Arzu Demir yazdı | Hayatta kalanların da ömrüne çöktüler!
İktidarın politikasının merkezinde; açlıkla, yoksullukla, yoksunlukla halkı teslim almaya çalışmak duruyor. Bu, aynı zamanda onursuzlaştırma politikasıdır. Ancak Antakya halkı, 6 Şubat gecesi gerçekleşen anmada yaptığı protesto ile teslimiyet politikasına direndiğini göstermiş oldu.
Maraş merkezli depremin yaşandığı 6 Şubat 2023'te, polisi, askeri, sivil faşist güçleri, aymazlığı, utanmazlığı ile Antakya'da olan devletin başı Erdoğan, depremin birinci yılında da tehdit ve şantajlarıyla arzı endam etti.
Faşist şefin Antakya ziyareti sırasında söylediği "Bir gerçeği şu anda söylüyorum, merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez" sözleri, bu kapitalist devletin, faşist rejimin, halk karşısındaki tutumunu özetliyor; yoksullukla terbiye etme, tehditle teslim alma. Hatırlayacaksınız, 2015 Kasım seçimlerinde de "ya kaos ya istikrar" diyerek halkı tehdit etmişlerdi. Kaosu da ittifak yaptıkları DAİŞ ile gerçekleştirdikleri kitle katliamlarıyla yaratmışlardı. Şimdi de bir yıldır tek bir sorunlarını çözmedikleri Antakya halkını, "Bana oy vermezsen, sana hizmet yok" diye tehdit ediyor.
Devrimci Parti'nin Genel Başkanı Elif Torun Öneren, Erdoğan'ın bu açıklamasının bir gözdağı olduğunun altını çiziyor: "Nasıl ki Hitler, Mussolini tarihin sayfalarına kara bir leke olarak geçtiyse, bu sözler de tarihin sayfalarında kara bir leke olarak yer alacak."
Elif Torun Öneren, Maraş depreminin ağır sonuçlarını, kızı Eylem, kardeşi ve teyzesini kaybederek yaşadı. Aile ve akrabalarından 49 kişiyi Hatay'da kaybetti. Kendisi de enkazdan 17 saat sonra yaralı olarak çıkarıldı. "En acı olanı… Enkazdan çıkarıldıktan sonra sıra içeride kalanları beklemeye geliyor" diyerek anlatıyor, depremin birinci yılında yaşadıklarını: "6 günlük süreç benim için en zoruydu. Kızım için beklediğim enkazın 200 metre gerisinde teyzem, biraz ilerimde kardeşim… Binlerce insan enkaz altında. Kardeşim enkaz altında patlama sonucu yanarak can verdi. Bütün bunlar olurken, siz sadece yardım gelmesini bekliyorsunuz."
Elif Torun Öneren, depremin birinci yılında gidebildi yeniden Antakya'ya: "Gelemedim bugüne kadar. Benim için de bir yüzleşme oldu."
Depremde halkın yardımına koşanlar; devrimciler, sosyalistler, yurtsever halk oldu. Elif Torun Öneren, faşist iktidarın yardım politikasına dair tanıklığını, "Asla unutmayacağım iki olay var" sözleriyle başlıyor anlatmaya: "Enkazın başında beklerken, İHH önlüklü genç kuvvetli insanlar geldi. Bir taş kaldıracaklar, yardım edecekler diye düşündük. Susuzduk, saatlerdir bir yudum su içmemiştik. Bize içecek su getirdiler diye düşündük. Hayır, öyle değildi. Küçük, cep sözlüğü büyüklüğünde Kur'an-ı Kerimler getirmişlerdi. Onu elime tutuşturmaya çalıştılar. O an, 'Ellerimiz kirli' diyerek almamayı tercih ettik, çünkü bizim suya ihtiyacımız vardı. Ben, sosyalist bir kadınım. İnsanları dinleriyle, dilleriyle, inançlarıyla, farklılıklarıyla kabul ederiz. Ama benim suya ihtiyacımın olduğu yerde böyle bir şeyin yapılması gerçekten affedilir değil. Diğer bir olayı da hiç unutmayacağım. İktidar, gelen yardımları engelleme girişiminde bulunuyordu. Vali göbeğinde bir park alanı vardı. Enkazdan çıkarıldığım ev de oradaydı. Sivil toplum örgütleri çocuklar için çorba getirdi. O çorbaları dökmeye çalıştılar. Anneler feryat etti, çocuklar açtı. Bizim sadece canımızı almadılar. Bizi manevi olarak çöktürmeye çalıştılar. Açlığa, susuzluğa mahkum ederek teslim almaya çalıştılar."
İktidarın politikasının merkezinde bu duruyor: Açlıkla, yoksullukla, yoksunlukla halkı teslim almaya çalışmak. Bu, aynı zamanda onursuzlaştırma politikasıdır da.
Ancak Antakya halkı, 6 Şubat gecesi gerçekleşen anmada yaptığı protesto ile teslimiyet politikasına direndiğini göstermiş oldu. Depremin meydana geldiği saat 04.17'de gerçekleşen anmada, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve belediye başkanı CHP'li Lütfü Savaş, tepkilerin merkezindeydi. Acıyı ve öfkeyi aynı anda yaşayan halk, "Hangi yüzle geldiniz" diye sordu. Burjuva siyaset esnaflarının utanmazlığıyla, şafakta görünen yerel seçim için oy istemeye gelmişlerdi; halkın yarasına merhem olmaya değil elbette. Hatay halkının tutumunun nasıl olacağını göreceğiz elbette. Ancak şimdiden kesin olan şey; deprem yaşanan tüm kentlerin, Saraydan bakılınca, sadece rant alanı olarak görüldüğüdür. Onların şimdi en büyük "işi" bu rantı paylaşmaktır.
Halk orada çadırda su altında kalmış, gebe bir kadın sağlıklı ortamda çocuğunu doğuramamış, kadına yönelik erkek şiddeti artmış, çocuklar eğitim hakkından mahrum kalmış, hava soğukmuş ya da sıcakmış, içecek su yokmuş, elektrikler kesikmiş. Bunların hepsi Saray semalarında nahoş bir sedadır. Onlar için tek önemli olan ve "devletin bekası" diye halka yutturmak istedikleri şey, sermaye düzeninin devam etmesi, rant çarkının dönmesidir. Bu politikalarını, 6 Şubat günü Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki de şu sözlerle özetledi: "Depremzedeler, eğer ölüler de yoksa 'Bak evimiz yıkıldı, yıkıldığı iyi olmuş bize mis gibi villa verdiniz' diyor."
Enkaz altında bırakarak öldürdükleri yetmemiş gibi, hayatta kalanların da ömrüne çöktüler. Bu halk düşmanlığının hesabı sorulmazsa, kimseye huzur yok; ne bu dünyada ne de öte dünyada.