GÜNCEL
Şebnem Korur Fincancı: Çok şükür hepimiz 'teröristiz'
"Türkiye'nin demokrasi sorunu ve dünden bugüne açlık grevleri" konulu panelde konuşan Şebnem Korur Fincancı, "Devlet sürekli bizi teyakkuz halinde tutmayı başarıyor. Bedenin direnme parçası haline dönüştürülmesi yaygın bir gelenek. 1984 yılında açlık grevi eylemlerine tanıklık ettim. Diyarbakır Cezaevi'ndeki baskılara karşı direnmenin yolu açıldı. 90'lı yıllarla birlikte açlık grevi süreçlerine tanıklık ettik. İnsanların iyilik hali için uğraş veren, bir meslek grubuyuz. Zaman zaman değişik sıfatlarla anıldığımız oluyor. Çok şükür hepimiz 'teröristiz'" diye konuştu.
Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki Demir Otel'de düzenlenen panele, DTK Eşbaşkanı ve HDP Ağrı Milletvekili Berdan Öztürk, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Onur Hamzaoğlu, DBP Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan, HDP Diyarbakır milletvekilleri Saliha Aydeniz, Remziye Tosun, Musa Farisoğulları ve Semra Güzel, HDP Gençlik Meclisi üyeleri, Barış Anneleri Meclisi üyeleri, siyasi parti temsilcileri, demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri ile çok sayıda aydın ve yazar katıldı.
HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran'ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen panelde, TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, TTB Merkez Konseyi üyesi Halis Yerlikaya ve HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy konuştu.
'DÜNDEN BUGÜNE AÇLIK GREVLERİ'
Başaran, Türkiye'de tarih boyunca demokrasi sorununun var olduğuna işaret ederek, "Toplum her dönem buna karşı mücadele etmiştir. Ancak bugün mutlak tecride karşı başlatılan açlık grevi eylemini, dünden bugüne açlık grevi eylemlerini konuşacağız. 2002 yılında, 2013 yılında Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecride karşı başlattıkları açlık grevleri pratikleri ortaya çıkmıştır. Kimisi müdahalelerle, kimisi saldırılarla sonuçlanmıştır" dedi.
'ÇOK ŞÜKÜR HEPİMİZ TERÖRİSTİZ'
Panelde ilk olarak söz alan Şebnem Korur Fincancı, uzun açlık grevleri tarihinin olduğunu belirterek, "Devlet sürekli bizi teyakkuz halinde tutmayı başarıyor. Bedenin direnme parçası haline dönüştürülmesi yaygın bir gelenek. 1984 yılında açlık grevi eylemlerine tanıklık ettim. Diyarbakır Cezaevi'ndeki baskılara karşı direnmenin yolu açıldı. 90'lı yıllarla birlikte açlık grevi süreçlerine tanıklık ettik. İnsanların iyilik hali için uğraş veren, bir meslek grubuyuz. Zaman zaman değişik sıfatlarla anıldığımız oluyor. Çok şükür hepimiz 'teröristiz'" diye konuştu.
Türkiye'de hekimler uzun yıllar boyunca demokrasi mücadelesinin özneleri olduğunu dile getiren Fincancı, "96 açlık grevi bizim açımızdan sakatlıkları nasıl önleyebiliriz, düşündüğümüz ve tartıştığımız bir dönemdi. Buradan bir ders çıkardık. Çok basit B1 vitamini insanların beyin hasarını önleyebilir, ileriki yaşamında daha olanaklı yaşamını sürdürebilir. Bu bilgi Malta bildirgesine giren bir bilgiye dönüştü TTB katkılarıyla. Bu da Türkiye'deki acı tarihinin okumasına gerek oldu. İstanbul protokolü, Türkiye'nin deneyimden süzülerek çıkmış bir belge. Bu süreçten kazanımla çıktığımızı gösteriyor. Çok sınırlı sayıda özgür ama bedeninden başka direnme alanı bulamayanlar da var. Ama daha çok özgürlüğü için insanlar bedenini ortaya koyuyor" dedi.
'2012'DE İLK KEZ GÖRDÜK'
Son bir kaç yıldır tecridin ağırlaştırılarak devam ettiğini belirten Fincancı, "Geçtiğimiz son bir kaç yıl içinde tecrit ağırlaşarak sürüyor. 96, 2000 ve 2001 yılında temel konularımızdan biri tecridin sağlığa etkisi konusuydu. Tecridin kaldırılması için de yeniden insanlar bedenlerini açlığa yatardı. 2012 açlık grevi süreçlerinde devletin de farklı bir yüzü olduğunu ilk kez gördük. TTB olarak ilk kez açlık grevlerini izleyemedik. Başvurularımız hiçe sayıldı" şeklinde konuştu.
'B1 VİTAMİNİN VERİLİP VERİLMEDİĞİNİ BİLMİYORUZ'
B1 vitaminin önemine dikkat çeken Fincancı, "Bağımsız gözlemciler tarafından bir gözlemleme yapılamadığı için hala B1 vitaminin verilip verilmediğini bilemiyoruz. Kemal Özer'in 3 aya yaklaşan bir eylemi içindeyiz. Kardeşini tanımadığını söylüyor. B1 vitamini almadığının göstergesidir. Bu vitamini kendisi mi almıyor yoksa cezaevi yönetimi mi vermiyor, bunu bilemiyoruz. Bağımsız gözlemciler izleyemediği için yeterli bir veri bulunmuyor" ifadelerini kullandı. Avukatlara çağrıda bulunan Fincancı, "Lütfen elinizdeki bilgileri İHD, insan hakları örgütleriyle paylaşın. Raporlar, daha da zenginleşsin" dedi. Fincancı, demokrasinin "d"sinin devlet olarak görüldüğü bu dönemlerde insan hakları örgütlerine büyük işler düştüğünü belirtti.
'İNSAN YAŞAMINDAN YANAYIZ'
TTB Merkez Konsey Üyesi Halis Yerlikaya ise açlık grevi eylemcisinin eyleminin bir intihar olmadığını belirterek, yaptığı eylemle topluma mesaj vermek istediğini kaydetti. İnsan yaşamının her şeyin üstünde olduğunu belirten Yerlikaya, "Her koşulda insan yaşamından yanayız. Bu insanın politik kimliği, cinsiyeti, etnik, politik duruşuna bakmaksızın insan yaşamından yana tavır alırız" diye konuştu.
'ZORLA MÜDAHALE EDİLEMEZ'
Açlık grevcisinin özgür iradesiyle açlık grevine girdiğini belirten Yerlikaya, hekimlerin de bu iradeye saygı duyması gerektiğini kaydetti. Açlık grevcilerinin güven duydukları komisyonlarının bu süreçleri izlemesinin çok daha kıymetli olduğunu düşündüğünü ifade eden Yerlikaya, bu durumun oluşmadığı durumlarda ise kötü durumlarla karşılaşılabileceğine dikkat çekti. Açlık grevcisine, hekim aracılığıyla zorla müdahale edilemeyeceğine işaret eden Yerlikaya, açlık grevine girme koşullarını ise toplum tarafından mücadele edilerek ortadan kaldırılması gerektiğini kaydetti.
'KORKUDAN TİTRİYORLAR'
HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy da "Neden Gandhi'vari eylemler yapmıyorsunuz" diyenlere, "Açlık grevleri Gandhi'vari eylemlerdir" yanıtını verdi. Koca Türkiye devletinin bir kosteri tamir edemediğini belirten Hişyar, "Koster bozuk değil, niyetleri bozuk. Yoksa koster çok" dedi. Öcalan'ın 2011 yılından bu yana avukatlarıyla görüştürülmediğini, en son 2016 yılında kardeşi Mehmet Öcalan'ın kısa bir görüşme gerçekleştirdiğini hatırlatan Özsoy, "2013-2015 yılları Meclis'te konuşuyoruz ama AKP'liler inkar ediyor. Yüzlerce kez Öcalan ile görüşüldü. Korkudan titriyorlar" diye konuştu.
'ISRARLA SÖYLEDİK'
Tecritle birlikte darbe mekaniğinin devreye girdiğini hatırlatan Özsoy, "İmralı'da uygulanan tecrit genişletilerek uygulandı. Sur, Cizre, Nusaybin'de genişletildi. Bu da darbe hazırlığının olduğunu ısrarla söyledik. Meclis'te bizimle konuşmuyorlardı. Cizre'de bodrumlarda yüzlerce insan diri diri yakıldı. Gündemleştirmeye çalıştığımızda ise Meclis'tekiler, 'Kahraman askerlerimiz teröristleri öldürüyor' diyorlardı. Ne zamana kadar helikopterler Meclis'in üzerinde dolaşıncaya kadar" şeklinde konuştu.
'İMRALI SİSTEMİ NATO SİSTEMİDİR'
Cizre ve Sur katliamlarını yapanların bugün darbeyle yargılandıklarını kaydeden Özsoy, "Darbe mekaniği devam ediyor. Geçmiş bir durum değil. Siz Türkiye'de Kürt meselesini, insani ve demokratik koşullar altında bu tecridi kaldıramazsınız, darbe devam eder" diye konuştu. Belediyelere kayyum atanması, siyasetçilerin yargılanması, Efrin'in işgal edilmesi, belediyelerin karakola dönüştürülmesi ve akademisyenleri ceza almasının tecridin sonucu olduğunu belirten Özsoy, "Kalıcılaştırılmış bir OHAL rejimi dönemindeyiz. Türkiye'de hukuki bir durum söz konusu değil" şeklinde konuştu. İmralı sisteminin bir NATO sistemi olduğuna vurgu yapan Özsoy, uluslararası komplonun devam ettiğini söyledi.
'ÇÖZMEZLERSE KENDİLERİ ÇÖZÜLECEK'
Tecridin mücadeleyle sona ereceğini belirten Özsoy, "Tecrit sadece Kürtlere değil Türkiye'de yaşayan herkese iktidarlar hariç fatura çıkaran bir durum. Kürt meselesi, Ortadoğu'nun en büyük meselelerinden bir tanesidir. Şu an tamamen bölgeseldir. Kürtler ve Kürdistan coğrafyası var. Kürt meselesi siyasal bir meseledir. Sorun siyasal olduğu için siyasal yönden çözülmesi gerekir. Kürt meselesini çözecekler, çözemezlerse kendileri çözülecektir" şeklinde konuştu. Özsoy, tecridin parçalanıp yıkılması gerektiğini kaydetti.
Panel, soru cevap bölümü ardından sona erdi.