Tosun, "Tekrar dilekçe verdi ve karakoldaki amir, 'Kadın başına uğraşma, bulamazsın' demişti. Çünkü o dönemde her gün iki üç kişi kayboluyordu. Okulundan, sokaktan, evden, işten gözaltına alınan bir sürü insan oluyordu ve onlar da biliyorlardı yani sonuçta bir devlet politikasıydı" dedi.
 
AYNI GÜN HÜSEYİN AYDEMİR DE KAYBEDİLDİ
 
Babasıyla aynı gün çok yakın arkadaşı olan Hüseyin Aydemir'in de kaybedildiğini ifade eden Besna Tosun, Aydemir'in kaybedildiğine dair bir görgü tanığı olmasa da bir kaç yıl önce Aksaray'da bir tanığa ulaştıklarını, bu tanığın Aksaray'da iki kişinin iki ayrı araçla kaçırıldığını ve kaçırılırken isimlerini Fehmi ve Hüseyin olarak bağırdıklarını söylediğini aktardı.
 
'KAYBEDEREK BİTİREMEYECEKLERİ KADAR KALABALIĞIZ'
 
Gözaltında kayıpların 12 Eylül öncesi başladığını söyleyen Tosun, İHD'ye yapılan başvurulara göre 12 Eylül öncesi 3 kayıp, 12 Eylül döneminde ise 15 kayıp olduğunu kaydetti. Tosun, bu durumun 90'lı yıllarda devlet politikası olarak uygulamaya geçtiğini vurguladı. Tosun, "Bu ülkenin bütün ötekilerini, muhaliflerini kaybetmeye yönelik bir politika. Aslında kaybetme zaten tam da bu, sindirme, korkutma. Çünkü başka bir şeye benzemiyor yani cezaevi ya da ölüm gibi bir şey de değil, aslında çok korkunç bir şey. Hem kaybettiğiniz kişi hem de geride kalanlara bir korku salıyorsunuz. Dolayısıyla korkmadığınızı göstermek zorundasınız. Kaybederek bitiremeyecekleri kadar kalabalığız aslında" diye konuştu.
 
Mayıs'ta başlayan Cumartesi eylemlerine kendilerinin Ekim ayında katıldığını ifade eden Tosun, Cumartesi Anneleri'nin sokağa çıktıklarındaki ilk taleplerden birinin 'gözaltında kayıplar dursun' olduğunu ve o dönemde neredeyse insanların gözaltına alınıp kaybedilmediği bir günün olmadığını vurguladı. Ailelerin başvurdukları hiçbir yerden sonuç alamadığını ve hatta adalet arayabilecekleri her yolun kapatıldığını aktaran Tosun, "Direnmekten ve meydanlara çıkmaktan başka seçenek bırakmadılar. Bizi o meydanlara çıkaran da devletin ta kendisi" dedi.
 
Cumartesi Annelerinin direnişiyle gözaltında kayıpların önüne geçildiğini belirten Tosun, şöyle konuştu: "Bugün evet kayıtsız gözaltılar oldu, özellikle de 15 Temmuz'dan sonra ama bir şekilde hepsine ulaştık. En son kaybımız 2001'de. İki Kürt siyasetçi kaybedildi. Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış. Bir şekilde bunların önüne geçtik. 70'e yakın bulduğumuz kayıplar oldu. 20 yıl sonra toplu mezarlardan kemiklerini bulduğumuz insanlar oldu. Yani bir çok şeyi başardık aslında. 23 yıllık bir mücadele ve bu mücadele başladığında hiç doğmamış çocuklar bugün alanda annelerle mücadele ediyorlar çünkü anneler çok yaşlandılar, çoğunu kaybettik. Hayatta olanlardan alana gelemeyecek kadar kötü sağlık sorunları olanlar var. Ama onların çocukları orada, torunları orada."
 
'MÜCADELEMİZ KUŞAKTAN KUŞAĞA DEVREDİLİYOR'
 
Cumartesi Anneleri'nin hafızayı diri tuttuğunu söyleyen Tosun, sokağa hiç çıkılmasaydı kayıpların devam edebilme ihtimali olduğunu, bugünün gençlerinin kayıplardan haberdar dahi olamayacağını kaydetti. Meydana üniversiteli gençlerin gelmesinin ve annelerle, kayıplarla ilgili araştırma yapıyor olmalarının, merak edip sormalarının, öğrendikten sonra alanda annelerle mücadele etmeye başlamalarının oldukça umut verici olduğunun altını çizen Besna Tosun, kendilerinin de üçüncü kuşağa, kendi çocuklarına bunları öğrettiklerini ifade etti.
 
Tosun, "Kötülük nasıl iktidardan iktidara devrediliyorsa, bizim mücadelemiz de kuşaktan kuşağa devrediliyor" dedi. Tosun, gözaltında kayıpların bulunmadığı ve faillerinin yargılanmadığı sürece sürekliliği olan bir suç olduğunu hatırlattı.
 
Kürdistan'da doğup çocukluğunu orada yaşadığı için oradaki yargısız infazlara, köy yakmalarına, her gece ev baskınlarına alışkın olduklarını aktaran Tosun, "Şimdi ben çocuğumun izlediği filmi bile seçiyorum, bir şekilde müdahale ediyorum, okuduğu kitapları önceden okumaya çalışıyorum. Etkilenmesin diye yanında konuşurken dikkat ediyorum. Böyle yapıyorsunuz ama dönüp kendi yaşadıklarıma bakıyorum. Oğlum uyurken ses çıkartmamaya çalışıyorum ya da dışarıdan gelen ses beni tedirgin ediyor, çocuk uyuyor, korkacak, korkuyla uyanacak diye. Ama bizim kapımız kırılırdı ve silahlı adamlar yatağımızın üstüne basardı" diye konuştu.
 
Babasının kaybından önce de Lice'de ev baskınlarıyla, köy yakmalarla ve sevdiklerini kaybetmekle karşılaştıklarını belirten Tosun, "Yeniden hayata tutunmaya çalışırken bir de üstüne kaybetme gerçeğiyle yüzleştik. İlk başta ben anlayamadım. Babam kaçırıldığında elbette çok korkunç bir şeydi ama o anı yaşamıştık, ona benzer şekilde askerler köyü basmıştı, babamı yatağından alıp pijamalarıyla askeri araca bindirdiler ve götürdüler. Baktım, bağırdım çağırdım kimse yok, yerden taş alıp askeri aracın peşinden taş attım mesela. Benzer bir şey yaşadık ve babam en son kaçırıldığında da geri geleceğini düşündüm. Yine bir süre uzak kalacağımıza üzüldüm, ağladım. En kötü düşündüğüm şey cezaevinde yine 3 yıl daha kalacak olmasıydı. En korkuncu buydu benim için, çünkü yeni kavuşmuştuk. Ama günler geçti, başka bir hava var evin içinde. Olup bitenler bambaşka bir şey. İnsanların kaybedilmesiyle ilgili en ufak bir fikrimiz yoktu" diye konuştu.
 
Tosun ailesi, İHD'ye gidip başvuru yaptıktan sonra aynı gün Cumartesi Anneleri'ne katıldı. Meydana gittiklerinde önce babası için toplanıldığını sanan Besna Tosun, babasını bir daha görememe ihtimaliyle orada yüzleştiğini söyledi. Tosun, babasının kaybedilmesinden sonra kendi yaşadıklarını şu cümlelerle ifade etti: "Bir tek onun olmadığını anladım. Biri eşini arıyor, biri oğlunu arıyor, biri kardeşini arıyor, öbürü babasını arıyor. Ve hala şey diyorum, keşke bir tek o olsaydı. Daha korkuncu ne olabilir, babanız kaybediliyor ve bir mezarı dahi yok. Öldürüldüğünü biliyorsunuz ya da bir sürü ihtimal geliyor aklınıza, biliyorsunuz yaşananları yapılanları. Kurşuna dizilmiş olabilir, bir uçurumdan atılmış olabilir, yakılmış olabilir, yaşadık çünkü bunları. Bunları düşünüyorsunuz, öldüğünü biliyorsunuz. 'Sağ aldınız, sağ istiyoruz' diye çıktık meydana ama 23 yıl geçti. Sağ gelmeyeceklerini artık hepimiz biliyoruz ama ne oldu, nasıl oldu ve nerede. Öldüğünü bilip mezara bir çiçek koyamamak, son görevini yerine getirememek, o yası yaşayamamak, korkunç olan şey bu."
 
'BAŞKALARI KAYBEDİLMESİN DİYE ÇIKTIK'
 
Çocukluğumda unutmaya çalıştığım, kaçmaya çalıştığım zamanlar oldu. Bir sürü hikaye öğreniyorsunuz, bir siz değilsiniz ve çok daha acısını yaşayan var. Ben en kötü şeyin benim başıma geldiğini düşünüyordum, babam kaçırıldı ve gözümün önünde oldu, hiçbir şey yapamadım. Elinizin arasından aldılar ve gittiler. Ben hala ilk geldiğimde nasıl anlamadım diye kendimi suçluyorum. Neden orada durmadım diyorum. 12 yaşında bir çocuk orada dursa ne yapabilir ama hala onun acısını yaşıyorum. Keşke eve çıkmak yerine bahçeye inseydim diyorum. Çözüm müydü, babamı kurtarabilir miydim? Hayır. Bunu yaşıyorum ve diyorum en korkunç şey bu. Ama şimdi bazen anlatıyor aileler ben de bunu yaşadım demeye utanıyorum. Çok daha ağırını yaşayan insanlar var. O acıyı bir kenara koyup mücadele ediyorsunuz. Başkaları onu yaşamasın diye ediyorsunuz. Ben o alana babam için gitmiyorum artık mesela. Oraya gittiğimde hep fotoğrafını tutmak isterdim ama 7 yıldır komisyonda çalışıyorum İHD'de ve benim için fark yok, hepsi benim için aynı babamla. Fotoğrafını aramıyorum babamın. Çünkü hepsi aynı, babamdan hiçbirini ayırmıyorum. Tek farkı onunla anılarım var ve ben ona üzülüyorum.
 
700 haftadır oradayız, 701 de, 702 de böyle olacak, sürecek. Bizim için aslında hiç farklı bir şey olmuyor. Şunu anlaması gerekiyor insanların, biz kayıplarımızı bulmak için sadece orada değiliz. Başkaları kaybedilmesin diye alana çıktık, sadece kendi kayıplarımızı aramak için orada değiliz. Barış hakkını da savunuyoruz, insanların yaşam hakkını, bütün bireylerin, bütün canlıların yaşam hakkını savunuyoruz. Herkes için eşit, adil bir geleceği savunuyoruz. Herkes için oradayız ve herkes bu mücadeleye sahip çıkmak zorunda. Gözaltında kaybetme insanlığa karşı işlenmiş bir suç ve bu sadece bizim yakınlarımıza, Fehmi Tosun'a karşı yapılmış bir şey değil ki. Bu insanlık onuruna karşı yapılmış bir şey. Biz orada insanlık onuruna sahip çıkıyoruz.