24 Kasım 2024 Pazar

Atatürkçü Erdoğan, dindar CHP ve tekçi ortaklık

Erdoğan şimdi Atatürk'e sarılıyor, çünkü gittikçe gerileyen pozisyonunu korumak, düzen güçlerini kendi siyasi ikbaline bağımlı kılmak için elinden gelen tek şey bu. Düzenin bekası!
"Birileri çıkmış biz Atatürk'e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir. Ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelerin tekeline mi bırakacağız. CHP gibi amorf bir partinin Atatürk'ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz."
 
Erdoğan'ın 10 Kasım konuşması bununla da sınırlı değil. Gaziliğinden Kemalliğine, "milletin verdiği" soyadından daha birçok özelliğine kadar Türkiye Cumhuriyeti rejiminin kurucu önderine güzellemeler sürüp gitti. Öyle ya 15 yıllık iktidarları döneminde Kemalist rejime ait ne kadar değer, kurum ve ideoloji varsa saldırı altında tutan AKP ve Erdoğan, birdenbire Atatürk savunuculuğuna soyundu. Hem de Atatürk'ü CHP'nin elinden alma iddiasıyla. CHP'nin dine sarılması gibi bir şey. Eh, zor ama yolu açık olsun.
 
Öncelikle küçük bir düzeltme yaparak yazımıza devam edeceğiz. Erdoğan'ın, "Atatürk'ü ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelerin tekeline mı bırakacağız" derken kimi kast ettiği belli değil. Perinçekgillerin Vatan Partisi ise "faşist" söylemi cuk diye oturuyor. Marksist diye KP'yi kastediyorsa, onun da Marksistliği malum. Marksizmi söylemi ve pratiğiyle mücadele programına yerleştirmiş hareketler açısından ele aldığımızda Kemalizm'i savunan çıkmayacağından, Erdoğan'ın bu cümlesi bizi ilgilendirmiyor.
 
Bizi ilgilendiren, Erdoğan durup dururken neden bu kadar hararetli Atatürk'ü sahiplenme ihtiyacı duydu?
 
Burjuva siyasetinde ilkeler yön tayin etmez. Pragmatizm, yani ilkesizlik onların tek ilkesi!
 
Erdoğan şimdi Atatürk'e sarılıyor, çünkü gittikçe gerileyen pozisyonunu korumak, düzen güçlerini kendi siyasi ikbaline bağımlı kılmak için elinden gelen tek şey bu. Düzenin bekası! İçi boş "umut" olarak pazarladığı 2023'ün bile lafı edilmiyor. Çılgın projeler çoktan unutuldu. Her şey 2019 seçimlerine endeksli. Kamuoyu yoklamaları, hızla düşen grafik eğrisini gösteriyor. Görevden alınan belediye başkanları, halka söylenen yalanların ve parti içi çatışmaların gizlenemez boyutuna işaret ediyor. AB ve ABD ile ilişkilerde, Ortadoğu ve Suriye politikalarında sürekli kaybeden tarafta olmak da Erdoğan/AKP'nin aşınma katsayısını artıran başka bir etken.
 
TEOG'u kaldırıp İmam Hatiplerin önünü daha da açma girişimleri, toplumsal mühendislik projesinde AKP'nin uğradığı en önemli yenilgilerden biri oldu. Tüm zorunlu yönlendirmelere rağmen halkın çocuklarını İmam Hatiplere göndermeme yönünde direnç göstermesi, bu durumu daha da belirgin hale getirdi.
 
İktidardan düşme ihtimali, Erdoğan ve avenesi için kabustan öte bir şey. Ki, savaş suçu ile itham edilmeye kadar uzanacak bir dizi suçlama, iktidardan düştüğü an kendisini bekliyor.
 
Hangi diktatör olursa olsun böylesi bir tablo karşısında kendini daha güvence altına alacak hiçbir fırsatı kaçırmaz. Erdoğan'ın önünde herhangi bir fırsat gözükmediğine göre, geçmişe ait değerlere sarılmak, en azından günü kurtarmak açısından kaçınılmaz sonu ertelemeye hizmet edecektir.
 
Atatürk'e sarılması tamamıyla bu amaca yöneliktir. Sözcükler özenle seçilmiştir. Atatürk'e övgüler dizilirken, cumhuriyet rejiminin tamamını aynı kefeye koymamaktadır. Böylelikle hem rejimle hiçbir zaman barışmamış olan mütedeyyin kesimin gönlünü hoş tutmaya hem de Atatürk'e bağlılığı süren toplumsal kesimle "barışma" ve kendisi ile düzenin bekası çizgisinde aynı hizaya çekmeye çalışıyor.
 
İkinci adım ise CHP ile Atatürk'ü ayırma üzerine kurulu.
 
Yine 10 Kasım konuşmasında, "Bugün hala Atatürk'ün mirasçısı olduğu iddiasındaki CHP'nin Atatürk'le zaten çok daha önceden zayıflamaya başlamış ilişkisi, 10 Kasım 1938'de tamamen kesilmiştir. Atatürk'ün Türk Lirası üzerinde resmi vardı. O resim paranın üzerinden kaldırılıp İnönü'nün resmi konmuştur. Bunu yapan kim, CHP zihniyetinin ta kendisidir" diyerek, kendisine Atatürk'ü, CHP'ye de İnönü'yü bırakıyor.
 
Eğer, Erdoğan yarın çıkıp da "Türkçe okutulan ezanı yeniden Arapça okunmasını kararlaştıran, İmam Hatiplerin açılmasına vesile olan İsmet İnönü kardeşim" derse şaşırmaya gerek yok!
 
Faşist rejimin siyasi temsilcilerinin birbirlerinden rol çalması ilk bakışta komedyayı andırsa da gerçekte yaşanan tragedyadır.
 
Atatürkçülüğe soyunan Erdoğan'la çarşaflı bir kadını CHP'ye üye yapan Kılıçdaroğlu yaşanan tragedyanın ters yüz edilmiş görünümlerinden ibarettir. Ve bu görünümler düzenin tüm unsurlarıyla içine hapsolduğu kriz kapanına işaret etmektedir.
 
Erdoğan, 10 Kasım'daki konuşmasını da bu bilinçle ele aldı. Konuşmasını, rejimin bütün unsurlarını kapsayacak, bir tekinin bile itiraz etmeyeceği ortak "düşman"a odaklanarak bitirdi:
 
"Artık geriye doğru gidecek tek bir santim yerimiz yoktur. Bölgemizdeki kanlı senaryolar tekrarlanarak tekrar tedavüle sokulmuştur. Kurtuluş Savaşı verirken ilan ettiğimiz Misak-ı Milli'ye sahip çıkamadık. Biz Misak-ı Milli'ye yeniden sahip çıkmalıyız diyoruz. Bugünkü Türkiye dünün Türkiye'si değildir. Akrabalarımızın hukukuna sahip çıkmalıyız. Fırat Kalkanı ve İdlib'de yapılan budur. Lozan kazanımları yanında kayıpları da olan bir anlaşmadır. Suriye ve Irak'ta kurulan tezgahların amacına ulaşmasını engellemek için elimizden geleni yaptık, yapıyoruz."
 
Ve devam ediyor: "Son dönemde üzerimize öyle bir yüklendiler ki ellerindeki malzemeyi de büyük ölçüde tükettiler. Şimdi önümüzde bir imtihan daha var o da 2019 seçimlerini kazasız belasız geçirmektir. 80 milyon biz tek milletiz. Kimse operasyona yeltenmesin yeltenirse bedelini ağır öder. Tendürek dağlarında Gabar'da gerekirse Kandil'de Sincar'da hepsi karda kışta şu anda bütün operasyonları yönetiyorlar. Mağaralarına kadar, inlerine kadar girecek bunları bitirinceye kadar yola devam edeceğiz."
 
Alıntılar biraz uzun oldu ama Erdoğan'ın "Atatürkçülüğünü" anlamak için gerekliydi. "Tek"çiliğin bütün unsurlarını tereddütsüz kullanan, kitlesel katliamlar dahil her türlü yönteme başvuran Erdoğan diktası, bu anlamda Kemalizmi doğru okumuştur. Kürt halkına (ve ezilen halklara) olan düşmanlığı, rejimin genetik kodlarından aldığı bir mirastır. Osmanlıcı Erdoğan ile Kemalist tekçilik ittihatçı akılda birbirine bağlanmaktadır. Halklara, emekçilere ve bil cümle ezilenlere düşmanlık ve çökmekte olan düzenlerini kurtarmak ortak hayalleridir. Ne var ki tarih hep ileriye akar. Ve ne çöken Osmanlıyı diriltmek ne de onun çıktısı olan Kemalizmi ihya etmek mümkündür. İki harabeden bir bina yapmaya kalkanların elinde kala kala daha büyük bir harabe olacaktır.