Mülteciyi değil faşizmi kov
Çok açık söylemeliyiz; Suriye'deki savaşın, İdlib'deki Türk askerlerinin öldürülmesinin sorumlusu Suriyeli mülteciler değildir. Onlara sorumlusu olmadıkları bir savaşın faturasının kesilmesine asla izin vermeyelim. İdlib savaşı, Erdoğan'ın faşist rejimini, burjuva devletini kurtarma savaşıdır.
Suriyeli mülteci gençlerden ikisi, Pazarkule sınır kapısında kendilerine uzatılan mikrofona, İdlib savaşını kast ederek "Buraya geldik millet, 'Bizim askerler Suriye'de ölüyor. Siz burada ne yapıyorsunuz' diyorlar. Sanki biz size 'Gidin bizim yeri kurtarın' dedik. Bizim yeri kurtarmaya gitmediniz. Siz kendiniz için gittiniz" diyordu. Aslında faşist şeflik rejiminin İdlib'deki amacını, işgal savaşını gayet net ve açık anlatıyorlardı. 8 yıldır Türkiye'de yaşadıklarını, sürekli çalıştıklarını ancak ellerinde avuçlarında hiçbir şeyin olmadığını anlatarak neden Avrupa'ya gitmek istediklerini de açıklıyorlardı. Bu iki Suriyeli gençten birinin gözaltına alındığını, AKP eski milletvekili Şamil Tayyar'ın, faşist Süleyman Soylu'ya teşekkür ettiği Twitter mesajı ile öğrendik. Diğer genç hakkında da gözaltı kararı çıkartılmış. Şamil Tayyar'ın "Şu soytarıları Suriye'ye geri bırakın" diyerek hedef gösterdiği gençlerin, Suriye'de cihatçı çetelerin işgali altındaki bölgelere gönderilme ihtimali çok yüksek. Türk devleti daha önce bunu defalarca yaptı. Eğer böyle olursa, bu da onlar için işkence ya da ölüm demek.
Suriye'de gerici iç savaşın başlamasından bu yana milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı. İlk geldikleri ülke de Türkiye'ydi. AKP iktidarı, mültecileri "büyük bir sevgi ve dostluk" ile kabul ettikleri yalanını sürekli kullandı. En son Efrîn ile Serêkaniyê ve Til Ebyad'daki işgallerinin gerekçesini, "Suriyeli mültecileri güvenli hale gelen evlerine, topraklarına yerleştirmek" yalanıyla açıklamıştı. Kirli politik amaçlarına malzeme yaptığı mültecilere dönük düşmanca politikasında çıtayı ne kadar yükselttiğini, son birkaç gündür görüyoruz. 28 Şubat'tan bu yana Yunanistan sınırında insanlığın utanç manzaraları yaşanıyor. "Sınır kapıları açıldı" denilerek otobüslerle Edirne'de sınır hattına taşınan binlerce mülteci, açlık, soğuk ve yağmura karşı yaşam mücadelesi veriyor. Basına yansıyan bilgilere göre, 5 mülteci yaşamını yitirdi. Birini Yunan polisi vurarak katletti, 4'ü de Meriç'te devrilen botta boğuldular. İnsanlar adeta iki ateş arasına atıldı. 8 yıldır yaşadıkları her türlü aşağılanma, sömürü, hakaret, linç girişimi yetmemiş gibi, şimdi de AKP ile AB'nin kirli pazarlıklara dayalı anlaşmalarının faturasını ödüyorlar. AB ve üye devletler, bugüne kadar Erdoğan hükümetine "mültecilere yardım" adı altında mali destek sunarak onun işgal ve savaş politikalarına ortak oldular. Şimdi de sınırlarını kapatıyorlar.
İç politikada ise mülteciler tam bir günah keçisi. Her kötülüğün müsebbibi onlar. Artan işsizlik ve yoksulluğun, derinleşen ekonomik krizin, her gün gelen zamların, artan tacizlerin… Şimdi de İdlib'deki Türk askerlerinin ölümünün sorumlusu tutularak hedef gösteriliyorlar. Özellikle Suriyeli mülteciler bugüne kadar defalarca linç girişimlerinin, linç saldırılarının hedefi oldu. Basit hırsızlık gibi adli vakalar bile lince, linç girişimine dönüştürüldü. İktidar bu nefreti ve şovenizmi özellikle örgütledi. Böylece, ihtiyaç duyulduğunda sokağa salınacak, halk üzerinde korku yayacak hazır bir baskı gücü de oluşturdu. Birkaç gündür meydana gelen linç girişimleri ve saldırılar ile AKP'nin ektiği tohumların meyvelerini aldığını görüyoruz. Savaşa karşı söylenen sözler bile mültecilere yönelik düşmanlığın, nefretin gölgesi altında kirleniyor. Oysa çok açık ki, faşist şef Erdoğan, yarattığı ırkçı ve şovenist dalganın etkisiyle mültecilerin gönderilmesinin toplumsal rızasını da oluşturmayı amaçlıyor.
Çok açık söylemeliyiz; Suriye'deki savaşın, İdlib'deki Türk askerlerinin öldürülmesinin sorumlusu Suriyeli mülteciler değildir. Onlara sorumlusu olmadıkları bir savaşın faturasının kesilmesine asla izin vermeyelim. İdlib savaşı, Erdoğan'ın faşist rejimini, burjuva devletini kurtarma savaşıdır. Suriye'de iç savaş başladığında iki amacı gerçekleştirmek istiyordu. Birincisi; "Emevi Camii'nde cuma namazı kılmak" olarak tanımladığı, Esad rejimini devirmekti. İkincisi de, Rojava devrimini boğmak ve Kürt halkının statüsünü yok etmek. Dokuz yılın sonunda görüldü ki; istediği iki amaca da ulaşamadı. Şimdi, faşist İslamcı çetelerinin elinde tek kalesi kaldı: İdlib. Bu kale, aynı zamanda Erdoğan'ın da kalesi. Kale düşerse, Erdoğan da kaybedecek. Bu nedenle de kaybetmemek için işgale, savaşa karşı söz söyleyen herkese her türlü düşmanlığı yapabilir. Savaşa karşı tek bir söz söyleyen herkes iktidarın hedefinde olacak. "Savaşa hayır" demek, İstanbul Valiliği'nin bir kararı ile yasaklandı. Bu yasaklamaya ek olarak, savaşı destekleyen faşist gösterilerin düzenlenmesi de gündemde.
Bu nedenle savaş ve işgal karşıtı mücadele, aynı zamanda faşist şeflik rejimine karşı da mücadele. İşgal karşıtı mücadeleyi, doğru ilkeler üzerinden yürütmek, faşizme karşı mücadeleyi de güçlendirecektir.