24 Kasım 2024 Pazar

Arzu Demir yazdı | Sokağı değil fabrikayı yasakla!

Koronavirüs salgının bu ağır tablo karşısında yapılması gereken belli ve net; sokağa çıkmayı değil, çalışmayı yasaklamak. Salgının başından beri, sadece Türkiye ve Kürdistan için değil, tüm dünya için gerekli olan bu.

Saray rejimi, uzun süre Covid-19 vakaları ve can kayıplarına ilişkin gerçekleri halktan gizledi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca kameraların karşısına geçip her gün halka yalan söyledi. Ancak mızrak çuvala sığacak gibi değil. Bu nedenle rakamları "bir miktar" yükselttiler. En son açıkladıkları, günlük vaka sayısı 30 bin civarında. Yine de gerçeğin uzağındalar. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı 1 Aralık'ta yaptığı açıklamada günlük vaka sayısının 60 bin civarında olduğunu söyledi. Tabip odalarına göre, günlük yeni vaka açısından Türkiye Avrupa'da birinci, ABD ve Hindistan'dan sonra dünyada 3. sırada. Sağlık sistemi çöktüğü için, her gün ihmale bağlı yaşanan ölümlere ilişkin haberler de sosyal medya ve muhalif basına düşüyor. İstanbul'da hamile bir kadın, Batman'da bir buçuk yaşında bir çocuk ihmal nedeniyle hayatlarını kaybetti.

Bu dehşet tablosu karşısında ise iktidarın tutumu, tıpkı salgının ilk döneminde olduğu gibi; kapitalist çarkların asla ve katiyen durmamasına odaklı "önlem." En son aldıkları karar da bu yönde. Hafta sonu ve gece 21.00-05.00 saatleri arasında sokağa çıkmak yasak. Yani kapitalist üretime büyük oranda ara verildiği saatlerde emekçiler eve kapanacak. Ancak pazartesi günü sanki hastalık tehlikesi yokmuş gibi, iş başı yapacak. Oysa, fabrikalar, atölyeler, işe gitmek için kullanılan toplu taşıma araçları, emekçiler bakımından ölüm makinesi gibi. Patronlar da fabrikalardaki vaka sayısını gizlemeye çalışsa da kimi zaman açıklama yapmak zorunda kalıyorlar. Örneğin, Ford Otosan'ın Gölcük fabrikasında test sonucu pozitif çıkan ve bu işçilerle temasta olan bin 383 işçinin izolasyona alındığı, bizzat Fabrika Genel Müdürü Haydar Yenigün tarafından açıklandı.

Çarkların dönmesine ayarlı sokağa çıkma yasaklarının, olası toplumsal eylemleri önlemeye yönelik olduğunu da söylemek yanlış olmaz. Erdoğan'ın yasakların detaylarını açıkladığı 30 Kasım'daki basın toplantısında, Avrupa dolayımıyla da olsa yine Gezi direnişini hatırlatması bir tesadüf değil.

Bu ağır tablo karşısında yapılması gereken belli ve net; sokağa çıkmayı değil, çalışmayı yasaklamak. Salgının başından beri, sadece Türkiye ve Kürdistan için değil, tüm dünya için gerekli olan bu. Enerji, gıda üretimi gibi insanlar için zorunlu haller dışında üretimi tamamen en az iki hafta durdurmak… Kapitalizmin karını değil, insanın canını düşünmek. Üretimin durması, elbette, ilk salgın dalgasında olduğu gibi, emekçilerin, "kısa çalışma ödeneği" ile açlığa, sefalete mahkûm edilmesi anlamına gelmemeli. İşçilere maaşları kesintisiz ödenmeli ve "eve kapanma"dan sonra da işlerini kaybetmeyecekleri garanti edilmeli. Ancak bu da yetmez. Koronavirüs salgınına bağlı olarak da milyonlarca emekçi işsiz kaldı. Emekçiler, kelimenin gerçek anlamında açlıkla yüz yüze. Bu nedenle de tüm işsizlere, geçinebilecekleri bir işsizlik maaşının ödenmesi, elektrik, su, doğalgaz, telefon, tüm faturaların iptali, kiraların ödenmesi gibi tedbirlerin acilen devreye konulması gerekiyor.

Elbette biliyoruz ki, Saray rejimi, emekçilerin bu ihtiyaçlarını görmezden gelecek. Bu durumda geriye her zaman olduğu gibi tek bilinen yol kalıyor; bu talepler ve başkaca talepler için mücadele etmek. Ancak salgın koşullarında bu mücadele nasıl yürütülecek?

Sadece sosyal medya mecrasına sıkıştırılmış bir mücadelenin az önce saydığımız taleplerin karşılanmasında bir etkisinin olmadığı biliniyor. Sosyal medya da bir mücadele alanı ancak her şey değil. Her şey olan "sokak". Dolayısıyla fabrikalardan emekçi semtlerine uzanan bir sokak, başka bir ifade ile fiili meşru mücadeleyi örgütleme görevi devrimcilerin omuzlarında. Gördük ki, miting ya da eylem alanları değil, fabrikalar, o fabrikalara gitmek için işçilerin bindikleri toplu taşıma araçları salgının bulaşma mekanları. Ve yine herkes deneyimledi ki, milyonlarca emekçi fabrikalarda, bürolarda, atölyelerde çalışmaya devam ettikçe, "sosyal" ya da "fiziki" mesafe kesin çözüm değil. Bu nedenle gerek yaşam güvenliği, gerek sağlık güvenliği, gerekse de çalışma güvenliği için, "Sokağı değil, çalışmayı yasakla" şeklinde en kaba haliyle formüle edilebilecek bir şiar etrafında fiili meşru mücadele zorunlu.