24 Kasım 2024 Pazar

Serpil Arslan yazdı | 'Öldürme özgürlüğü'ne karşı yaşam hakkı mücadelesi

Özsavunma son yıllarda kadın özgürlük mücadelesinin başat gündemi olsa da henüz kadın katliamlarını durduracak niteliğe ulaşmış değil. Kadın örgütleri bir yandan davaları takip edip kamuoyu oluşturmaya çalışsa da cins kırımı düzeyini alan bu saldırganlığa karşı mücadele olması gereken düzeye ulaşamadı. Toplumsal mücadelede saflaştırma ekseni kadın lehine kurularak toplum yaşam hakkı mücadelesinin yanında saf tutmalı. Bunun için de en başta özellikle özsavunma uygulayan kadınların etrafında güçlü dayanışma ağı yaratılarak, erkek egemen düzen teşhir tahtasına oturtulmalı.

Brigette'nin devrimci olmak gibi bir niyeti yoktu. Tek istediği olağanüstü kazaklar örmekti. Birbirinin yaşadığı tecavüz saldırısından habersiz altı kadın, örgü örmek için bir araya gelir. Bir gece sohbeti esnasında odadaki herkesin geçmişte tecavüz saldırısına uğradığı gerçeğinin farkına varırlar. Cezasızlık politikasına karşı tek seçenek, kendi adalet mekanizmalarını kurarak mücadele etmektir. Örgü grubunun tecavüzcülerin imhasına dönüşen mücadelesi böyle başlar.

Ne kadar tanıdık değil mi? Beş kadın bir araya gelse en az birkaç taciz ve tecavüz öyküsü ortaya çıkar. Ve tabii ki suç duyurusu yapılanlarda da cezasızlık eşlik eder bu öykülere. Nevin Yıldırım, Fikriye Özbek, Nimet Akgün işte bu kadınlardan sadece birkaçı. Hayatta kalabilmek için kendilerine ve çocuklarına şiddet uygulayan erkeklere karşı özsavunma hakkını kullandılar. Ancak meşru müdafaa hakları gözetilmediği için hapsedildiler.

Yakın zamanda özsavunma hakkını kullandıkları için hapis cezası verilen kadınlardan Rümeysa Aydın ve Sevde Ünal da özsavunmalarını geliştirmeleri nedeniyle hapis cezasına çarptırılan güncel örnekler arasında. Yıllarca şiddetine ve öldürme tehditlerine maruz kaldığı evli olduğu erkeği özsavunmasını uygulayarak öldüren Rümeysa Aydın hakkında yerel mahkemenin verdiği beraat kararını istinaf mahkemesi bozdu. Yeniden yargılama kararının ardından Rümeysa'ya, 10 yıl 10 ay hapis cezası verildi. Mor Dayanışma üyesi Sevde Ünal ise tacize karşı yaptığı özsavunma nedeniyle beş yıl yedi ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargı garabeti bu kararlar, erkek adalet anlayışının cinsiyet eşitsizliğiyle iç içe olduğunu bir kez daha gösterdi. Erkek adalet, suçluyu değil, erkekleri korumaktadır. Bu durumu tersine çevirmek için özsavunma uygulayan kadınlar ise Sevde ve Rümeysa örneğinde olduğu gibi hapis cezasıyla ikinci bir şiddete maruz bırakılmaktadır. Kadınların, kendilerine yönelen erkek şiddeti ile mücadele etme ve hayatta kalma çabaları sistematik olarak engellenirken, erkek egemen düzen çarklarını her gün kadın aleyhine döndürerek kadınların herhangi bir konudaki itirazını öldürülme gerekçesine dönüştürebiliyor. Boşanmayı istemek, evlenmeyi, birlikte olmayı istememek ya da yemeği fazla tuzlu yapmak "tahrik unsuruna" dönüşebiliyor.

Faşist şeflik rejimi bir yandan kadına yönelik şiddeti alabildiğince arttırıp erkekler için ceza indirimlerine giderken, kadınlar için de hapis cezalarını daha fazla artırarak, toplumu gerici değer yargıları etrafında saflaştırmaktadır.

Kadının fail erkek ile ilişki yaşamış, sonra ayrılmış olması, para istemesi gibi spekülatif bilgiler sunularak gerici değer yargıları ayağa kaldırılıyor, fail erkeğin "tahrik edildiği" ileri sürülerek suçsuz ilan ediliyor. Erkek yargı tarafından haksız tahrik gündemi, Pınar Gültekin davasında olduğu gibi kadının yaşamının iğdiş edilmesi şeklinde vuku buluyor. Öyle ki, bu iğdiş etme hali, neredeyse Pınar Gültekin'in katili Cemal Metin Avcı'yı kendisini öldürmeye zorlamış olabileceği noktasına getirilebiliyor.

Söz konusu olayda ise Cemal Metin Avcı yalnızca eşi bu ilişkiden haberdar olmasın diye aylarca para verdiğini, bu durum nedeniyle "yoğun şekilde tahrik edildiğini" ve yine bu nedenle genç bir kadını yakıp üzerine beton dökmeyi gerekçelendirerek işlediği cinayeti meşrulaştırabiliyor. Erkek yargının erkek yargıçları da kendini suçtan kurtarmak için birkaç farklı senaryo yazan katilin "mağduriyetine" itimat edebiliyor.

Erkek egemen çark, bütün üst yapı kurumlarını erkeği korumak üzere her geçen gün daha fazla tahkim ediyor. Sık sık meclis gündemine taşınan rıza yaşının düşürülmesine yönelik teklifler, kürtaj hakkına getirilen engeller, boşanmayı zorlaştıran yasa hazırlıkları, nafaka hakkını gasp etme girişimleri, cinsel saldırı suçlarında erkek faillere verilen ceza indirimleri, erkek şiddetinin tırmanmasına ve devlet eliyle meşrulaştırılmasına neden oluyor.

TOPLUM YAŞAM HAKKI MÜCADELESİNİN ETRAFINDA SAF TUTMALI
Madalyonun bir yüzünde şiddeti sıradanlaştırma ve meşrulaştırma yer alırken, diğer yüzünde ise kadınlar arası dayanışma ve mücadele pratikleri yer alıyor. Özsavunma son yıllarda kadın özgürlük mücadelesinin başat gündemi olsa da henüz kadın katliamlarını durduracak niteliğe ulaşmış değil. Kadın örgütleri, bir yandan davaları takip edip kamuoyu oluşturmaya çalışsa da cins kırımı düzeyini alan bu saldırganlığa karşı mücadele olması gereken düzeye ulaşamadı. Kadınların yaşam hakkını savunma ve özsavunma hakkı mücadelesi kesimsel mücadele sınırından çıkıp tüm toplumu sarıp erkek egemen faşist şeflik rejiminin karşına dikilebilecek yaygınlık, kitlesellik düzeyini yakalayabilmiş değil.

Oysa ki, yaşam hakkının bile tanınmadığı bu koşullar içerisinde son derece meşru olan özsavunma hakkı mücadelesi tam anlamıyla toplumsal mücadelenin başat konusu yapılarak erkek egemen faşist şeflik rejimin karşısına en geniş kadın kitlelerini dikebilmeli. Toplumsal mücadelede saflaştırma ekseni kadın lehine kurularak toplumsal yaşam hakkı mücadelesinin yanında saf tutmalı. Bunun için de en başta özellikle özsavunma uygulayan kadınların etrafında güçlü dayanışma ağı yaratılarak, erkek egemen düzen teşhir tahtasına oturtulmalı.

Özsavunmanın hem meşrulaşması hem de kitleselleşmesi için kadın kitleleri içerisinde süreklileşmiş çalışmanın konusu yapılarak, şiddetin uygulandığı her an özsavunma uygulama anına, her araç özsavunma aracına dönüştürülebilmelidir. Nasıl ki, her yer suç mahalli ise bu suça karşı yaşam hakkını savunmak için mücadele alanına da dönüşebilmeli. Erkekleri cezalandırma, teşhir faaliyeti iç içe yürütülerek yaşadığı şiddeti açıklama cesareti gösteremeyen kadınlar da harekete geçirilmelidir. Özgüven, meşruiyet duygusu ile örgütlü hareket edilerek kadınlar, kendi hayatının ve iradesinin sahibi olduğunu göstermelidir. Özsavunmanın kitlesel ve örgütlü uygulanması erkek egemen şiddetin çarklarına çomak sokma eyleminin adımları olarak kadın özgürlük mücadelesini güç katarak ileri itecektir.