22 Kasım 2024 Cuma

Otoriterizm teorisinin versiyonu: İki ayırıcı özellik şartı

Hitler ve Mussolini faşizmleriyle aynı ölçüde ve hızda yapamasalar da, günümüzün neofaşist hareketleri, açık terörist diktatörlüğe geçen iktidarları, bunun Türkiye'deki örneği Erdoğan rejimi, faşisttirler.
Erdoğan diktatörlüğüne ilişkin sol liberallerin faşist nitelemesi yapmaktan kaçınan "otoriterizm" teorisini A.İnsel/Birikim çevresi şahsında eleştirmiştik.
 
Tartışma pratik ihtiyaç açısından Erdoğan rejiminin niteliği üzerine somutlaşsa da, İnsel/Birikim'in bu teorisi, uluslararası alanda da savunulan bir görüş. İçte ve uluslararası alanda yaygınlığını dikkate alarak eleştirdik.
 
"Sağ popülist" hareket ve iktidarları otoriter görmekle sınırlandırmamak, faşizm açısından irdelemek gerektiğini belirten bir başka görüş de var. Fakat bu görüş de, faşizmi, ortak özellikler taşıdığı "sağ muhafazakar", "Şoven milliyetçi", "diktatörün üstünlüğüne biat etme"yi uygulayan diğerlerinden ayırt eden artı iki özellikle belirlemeye çalışıyor.
 
Bir; geçmiş şanlı tarihine referansla, ulusun geleceğini yeniden kurma hayalciliğiyle, bugün halk kitlelerinin sıkıntısını unutturmak.
 
İki; ulusu bugünkü duruma düşürenlerin ihanetine karşı mücadele etmek adına varolan kurumları ve kazanımları karşı devrimci şiddetle yoketmek.
 
Akademisyen Cenk Saraçoğlu, Praxis dergisinde yayınlanan, Sağ Popülizm ve Faşizm Üzerine Yöntemsel Bir Tartışma başlıklı yazısında bu görüşü işliyor:
 
"Bu noktada, Alberto Toscana'nın makalesinde (2007) de Ernst Bloch'tan esinle değinilen faşizmin diğer milliyetçi/şoven ve gerici hareketlerde görülmeyen iki özelliğine odaklanmanın gerekli olduğunu düşünüyorum: Faşizmin geçmiş, bugün ve gelecek zaman arasında kurduğu özel bağlantı ve onun karşı-devrimci yıkıcılığı."(avrupaforum.org)
 
Saraçoğlu, kapitalist merkezlerde Trump ve neofaşist hareketlerin, bu iki şartı taşımadıklarını vurguluyor, dolayısıyla faşist olarak nitelenemeyeceklerini belirtiyor.
 
Bağımlı ülkelerde ise, bu hareket ve iktidarların, faşizmle daha çok ortak özellikler gösterdiklerini ama bu iki şartı taşımadıkları için yine de faşist olmadıklarını ileri sürüyor. Doğal olarak bu iktidarlar içinde Erdoğan diktatörlüğünü de sayıyor.
 
Saraçoğlu ve Toscana'nın görüşlerine dayanak yaptıkları gerekçeleri ele alalım.
 
Birinci ayırt edici şart; Hitler ve Mussolini, gerçekten de geçmişin biri Cermen-Roma, diğeri büyük Roma İmparatorluğu'nun, ihtişamlı geçmişlerinin mirasçıları olarak, uluslarını yeniden dünya çapında güçlü hale getireceklerini vadetmişlerdi. Bu hayalle kitleleri harekete geçirmişlerdi.
 
Franko ve başka faşist liderler, varsa uluslarının geçmiş ihtişamlı günlerinin hayalini kitlelere içirmişlerdir.
 
Fakat dünyada ulusunun ihtişamlı imparatorlukları olmayan faşist liderler de çıkmıştır. Örnek olsun, küçük Lübnan'nın Falanj Partisi'nin ailesel liderleri Cemayel'leri, Lübnan'ın geçmiş imparatorlukları yok diye faşist liderler saymayacak mıyız?
 
Uluslararası güçlü emperyaliste dayanarak kendi ulusuna hayali bir ileri gelecek kurgusu yapabilir pek çok bağımlı ülke faşist lideri. Ya da Ku Klux Klan, ABD'nin beyaz ırkçı geçmişi dışında, ırk üstünlüğü dışında imparatorluk geçmişi hayalini satamaz. Ama "ABD'nin dünya liderliği"ni satarak kitleleri pekala arkasına takabilir.
 
Dolayısıyla bu pek çok faşizmi analizde işe yarayabilir ama faşizmin olmazsa olmaz şartı olarak ileri sürülemez.
 
Kaldı ki Erdoğan faşizmi Osmanlı imparatorluk geçmişi hayalini, gelecek kurgusunu dayandırarak kitlelere satabiliyor. Bunu Hitler-Mussolini kadar başaramaması parlamenter uzun geçmişinden gelen bir sonuçtur. Fakat önceli partiden başlayarak yaptığı bir şey.
 
İkinci şart, faşizmde karşı-devrimci yıkıcılık tabii ki şarttır. Sadece Hitler-Mussolini değil, diğer faşist hareket ve iktidarlar da devlet ve kitlesel terörle, saldırdıkları burjuva gericiliğinin eski kurumlarını ya tamamen veya büyük ölçüde yıkmışlar, yıkıcı olmuşlardır.
 
İşçi sınıfı ve ezilenlerin kazanımlarını, demokratik, devrimci ve komünist örgütlerini baş düşman almışlar, bu kazanımları da tamamen ezmişlerdir.
 
Fakat, kitle desteği zayıf olduğu yer ve zamanda, bazen diğer faşist partilere, hatta daha istisna da olsa burjuva liberalizminin temsilcisi sosyal demokratlara bir süre legal çalışma izni vermişler. Ya da kitle tabanı gerileyince vermek zorunda kalmışlardır. Bulgaristan'da 1923 hükümet darbesiyle işbaşına gelen Çar Boris faşizmi, bazı faşist hareketlere koalisyon hükümetinde yer vermek, sağ sosyal demokratlara sonradan bir süre çalışma izni vermek zorunda kalmıştır.
 
Erdoğan faşizmi ise, iktidarda kalabilmek ve tek başına iktidarı gaspetmek için liberallerden MHP ve Perinçek'e, Gülenciler'e kadar ittifaklar kurmak zorunda kalmış. Ama geçmişin kurumlarını, yetkisiz ve etkisiz kılarak, legal demokratik parti ve kitle örgütlerini ise adım adım tasfiye ederek karşıdevrimci yıkıcılığında ilerlemeye devam ediyor. Bölgede uluslararası ilişki ve kurumlara karşı da işgaller ve savaşla yıkıcılığını sürdürüyor.
 
Bunu 1930'lar faşizminin hızında ve düzeyinde yapamaması karşıdevrimci yıkıcılığının Erdoğan rejiminin temel özelliği olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Elbette faşizmin temel bir özelliği budur.
 
Dolayısıyla tarihsel ve ulusal koşullara göre farklılıklar taşıyan ideolojik ve programsal ayrılıkları olsa da faşizmin temel özelliği, burjuvazinin siyasi krizini gidermede açık terörist diktatörlüğe geçerek, demokratik kazanım ve örgütlenmeleri tasfiyeye girişmesi, eski yönetim biçimini büyük ölçüde veya tamamen bir kenara atmasıdır.
 
Dolayısıyla Hitler ve Mussolini faşizmleriyle aynı ölçüde ve hızda yapamasalar da, günümüzün neofaşist hareketleri, açık terörist diktatörlüğe geçen iktidarları, bunun Türkiye'deki örneği Erdoğan rejimi, faşisttirler.
 
Otoriterizm teorisi bu gerçeği liberal yönde bozarak antifaşist mücadeleye zarar verdiği gibi, Toscana -Saraçoğlu'nun, iki şartı mutlak koyulukta ileri sürerek, günün faşizmlerini henüz değiller diye niteleyen teorisi de zarar veriyor.