Ateşkes değil teslimiyet dayatması
17 Ekim’de ABD ile Türkiye arasında ABD’nin ateşkes, faşist şefin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “operasyona ara verme” olarak adlandırdığı bir anlaşma yapıldığı açıklandı.
Anlaşmanın yapıldığının ilan edildiği dakikalarda Başta Serêkanîyê olmak üzere sömürgeci Türk devletinin soykırımcı-katliamcı saldırıları hız kesmeden devam ediyordu.
Konuyla ilgili Trump “Türkiye’den haberler harika, Erdoğan’a teşekkürler. Milyonlarca hayat kurtulacak” dedi.
Haberler Trump için harika olabilir ama Rojava devrimi için değil.
Sömürgeci Türk devletinin en yıkıcı modern silahlar ve çete sürüsü ile yaptığı saldırılara karşı Kuzey ve Doğu Suriye halkları destansı direnişler sergilediler. Faşist sürüler direniş bataklığına saplandılar.
ABD emperyalizmi başından itibaren Türkiye’ye yol verdi. Askerlerini geri çekerek faşist şefin sömürgeci heveslerini okşadı. “Güvenli bölge” yalanı ile devrim güçlerini aldattı. Faşist sömürgeci çeteler saldırınca da “Kürtler 30 km geri çekilsin”, 'bu iş bitsin' dedi. Dünya halklarının Rojava devrimi ile gösterdiği büyük dayanışma karşısında Trump yönetimi “yaptırım” kararlarıyla halkların dayanışmasını yatıştırmaya çalıştı.
Devrim yönetiminin Rusya’nın arabuluculuğunda Esad rejimi ile askeri bir anlaşma yapması ABD emperyalizmini telaşlandırdı.
Kuzey-Doğu Suriye hava sahası ABD’nin denetimindedir, Türk devleti uçakları, SİHA’ları ile soykırımcı katliamlara girişirken hava sahasını kapatmaya dönük hiçbir girişimde bulunmadı. Trump yönetimi “ateşkes yapmazsan ekonomini mahvederim” dedi ama gerçekte onun niyeti bir yandan tepkileri yatıştırmak diğer yandan Türkiye’nin saldırılarına karşı fiili hiçbir önlem almayarak devrim yönetimini teslimiyete zorlamaktı. “YPG 30 km altına çekilirse sorun çözülür” demesinin başka bir açıklaması yoktu.
13 MADDELİK ANTLAŞMANIN ANA İSKELETİ
7. maddede “Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen güvenli bölgedeki tüm meskûn mahal (güvenli bölge) sakinlerinin dirliği ve güvenliğini taahhüt eder” denilerek faşist Türk çetelerinin işgal ettiği topraklar “güvenli bölge” olarak tanımlanıyor ve işgalci çetelerin varlığı ve kalıcılığı güvenceleniyor.
9. maddede “YPG ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerin kullanılamaz hale getirilmesi” isteniyor. Bu madde açıkça devrim savunmasının tasfiye edilmesini içeriyor.
10. madde “güvenli bölge evvelemirde TSK’nin kontrolünde olacak” deniyor. Zaten Türkiye’nin işgalci savaşla elde etmek istediği bu değil miydi?
11. madde “YPG 120 saat içinde ‘güvenli bölge’den geri çekilecek” TSK de bu arada saldırılara ara verecek. Yani YPG geri çekilecek ama TSK geri çekilmeyecek.
Bu maddelerde belirtilenler bir ateşkes değil bir teslimiyet dayatmasıdır. Saldırgan tarafa soykırımcı savaşla elde edemedikleri “ateşkes” adı altında tepsiyle sunulmaktadır.
SDG komutanı Mazlum Abdi, ABD ile Türkiye arasında varılan anlaşmayı, “bu ateşkes savaşın sürdüğü bölge içindir” eğer böyleyse “bu ateşkes konusunda hemfikiriz” diyor ve ekliyor “bu ateşkes, Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ve uluslararası toplumun direnişinin sonucu” olarak yorumladı.
“Ateşkes”in Rojava halklarının destansı direnişinin ve dünya halklarının büyük dayanışmasının zorlaması ile gerçekleştiği açık. Gel gör ki elde edilen sonuç direnişin taleplerini yansıtmaktan uzaktır ve görünen odur ki Türk devletinin işgal ettiği topraklarla sınırlı da değildir.
Antlaşma Serêkanîyê ve Girê Spî ile sınırlı olarak yorumlansa bile işgalci devlet buraya yerleştikten sonra anlaşmanın bütün Rojava için geçerli olduğunu belirtecek ve saldırıya geçecektir. Kaldı ki anlaşma metninde “güvenli bölge”den bahsediliyor, sömürgeci Türk devleti bunu bütün bir sınır boyu ve 30 km derinlik olarak tanımlıyor ve denetimin kendisi tarafından yürütüleceğini belirtiyor.
UZLAŞMA, ATEŞKES, GERİ ÇEKİLME
Bir savaşa girdiyseniz saldırı kadar geri çekilme, çatışma kadar uzlaşma ve savaşa geçici ara verme de olduğunu bilirsiniz. Bunlar savaş kavramının içinde var. Eğer ağır bir yenilgi almadıysanız bütün bunlar süreci kendi lehinize çevirmek için giriştiğiniz manevralar olarak anlam kazanır. Tam da buradan bakıldığında silahları elinden alınmış, mevzileri yıkılmış, 30 km geriye çekilmiş bir devrim ordusunun bir manevra ile değil bir teslimiyet dayatması ile karşı karşıya kaldığı anlaşılır.
Kuşkusuz bazen kazanımları korumak için içiniz kan ağlayarak büyük tavizler de verebilirsiniz. Mesela devrim sonrası Rusya ile Almanya arasında yapılan Brest-Litovsk anlaşması tam da böyledir. Fakat bu anlaşma gereği yine de Rus devrimi kendisini toparlama ve kayıplarını telafi etme imkanlarını elinde tutmaya devam etmişti. Oysa ABD emperyalizmi ve sömürgeci Türk devletinin anlaşması devrimi dayanaklarından yoksun bırakmaktadır. Bu kabul edilemez.
Elbette geri çekilebilinir. Nihayet bu bir savaş, öyle bir an gelir ki bir mevziyi savunmak imkânsız hale gelir. Fakat bunun için bir anlaşmaya ihtiyaç yok. Hele silahları teslim ederek ve mevzileri kendi elleriyle yıkarak geri çekilmeyi dayatan bir anlaşmaya hiç ihtiyaç yok. Çünkü böyle bir anlaşma kendini silahsızlandırmayı ve işgalcinin işgalini meşrulaştırır.
Rojava devrim yönetimi ABD emperyalizminin arabuluculuğuna güvenmemelidir. Bu güvenin “güvenli bölge” adı altında nasıl sömürgeci Türk devletinin saldırısının yolunu döşediği görüldü.
Nihayetinde “ateşkes” yapmam diye böbürlenen faşist şefti. Rojava direnişi ve dünya halklarının dayanışması onu geri adım atmaya mecbur bıraktı. Faşist şef bu geri adımı atarken ABD eliyle yeni saldırılar için zemin kazanmak istiyor. Devrim yönetimi de faşist şefin işgalci çetelerini sürüp atmak için zemin kazanmalıdır, mesele daha güçlü bir direnişe hazırlık için kalan saatleri iyi değerlendirmektir.