3 Ekim 2024 Perşembe

Mazlum Diyar Serhat yazdı | Baldıran zehri onların, zafer geçitleri bizim olacak

Faşizm, "mali sermayenin en açık diktatörlüğüdür" tanımına uygun biçimde her alanda, her düzeyde daha kapsamlı saldırılara hazırlıyor kendisini. Sermaye oligarşisine güvence vermek ne anlama geliyor, yılların birikimi olan ve dişe diş direniş ve mücadelelerle kazanılmış demokratik hak kırıntılarının yasal düzeyde de tasfiye edileceği, yeni sömürü ve saldırı politikaları için yasal engellerin de ortadan kaldırılacağı, neoliberal politik ekonomik programını pervasızca uygulayacaklarını ilan ediyor faşist şef.

İşbirlikçi tekelci Türk kapitalizminin seyrüsefer halinde duraklama ve tornistan halleri son haftaların aktüel konusu olarak gündeme yerleşti. Bir tarafta kelle alınıp kelle verilirken, birilerine diz çöktürme operasyonları yürütülür, kapalı kapılar ardında izlenecek, atılacak yeni adımların parametreleri dikte edilirken, işçi sınıfı ve emekçiler ise bu gelişmeleri uzaktan izler gibi görünüyor.

"Ekonomide pik yapan", "Türkiye'nin önlenemeyen yükseliş dönemi" teranelerinden dem vuran ve en son AKP basını tarafından "dünyada ilk 10'a girmeyi başaracağız" martavalları köpürtülürken, iklim birden bire tersine döndü. Tüm bu ''uçuş ve yükselişin'' mimarı damat Berat, "at izi it izine karıştı. Allah sonumuzu hayır etsin" diyerek, kısa politik yaşamını icra edip inzivaya çekildi. Merkez Bankası başkanını görevden almanın, bakan krizine yol açması izaha muhtaç elbette. Meselenin bu kadar basit olmadığını söylemekle başlayalım.

Türk burjuva ekonomisi AKP ve faşist şef Erdoğan'ın elinde yolun sonuna geldi. Kur ve altın fiyatlarının önlenemeyen yükselişi artık ne dış güçler, ne de dolar lobisi gibi ucuz demagojilerle izah edilemiyor. Faiz-enflasyon baskısı ile döviz-altın hareketinin günlük ekonomik faaliyetteki somut karşılığı işbirlikçi tekelci burjuvazinin yeni ve eski iki kanadı arasındaki rekabette saklıdır. Ve bu artık, politik İslamın uzatmalı iktidar sürecinde palazlanan açgözlü, ihale beslemesi MÜSİAD-TOBB sermayesi ile TÜSİAD sermayesi arasındaki "balayının" nihayete ermesidir.

Faşist şef Erdoğan, bu süreci uzun tutma karşılığında damadını diyet olarak verdi. Berat Albayrak istifasını hazırlarken, Erdoğan çoktan pazarlık masasına oturmuştu. İstifa mektubu sosyal medyada dolaşıma sokulduğu sıralarda Erdoğan, İstanbul'da Nurettin Canikli ve Merkez Bankası (MB) Başkanlığı'na yeni atadığı Naci Ağbal ile görüşüyordu. Şimdiye kadar izledikleri ekonomi politikalarından ciddi dönüş yapmanın parametreleri üzerinden yeni rotayı belirlediler. Basına yapacakları açıklamanın dilini ve kullanacakları kavramları dahi titizlikle kararlaştırdılar. Öyle ki, emperyalist sermaye merkezlerine ve işbirlikçi Türk burjuvazisinin temsilcisi TÜSİAD'a verecekleri güvence ikna edici ve inandırıcı olmalıydı. Toplantı sonrası Naci Ağbal, sanayi çevreleri ile ayrı ayrı, yerli ve yabancı banka ve finans temsilcileri ile birebir görüşmeler yaparak izleyecekleri yeni ekonomik politikaların güvencesini verdi. Hemen ertesi gün altın ve döviz fiyatlarındaki hızlı düşüş, doların 8.50'lerden 7.60'lara gerilemesi başta TÜSİAD olmak üzere emperyalist sermaye ve finans kuruluşlarının faşist şefin verdiği güvencelere ihtiyatı elden bırakmadan verdikleri olumlu yanıt olarak okunmalı. Emperyalist sermaye ve işbirlikçi burjuvazi ile vardıkları anlaşmaya bağlı olarak bizzat Erdoğan yeni dönemin parolalarını açıklamaya koyuldu. Ekonomik krizi yönetilir halde tutma yöntemlerinden birisi faiz artırımına gitmektir, ancak toplumsal yapının kırılganlığı nedeniyle bunu göze almayan faşist şef şimdi, ''Merkez Bankası yetkilidir, faiz artırmak dahil ne gerekiyorsa yapılacak" noktasına geldi. Faizleri yükseltmenin faturası, hem dolaysız temsilcisi olduğu yeni burjuvazinin kar oranlarını ve sermaye birikimini olumsuz etkileyecek, hem de işçi ve emekçilerin, tüm orta sınıfların borçla yürütmeye çalıştıkları yaşamlarını sürdüremez hale getirecek. Esas olarak da kritik dengede duran kitlesel tepkilerin önüne geçemez, kitleleri daha fazla zapturapt altında tutamaz hale geleceği için endişelenmesini bir yana bırakmak zorunda kalıyor bundan böyle.

Devamla; "Yerli ve uluslararası yatırımcıların kazancını kendi kazancımız olarak görerek, yatırımcılara her türlü kolaylığı gösterecek, desteği vereceğiz" sözleriyle yerli-milli demagojisinin sonuna gelmiş oluyor. IMF'siz IMF programı uygulanacak yani. Bu açıklamalara yeni MB Başkanı ile yeni Hazine ve Maliye Bakanı'nın açıklamalarını da ekleyerek bir tespit yaparsak, AKP ve faşist şef Erdoğan emperyalist sermaye ve işbirlikçi Türk tekelci burjuvazisinin TÜSİAD kanadı önünde diz çöktü, teslim oldu. Bilindik afra tafralar yok, ucuz kabadayı efelenmeleri yok, tam teslimiyet var.

Gelişmeler bu minvalde ilerlerken, Erdoğan TV ekranlarından duyurdu: "Gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakarlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız." İşin sonunun buralara varacağı öngörülebilir bir durumdu. Nihayet faşist şef de halklarımıza, "acı reçete"yi müjdeledi. Mali sermayeye teslim olmanın faturasını herhalde Erdoğan ödeyecek değildi, damadın kellesini verdi ya daha ne olsun. Tam da saray şanına uygun, vezirin kellesi gider şah kurtulur.

Ekonomik kriz koşullarında burjuva klikler arası rekabet ve dalaş arka planını oluştururken, "acı reçete", dolaysız biçimde sınıf mücadelesinin konusu haline gelir. İşçi ve emekçiler, yani emeği ile geçinmek zorunda olan milyonlar acı reçeteleri çok iyi bilirler. Bu, ilk elden vergilerin artması demektir. Tüketim malları, elektrik ve doğalgaz fiyatlarının artışıdır. Acı reçete, sağlık ve eğitim hizmetlerinin daha da pahalılaşması, düşük ücret ve güvencesiz çalışmanın daha da artması, işsizlik, yoksulluk ve sefaletin katlanması, küçük esnaf ve çiftçiyi kredi ve borç sarmalında büyük tekellere boğdurmak anlamına gelmektedir. İflaslar, ipotekler, birikmiş küçük tasarrufların faiz ve borç ödemeleri ile talan edilmesi, araç ve ev kredilerinin geri dönüşümünde artan faizlerle emekçilerin tefeci banka sistemleri içinde öğütülmeleri demektir.

Acı reçete Erdoğan'ın dediği gibi "devlet ve milletçe fedakarlık yapmak" değil, işçi ve emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların, işsizlerin kursağındaki son lokmanın devlet zoru ile gasp edilmesidir. Bu yolla ezilenler hem ekonomik krizin tüm faturasını üstlenmek zorunda bırakılıyor, hem de işbirlikçi burjuvazinin iki kesiminin birden kar haneleri şişiriliyor.

Peki bu nasıl olacak? Covid-19 pandemisi nedeniyle yaşamları iyice zorlaşan, işlerini kaybeden ve hatta iş aramaktan ümidini kesen yoksul milyonlar 'acı reçete'yi nasıl kabul edecek? "Ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz" vaadi toplumun hangi kesimine veriliyor? 'Acı reçete' ile baldıran zehri içirtilecek işçi ve emekçi milyonlara, hiç olmazsa demokratik haklar genişleyecek, reformlarla biraz daha rahatlayacaksınız mı deniyor? Politik özgürlük kapsamında düşünce ve ifade, eylem ve örgütlenme özgürlükleri mi tanınacak? Yoksa ekonomik politikalarda sermaye oligarşisine boyun eğen faşist şef, 'acı reçete' dayatmasına teslim olmayan işçi ve emekçilerin direnişini ezecekleri konusunda sermayeye siyasal güvence mi veriyor?

Normal koşullarda 'acı reçete' ile 'reform' yan yana gelmesi olanaklı olmayan kavramlardır. Çok açık ki ekonomik saldırganlık ile siyasal zorbalık birlikte hayata geçirilecek. Toplumun en küçük direnç noktalarına varıncaya kadar polis ve yargı seferberliği ile felç edilecek. Faşizm, "mali sermayenin en açık diktatörlüğüdür" tanımına uygun biçimde her alanda, her düzeyde daha kapsamlı saldırılara hazırlıyor kendisini. Sermaye oligarşisine güvence vermek ne anlama geliyor, yılların birikimi olan ve dişe diş direniş ve mücadelelerle kazanılmış demokratik hak kırıntılarının yasal düzeyde de tasfiye edileceği, yeni sömürü ve saldırı politikaları için yasal engellerin de ortadan kaldırılacağı, neoliberal politik ekonomik programını pervasızca uygulayacaklarını ilan ediyor faşist şef.

Dünden farklı yeni bir mücadele dönemine giriyoruz demektir bu. AKP-MHP faşizmi yeni neoliberal saldırı programının hazırlıklarına başlamış durumda. Karşı saflarda işçi ve emekçiler cephesinin de bir mücadele programı oluşturması sınıf mücadelesinin kuralı gereğidir. Devrimci ve sosyalistlerin öncülüğünü, önderliğini üstlenmekten kaçınamayacağı bir sürece giriyoruz. İşçi sınıfı ve emekçilerin içinde bulundukları dezavantajlar umut kırılmasına yol açmasın. Tekil ve parçalı devam eden direnişler, AKP-MHP faşizminin uykularını nasıl kaçırıyor ve bu direniş adalarının birleşerek büyük bir kitle mücadelesi halini almasından nasıl korkuyorlarsa, korku gibi cesaret de bulaşıcıdır diyerek direniş mevzilerini büyütmek gerekiyor. Tekil direnişlerle dahi kazanımların mümkün olduğunu gösteriyor son işçi eylemleri.

Devlet-halk çelişkisi ile burjuvazi-proletarya çelişkisinin birbirini besleyeceği bir dönem bu aynı zamanda. Faşizme karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesinin tek programda buluştuğu muazzam imkanlarla girdiğimiz bir dönemdir bu. Un, şeker, yağ denklemini andırırcasına bir mücadele programı, birleşik direniş örgütleri ve öncü irade ile AKP-MHP faşizmine ve uşağı oldukları sermaye oligarşisine diz çöktürebiliriz. Umut biziz, umut direnişte.