24 Kasım 2024 Pazar

'Suruç'a neden gittik' söyleşisi: Öncülerimiz savundu inşa etmek de bize düşer dediler

Gazi Mahallesinde düzenlenen söyleşide DEM Parti milletvekili bu ülkede daha önce de birlikte mücadelenin ciddi saldırılara maruz kaldığını hatırlattı. SGDF Eşbaşkanı Koyun, Kobanê'nin yeniden inşasında bir devrim fikri olduğunun altını çizdi, "Suruç için adalet herkes için adalet" mücadelesinin ve bu topraklarda rejimin yarattığı bütün katliamların hesabını sorma cüreti bir tutkal mahiyetinde olduğunu kaydetti. Suruç İçin Adalet Platformu avukatlarından Uçar da her ayın 20'sinde Halitağa'da saldırılara rağmen gerçekleşmesiyle bir mevzi kazanıldığını söyledi. 

Suruç katliamının 9. yılında Gazi Mahallesinde, "33'ler Suruç'a neden gitti", "Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz" kampanyasının hedefi neydi, "adalet mücadelesi nasıl yürütülmeli" konularının tartışıldığı bir söyleşi düzenlendi. DAD Sultangazi'de düzenlenen söyleşiye Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) Eşbaşkanı Müslüm Koyun, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Milletvekili Kezban Konukçu, Suruç İçin Adalet Platformu avukatlarından Sezin Uçar sunumlarıyla katıldı. 

Suruç Aileleri İnisiyatifi başta olmak üzere çok sayıda kişinin katıldığı söyleşide Suruç şehitleri şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesine can suyu olanlar anısına saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşu sırasında Adnan Yücel'in "Biz kazanacağız" şiiri hep bir ağızdan okundu. 

KONUKÇU: BİRLİKTE MÜCADELE DENEMELERİ DEVLETİN CİDDİ SALDIRILARINA MARUZ KALDI
İlk sözü DEM Parti milletvekili Kezban Konukçu aldı. Katliamın yaşandığı dönemi iyi analiz etmek gerektiğini söyleyen Konukçu, "7 Haziran süreci diye çokça anlatılan Halkların Demokratik Kongresi/Halkların Demokratik Partisi kuruluş süreci ve politik atmosfere bakmamız gerek. HDK bu coğrafyada Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle, Türkiye'deki emekçilerin adalet ve eşitlik mücadelesinin ortak zemini olması adına çok büyük bir yan yarattı" hatırlatmasında bulundu. 

HDK'nin bu coğrafyada birlikte mücadelenin ilk zemini olmadığını dile getiren Konukçu, "Farklı mücadele zeminlerini barındıran, birlikte mücadele denemeleri devletin çok ciddi saldırılarına maruz kaldı. Basit bir örnek vereyim; yeni örgütlüyken ortak bir zemin kurmuştuk. Bir bildiri bastık ve basın açıklamasına çıkacaktık ki kendimizi terörle mücadelede işkencede bulduk" dedi. 

Rojava devriminin Suriye'deki bütün halklar için kadın özgürlükçü, eşitlik içinde, halkların bir arada yaşayacağı modelin söylemde kalmayıp inşa edilmesi olduğunu kaydeden Konukçu, bu nedenle hedef alındığını ifade etti. 

KOYUN: KOBANÊ'NİN İNŞASI İÇİNDE DEVRİMCİ İNŞA FİKRİ VARDI
Ardından söz alan SGDF Eşbaşkanı Müslüm Koyun da "Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz" kampanyasını anlattı. Koyun, "Kampanya başlatmadan önce öncü birlikler gitti. Suphi Nejat, Ayşe Deniz Karacagil gitti. Her biri dövüşerek, çarpışarak ölümsüzleştiler. Onların orada yarattığı faşist rejime ve kliklerine karşı verdiği mücadeleden geriye kalan yıkılmış bir kenti yine biz savunduk. Oradaki 'biz' biziz! Bizim devrimci önderlerimizdi. Gezi'de hatta Gazi barikatlarında beraber dövüştüğümüz gençlerdi. Her zaman söylüyoruz Rojava'ya gidenler uzaydan inmedi. Her birinin bu topraklarda bıraktığı bir iz, bir mücadele alanı vardı. Madem burada yıkılan bir kent var, öncü birlikler orayı savundu o zaman orayı inşa etmek de bize düşer dediler. İnşa çok şey barındırıyor; mimarlar, mühendisler bir bina dikecekti, bir park da yapacaktı belki ama inşanın içinde devrimci inşa vardı. Fikirleri inşa etmek, devrim fikriyatını taşımak. Köprü dediğimiz Gezi'nin çocuklarını Rojava'nın Kobane'nin çocuklarıyla buluşturmak düsturunu taşıyanlardı" dedi. 

'ELDE OYUNCAK SERDE DEVRİM VARDI'
Öncü bölüğün SGDF olduğunun altını çizen Koyun, şöyle devam etti: "Bir yaz döneminde, herkesin kamp, tatil planları yaptığı bir dönemde devrimi; mücadeleyi, iradeyi gördü ve bir yolun olduğunu, yürümenin tam zamanı olduğunu düşünerek yola çıktı. Ellerinde oyuncak vardı. Öyle söylenir ya yıllardır. Bunun bir gerçekliği var tabii. Savaşın çocukları senin eline bakar ama savaşın halkları da senin zihnine. Elde oyuncak, serde devrim vardı. O düşlerle gittiler. 'Acıdılar ve gittiler' değil. Acıyı devrimcileştirmek için gittiler ve bu gidiş Suruç'ta engellendi. Katledildiler. AKP faşist rejiminin beslediği, MİT tırlarıyla destek verdiği, paramiliter güç olarak yetiştirdiği IŞİD tarafından 33 insan, 33 devrimci katledildi. Amara Kültür Merkezine gömmek istedikleri 33'ler değildi."

'BÜTÜN KATLİAMLARIN HESABINI SORMA CÜRETİ BİR TUTKAL MAHİYETİNDEYDİ'
33 düş yolcusundan geriye mücadele, farkındalık, çizdikleri tarih ve miras kaldığının altını çizen Koyun, "O miras bu topraklarda yaşanan bütün adaletsizliklerin, hak gasplarının bir tutkalı haline geldi. Onlar için verilen adalet mücadelesi emniyet koridorlarında değil; sokaklarda, meydanlarda, adalet mücadelesinin her biriyle bağ kurularak büyüdü. Gençliğin mücadelesinde, Alevi inancının özgürlüğünde, kadın özgürlük mücadelesinde, bir işçi cinayetinde Suruç için adalet herkes için adalet bir tutkal haline geldi. Bu topraklarda rejimin yarattığı bütün katliamların hesabını sorma cüreti bir tutkal mahiyetindeydi" dedi. 

'DİRİLERİ GİBİ ÖLÜLERİ DE REJİMLE HESAPLAŞTI'
Koyun, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Yani dirileri gibi ölüleri de rejimle hesaplaştı. Dirileri Rojava'da, Gazi'de, Gezi'de barikatlarda dövüştü. Ölüleri de bu topraklarda ezilen tüm kesimlerin, halkların adalet mücadelesinde ilmek ilmek örüldü. Onlar beraber savunduk beraber inşa edeceğiz şiarıyla yola çıktı. Yoldaşları, sosyalist gençlik bayrağı devraldı. Onlar savundu, teslim etmeyeceğiz şiarıyla sokakları, meydanları 9 yıl süren mücadele alanına, direniş meydanına çevirdiler. Biz onları kimin katlettiğini çok iyi biliyoruz. Dün onları Suruç'ta katleden yalnızca IŞİD militanı değildi. O pimi çekme talimatı verenler bugün üzerimizde adaletsizlik zincirini yaratanlar aynıdır. O gün o bomba pimini çekme talimatı verenlerle Hrant Dink'in tetikçisini dışarıya salanlar aynıdır. Bugün Colemêrg'e kayyum atayarak Kürt halkının iradesini gasp edenler aynıdır. Hatta bizleri sefalete, açlığa mahkum edenler de aynıdır. Madem bu aynı kişiler karşımızda gözümüzün, yüreğimizin içine bakarak acılarımızla dalga geçiyor, aynıların karşısında örgütlü mücadeleyle yan yana gelmeliyiz. Suruç'ta 33'leri katledenlerle bizleri katletmeye devam edenler aynıdır. Zindanlarda özgürlük mücadelesi verenlerin her birini tecritle, baskıyla, yasaklarla sindirmeye çalışanlar aynıdır. Suruç bunları hatırlamak için de bir mihenk taşıdır."

'SURUÇ FAŞİST REJİMİN KURUMSALLAŞMASININ YENİDEN ÖRÜLMESİNDE İLK HALKADIR'
"Suruç için adalet herkes için adalet" derken Suruç katliamı öncesinde yaşananlar görmezden gelmediklerinin altını çizen Koyun, Cumartesi Anneleri'nin uzun soluklu mücadelesini örnek vererek devam etti: "Bu ülkede faşizm yok diyenler rejimin katliamlarına bakabilir. Tabii ki Suruç'tan önce katliamlar, adaletsizlikler vardı. Ama Suruç katliamı bugün faşist rejimin kurumsallaşması konusunda yeniden ördüğü dönemin ilk halkası olması konusunda önemlidir."

'9 YIL DEĞİL 9 ASIR DA GEÇSE MÜCADELEMİZ SÜRECEK'
9 yıldır adalet mücadelesini yalnızca adliye koridorlarında aramadıklarını söyleyen Koyun, "20 Temmuz faşist rejimle gerçek anlamda karşı karşıya gelme günüdür. Adliye koridorlarında adalet mücadelesi verirken, burjuva hukuktan adalet beklediğimizden değil, onları zaten kendi mahkemelerinde yargılıyoruz. Ama burada adalet mücadelesi sürdürürken aynı zamanda çürümüş ve yozlaşmış bir sistemin teşhirini yapıyoruz. Suruç için adalet mücadelesini sokaklarda, barikatlarda, meydanlarda; 9 yıl değil 9 asır da geçse bu topraklarda ezilen sömürülen, adalet mücadelesinden eksik bırakılan aydınlarımızın, Kürtlerin, Alevilerin, devrimcilerin her birinin hesabını sorana kadar mücadeleye devam edeceğiz" ifadelerini kullandı. 

UÇAR: DEVLET ELİYLE GERÇEKLEŞEN CEZASIZLIK POLİTİKASI NEDENİYLE HIZLA YAN YANA GELDİK
Suruç İçin Adalet Platformu avukatlarından Sezin Uçar da hukuki sürece ilişkin sunum yaptı. Sözlerine adalet mücadelesi verirken ölümsüzleşen Polen Ünlü'nün annesi Şennur Ünlü ve Emrullah Akhamur'un babası Hacı Akhamur'u anarak başladı. Katliamın ardından cenazeler henüz defnedilmişken, daha yas bile tutamadan bir platform oluşturma çağrısı yaptıklarını söyleyen Uçar, çok sayıda meslektaşının ve hukuk örgütünün bu çağrıya anda yanıt verdiğini kaydetti. "Bizi bu kadar hızlı bir araya getiren şey Türkiye'de devlet eliyle gerçekleşen katliamlar ve bu katliamlardaki cezasızlık politikası" diyen Uçar, cezasızlıkla sonuçlanan Roboskî, Maraş, Sivas, 16 Mart ve Vartinis davalarını örnek verdi.

Adalet mücadelesinin en önünde katliamda en sevdiklerini kaybeden Suruç aileleri ve yaralıların da yer aldığını kaydeden Uçar, bu adalet mücadelesinin topluma kanalize edilmesinin önemine dikkat çekti. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun "konuşursam yer yerinden oynar" sözlerini hatırlatan Uçar, "Suruç Aileleri hemen ertesi gün Davutoğlu'nun tanık olarak dinlenmesini talep etti. Adalet mücadelesini toplumsal zeminde ele almak, geliştirmek ve büyütmek, tüm kesimlerin sahipleneceği mücadele aracı haline getirmek buradan geçiyordu" diye belirtti. 

'HALİTAĞA MEVZİSİ POLİTİK BİR HAFIZA OLARAK BELLEKLERİMİZDE'
Suruç Aileleri İnisiyatifi ve gençlik örgütlerinin her ayın 20'sinde Halitağa'yı mevzi olarak tutmasının önemine vurgu yapan Uçar, şöyle açıkladı: "Türkiye'de ısrarlı, süreklileşmiş bir adalet mücadelesi maalesef çok azdır. Yoğun baskılar, saldırılarla karşılaşıyor. Cumartesi Anneleri buna önemli bir örnektir. Galatasaray mevzisinin bir şekilde kazanılmasına ve kaybedilmemesine vesile olmuştur. Aynı şey Suruç Aileleri ve gençlik örgütlerinin her ayın 20'sinde Halitağa'yı yasaklara, baskılara, tutuklamalara rağmen bırakmayışı da örnektir. 2016 sürecinde tüm sokak eylemlerinin yasaklandığı, demokratik güçlerin hiçbir şekilde sokağa çıkamadığı, eylem ve etkinliklerin yapılamadığı dönemlerde dahi her ayın 20'sinde Halitağa'da mutlaka ailelerimiz orada yer almıştır. Kadıköy Kaymakamlığı Güney Kürdistan'a yönelik işgal saldırıları gibi çeşitli bahanelerle eylem yasağı koyuyor. Ama hem gençlik örgütleri hem SGDF hem de Suruç Aileleri o mevziyi terk etmedi. Bu son derece önemli bir başarı. Halitağa mevzisi, Hilvan kampüsünde yapılan yargılamalar bunların hepsi toplumsal adalet mücadelesi yürütenlerin hafızasında yeri edinen bir mekan haline geldi. Tıpkı 1 Mayıs dediğimizde Taksim nasıl geliyorsa, politik bir hafıza olarak belleklerimizde de Halitağa bu şekilde yer aldı."

'TOPLUMSAL ADALET SAĞLANANA KADAR MÜCADELE SÜRECEK'
Mahkeme süreçlerinin kolay olmadığını dile getiren Uçar, ailelerin her duruşma için 2-3 ayda bir Urfa Hilvan'a gidip-gelmesinin, her duruşmada taleplerin reddedilmesinin, kürsüde yaptıkları konuşmalar yüzünden haklarında dava açılmasının yıpratıcılığından söz etti. Suruç şehidi Evrim Deniz Erol'un annesi Besra Erol ve Suruç yaralısı Efe Çatalbaş'ın yıllardır tutsak oluşunun aileler, yaralılar ve dava avukatları üzerindeki baskıya örnek olduğunu belirten Uçar, "Ama buna rağmen mücadelede, toplumsallaşmakta ısrar etmek çok kıymetli. Suruç için ne başarıldı sorusunun yanıtı buradadır. Bu adalet mücadelesi gerçekten bir toplumsal adalet sağlanana kadar başta Erdoğan ve Davutoğlu -dönemin siyasi sorumlularıdır- yargılanana kadar bu adalet mücadelesi sonlanmayacak" dedi. 

'KAZANILMIŞ HAKLARIMIZA SAHİP ÇIKMAK, DAHA İLERİYE TAŞIMAK GEREK'
Dava sürecine ilişkin önemli bir hatırlatma yapan Uçar, firari sanıklar Deniz Büyükçelebi ve İlhami Bali hakkında ısrarlı talepler sonucunda bazı istihbarat bilgilerinin kamuoyuyla paylaşılmak zorunda kalındığını söyledi. Uçar, şöyle devam etti: "Deniz Büyükçelebi'nin Suriye'de rejim güçlerine bağlı Şam'da bir hapishanede tutuklu olduğu, İlhami Bali'nin de Türkiye'nin kontrolündeki İdlib'de olduğuna dair bilgiler paylaşıldı. Israrla mahkemeden talep ediyoruz. İdlip bir Kürt coğrafyası ama Türkiye'nin işgalinde. Türkiye kontrolünde. Pekala Türkiye'de gerçekleşen bir katliamın failinin Türkiye'ye iadesi sağlanabilir, sağlanmalıdır. Bugün hem Erdoğan (Tayyip) hem Özel (Özgür) yani iktidar ve muhalefet konjoktürel olarak Esad'la görüşme yarışında. Pekala Esad'la görüşmede dile getirebilirler. Türkiye-Suriye arasında suçluların iadesi konusunda anlaşma var. Bu kişiler Türkiye'ye getirilip yargılanabilir. Yakup Şahin bir kez bile ailelerimizle yüzleştirilmedi. Toplumsal adalet mücadelesinde, adalet beklentisi aynı zamanda yüzleşmeyle sağlanır. Tüm sanıkları Suriye'de bulunan Türkiye'de arandığı durumda gelip gittiği tespit edilen, -bunu biz söylemiyoruz sadece devletin resmi kayıtlarında da geçiyor- firari sanıklar Türkiye'ye getirilmiyor. Onların Türkiye'ye getirilmesini yeniden talep ediyoruz. Daha yüksek sesle talep etmek gerek. Bugüne kadar kazanılmış haklarımıza sahip çıkmak, bir adım daha ileri gitmek, daha çok hesap sormak bu adalet mücadelesini büyütecektir."

BUDAK: BU ACI DEĞİL ONLAR BİZİM ONURUMUZDUR
Söyleşi sunumların ardından serbest kürsüyle devam etti. 33 düş yolcusundan Vatan Budak'ın babası Murat Budak, Suruç şehidi Alper Sapan'ın Eskişehir'den otostopla Suruç'a gittiğini, Suruç şehidi Alican Vural'ın parasını Kobanê için kullanmak adına çok sevdiği Deniz Gezmiş parkasını almak yerine bir mağazada parkayla fotoğrafını çektirdiğini hatırlattı. Budak, "Bunları neden anlatıyorum, her yoldaşımızın büyük anısı var. Kobanê'ye gitmek, oradaki savaşa bir nebze olsun umut olabilmek için yoldaşlarımız yola çıktı. Hepsinin bir amacı vardı" dedi. 

Yaşadıklarının "acı" olarak değerlendirildiğini söyleyen Budak, "Aslında acı değil onlar bizim onurumuz. Kobanê düşleri gerçekleşti, Kobanê özgürleşti. Orada şimdi Vatanlar, Polenler, Cebolar, Ezgiler, Çağdaşlar boy veriyor. Şimdi bizlere düşen onların bize bıraktığı bu onuru taşımaktır" vurgusu yaptı.