22 Kasım 2024 Cuma

Yaşar Kemal ölümünün 3. yılında

Yaşar Kemal'i vefatının üçüncü yılında anarken, insan emeğine, kültürüne ve onun kurtuluşuna adanan bir hayatı anımsıyoruz.
Yaşar Kemal ölümünün üçüncü yılında anılıyor. Yazarı 20. yüzyılın epik tavrını yansıtan romanlarıyla tanıyoruz. Ancak emekçi ve barış sever kişiliğinden tekrar tekrar söz etmekte yarar var. Emekçi köylülüğü ve işçiliği bir çok biçimiyle deneyimleyen Yaşar Kemal, doğduğu toprakları, Çukurova'yı bu şekilde özümsedi. Gözlem yeteneği anlatımında açıkça görülen yazarın bir keresinde kaçakçı kılığına girerek onların yaşantısını gözlemlediği anlatılır. Onun bir özne olarak içeriden tavrı yazarlığının en önemli unsuru olmuştur. Küçük yaşlardan itibaren ırgatların ve işçilerin içinde yer alması, emekçi kimliği siyasi görüşlerini de bu yönde etkiledi. İnsan emeğini ve kültürünü 'kutsayan' üslubu böyle ortaya çıktı.
 
Yaşar Kemal, altmışların siyasi ortamında bu özünü korudu ve emekçiden yana tavır aldı. Kemal Sadık Gökçeli (asıl adı) tarlaların ve fabrikaların hoyratlığından, hapishanenin işkencesinden geçip Yaşar Kemal'e dönüşecekti. Gelinen noktada, onu özünden koparma, salt edebi yönüyle öne çıkarma, metalaştırma, nihayetinde bir 'gelir kapısı' haline getirme çabası hakim. Bunun için yazarın siyasi kimliğini hatırlatmak biz sosyalistlerin bir anlamda görevi olarak duruyor. İçinde bulunduğumuz, savaş rüzgarlarının estiği ortamda, Kemal'in savaş karşıtı tutumundan bahsetmekte yarar var. 
 
1967 yılında Vietnam savaşının kızıştığı günlerde, ABD'de savaş karşıtı protestolar gerçekleşiyor, Türkiye de bu siyasi ortamdan bir hayli etkileniyordu. Yılın başından itibaren Ant Dergisi'ni çıkarmaya başlayan Yaşar Kemal ve arkadaşları, savaş karşıtı söylemleriyle dikkat çekiyordu. Ülkenin içinde bulunduğu ortamda, DİSK kuruluşunu ilan etmeye hazırlanıyor, öte yandan Nazım Hikmet'in hapishanede oluşu tepkilere yol açıyordu.
 
EMEKÇİ VE DOĞA İKİ BÜYÜK GÜÇTÜR
 
Yaşar Kemal, o gün kaleme aldığı “Milliyetçilik ve sosyalizm" başlıklı yazısını dönemin siyasi tarzını göz önünde tutarak, asıl söylemeye çalıştığı şeye odaklanıp okumak lazım. Yazar, "Dünyamızda belalı, korkunç bir propaganda ortalığı kasıp kavuruyor. Kapitalizm, yeryüzünde, ayakta kalabilmek için yalanını, zulmünü, hırsızlığını sürdürebilmek için olmadık çarelere başvuruyor... Kapitalizm beynelmilel bir soyguncu şebekesidir. Kapitalizmin ne vatanı vardır ne de milliyeti. Kapitalizm, kendisine karşı direnen gücü yok etmek zorundadır." diyordu. Yazının devamında "Dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir. Her milletin kültürü o bahçede bir çiçek, bir renktir. Bu bin çiçekli bahçeden bir rengin, bir kokunun, bir çiçeğin yok olması büyük insanlığın işine gelmez... Nasıl emekleri yok etmeğe çalışmıyor, insan emeğinin üstüne titriyorsak insan kültürünün de üstüne öyle titreriz. Biz kendi halkımızın emeğini nasıl korumaya çalışıyorsak, başka halkların emeğinin de üstüne öylesine titreriz. Nerede olursa olsun, nerede emek sömürülüyorsa biz orada sömürücülüğe karşıyız. Dövüşürüz."
 
Kişiliğini oluşturan değerleri okuyucuya yansıtmakta, inancı ve kararlılığı aşılamakta üstüne yoktu. 1970 tarihli "Emekçinin eli" yazısında "Emekçi ve doğa iki büyük güçtür. İki büyük ve sonsuz yaratıcılıktır. Onlara varmak, ulaşmak çabası, azıcık ulaşabilmek, insanı insan eder ve dünyamızı bütün olumsuzluklardan, çaresizliklerden kurtarır. Başkaca hiçbir surette kurtuluş yolumuz yoktur." dedi ve ekledi: "Çok alametler belirdi. Hele birkaç yıl daha geçsin, o emekçiye güvenmeyenler, 'Emekçi uyanacak da sosyalizmi kuracak, öyle mi!' diyenler kendilerinden, inançsızlıklarından, kafasızlıklarından utanacaklar. Emekçiyle birlik olmadıklarından, onlara bilinç götürüp bilinç almadıklarından bin pişman olacaklardır. Bütün iyi kitaplar güzeldirler. Öğretirler. Ama dünyanın en faydalı, en güzel, en öğretici kitabı emekçidir. İnsan ondan öğrendiğini hiçbir yerden öğrenemez."