25 Kasım 2024 Pazartesi

Kılıç şakırtıları

Türlü nedenlerle ezilenler cephesinde yeter ki AKP gitsin hissiyatına hayırhah yaklaşanlar da var ve kendilerini düz bir karşıtlığa kilitlemiş durumdalar. Bu eğilim gayet tehlikelidir. Bir uçurumdan diğer uçuruma savrulmadır. Oldukça da acizlik içerir. Türkiye emekçi solu bu kadar çaresiz olamaz. Köpürtülmüş bütün siyasal durum analizleri rejim içi ekiplerden birine eklemlenmekle son bulacaktır.

Şehir Üniversitesi vesilesiyle Erdoğan-Davutoğlu çekişmesi biçiminde yansıyan ve giderek amansız bir hesaplaşmaya dönen tartışmada olayın önemi talidir. O tür binlerce gayri kanunilik var ve çetelesini tutmak imkansız.

Peki bu restleşme bir savaş ilanı mı?. Devlet Başkanı, muarızı saydığı Davutoğlu'na "malum zat" diyen Erdoğan, onu alenen dolandırıcılıkla suçluyor. Davutoğlu ise hırsızlık, kayırmacılık ve aile saltanatı suçlamasını yöneltiyor. Ancak yer yerinden oynamıyor ve henüz yasal süreçler başlatılmıyor. Çünkü daha başlangıç ve turpun büyüğü heybede. Bundan sonraki rauntlar şimdiye kadar olandan daha kanlı ve tasfiye edici olacaktır.

Hatırlayalım; bir vakitler, Ahmet Davutoğlu henüz kudretliyken TV'lere çıkıp "hasta tutsakları bizzat ben tahliye ettirmedim" derken, Kürdistan halkını "Beyaz Toros"la tehdit ederken ve elbette bütün AKP camiasının 'Hoca'sı iken televizyon kanallarına 'Davutoğlu' soyadının hasıl heceleneceğini ve hangi heceye nasıl basılacağının dahi talimatla bildirmişlerdi. Hey gidi günler deme için değil bu detay. Saltanat kayığına binen kibirli bir vasatın fonetiğe müdahalesindeki iptidailiğe vurgu için.

Adlı adınca mesele şudur: Erdoğansız AKP projesinin müellifi, mimarı ve uygulama heveslisi bizzat Davutoğlu'dur. 'Hoca' denilen günlerde, kendi iç teşkilatını kurarak AKP'yi ele geçirmeye çalıştığı nettir. Dolayısıyla vakti gelince, o ölçüde bir reaksiyonla karşılaşmıştır.

Davutoğlu ekibinin ve muhtemel partisinin bir AKP hizbi gibi davranacağını ve oradan oy devşirmeye çalışacağını vurgulamıştık. Mukaddesatçılıkla birlikte yeni Osmanlıcı-milliyetçi hasebiyle bu tırtıklama faaliyetinin MHP'yi de kapsadığı ortaya çıkıyor ve zaten oradan da galiz ifadelerle yüklü karşılıklar alıyor.

Davutoğlu bir tür siyasal selefilikle, AKP'nin şimdiki zamanının karşısına AKP'nin kuruluş dönemindeki davranış çizgisini çıkarıyor. Yani Clinton'nın çerçevelediği güdümlü politik İslamcılık. Malum, bu gibi isimler devlet dersinde büyüdüler ve ABD'yi her zaman sola tercih ettiler ki Türkiye pratikleri tamamen böyleydi.

Davutoğlu'nun bunca reaksiyon almasının sebebi AKP'yi içeriden parçalama tutkusu. Üstelik şimdi şahsi kariyerini bitirmek pahasına buna sonuna dek asılacaktır. Davutoğlu akademisyen kökenli ve kendine sevdalı, kendisiyle dolu biri olduğu pek çok detayda ortaya çıkıyor. Herkesi öğrencisi sayıyor ve yine kendisince bir "Altın Nesil" yetiştirmeye çalışıyor. Bu muallim havası ve çokbilmişliği bir özgüven görüntüsüne yol açmakla birlikte manipülasyona son derece açık bir sıradanlıkla harelenmiştir. Bütünüyle reaksiyonerdir ve AKP ne zaman ona yönelse ses vermektedir. Hakkında dolandırıcılık ithamı yapılır yapılmaz kurumlu bir sosyal medya manifestosuyla ses vermesi de bu nedenle.

Davutoğlu'nun vizyonu milliyetçi-mukaddesatçı faşizmden zerrece ileri gitmez. Kafa yapısı ve şekillenişi tamamen böyledir. Ancak onu bir günah keçisine çevirmeye çalışanların kurnazlığı da gözden kaçmamalı. Davutoğlu da "sırları ifşa" tehdidini öne çıkarıyor ve mesela Rus uçağının düşürülmesi talimatını Erdoğan'ın verdiğini faş ediyor.

Bu çatışma artarak sürecek. İktidarın bir tür bağışıklık kazandığı Kürdistan'daki harp siyaseti seyrelirse, gündem o gibi başlıklara kilitlenmezse olağandışı iç hesaplaşmaların birdenbire kamusallaşması kaçınılmaz. Ötelenebilecek ancak bu başlık bir siyasal fatura olarak iktidarın önüne çıkarılacaktır. Davutoğlu "zenginleşme" saldırısı, oligarşi iması ve "devlet ahlakına sahip olmama" ithamı, olağan şartlarda kıyameti koparacak başlıklardır.

Politik İslamcı çekirdeğe seslenen ve AKP liderliğini AKP geleneğine ihanetle suçlamaya varan Davutoğlu çıkışı karşılıklı hırpalamalarla sürerken Erdoğan'ın eli ve imkanları daha rahattır. Ancak mesele sadece seslenme imkanlarının çokluğuyla ilgili değil. Davutoğlu, Türkiye'nin çok kritik bir döneminde ve oldukça keyif aldığı bir Başbakanlık yaptı, bütün kararlarda imzası var ve kritik meselelerde kıpırdayamaz. Kendi kariyerizminin kurbanıdır. Dolayısıyla geniş kitlelerin çekirdek çitleyerek izleyeceği bu kapışmada Davutoğlu'na, sırf Erdoğan karşıtı diye herhangi bir misyon yüklemek son derece yanlıştır.

AKP'nin Kürdistan'da yapıp ettikleri, emekçilere karşı tutumu, Şehir Üniversitesi'ne tahsis edilen araziden çıkarmak dahi mümkün. Binlerce işçiyi işsiz bırakan, üzerilerine polisi salan iktidarın özelleştirme kapsamında darmadağın ettiği TEKEL binalarından biridir, Davutoğlu'nun akademik ahbaplarına hibe edilen.

Erdoğan'sız AKP projesi post-AKP projesiyle iç içe geçmiştir. AKP, devlet faşizmini amansızca sürdürmekten başka bir imkana sahip değildir. Yaptıklarının yapmayı sürdürerek bir süre daha iktidarını sürdürür. Zweig'ın klişeleşen "Amok Koşucusu" benzetmesine başvurmak meseleyi çerçeveleyecektir. Ancak sistemin kendi içinde de AKP ve Erdoğan dışı seçenekler etrafında bir koalisyon görüntüsü oluşmaktadır ve elbette faşizmde hiçbir iç gelişme yoktur ki dış bağlantılara sahip olmasın.

Defaatle belirttik: Faşizmin şu fraksiyoner biçimin, başka faşist ekiplere dahi nefes aldırmamaya varan bir amansızlık taşır. Eşitlik ve özgürlük arayan ezilenlere dönük pervasızlığı çok daha keskin ve Türkiye'nin yakın tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Bu tür siyasal iklimlerde, gerçek bir devrimci demokratik cephe kurulamadığında şunlar görülebiliyor: 'Yeter ki AKP gitsin, gerisi önemli değil' veya 'AKP dışında her seçenek kötünün iyisidir.' Uç veren İYİP, CHP yahut diğer parti seçenekleri bunu durmaksızın köpürtürken halkçı demokratik imkan ve yönelimlerin kökünü kurutmaya çalışıyor. AKP'nin bilinen uygulamaları da buna nesnel bir zemin yaratıyor. Yazık ki türlü nedenlerle ezilenler cephesinde yeter ki AKP gitsin hissiyatına hayırhah yaklaşanlar da var ve kendilerini düz bir karşıtlığa kilitlemiş durumdalar.

Bu eğilim gayet tehlikelidir. Bir uçurumdan diğer uçuruma savrulmadır. Oldukça da acizlik içerir. Türkiye emekçi solu bu kadar çaresiz olamaz. Köpürtülmüş bütün siyasal durum analizleri rejim içi ekiplerden birine eklemlenmekle son bulacaktır. Hele milliyetçiliğin alıp yürüdüğü şartlarda.

Şunu açıklıkla görüyoruz: Bütün bileşenleriyle düzen tıkandı. Kimin kiminle kapıştığından, hangisinin daha kirli yahut haklı olduğundan bin kez önemli olan bu tıkanma ve çürümedir. Dava arkadaşlığından hırsız-dolandırıcı-ahlaksız suçlamalarına varan hiçbir siyasetin geleceği olamaz. Nefis terbiyesinden bihaber kariyeristlerin doluştuğu CHP'deki çatırdama da bundan farksız.

Sermayeyle, özel mülkiyet sistemiyle bulaşık bütün rejimlerin ve mahfillerinin varıp varacağı yer bu çürümedir; yine tümü kullanışlı olduğu sürece posaya çevrilir ve sonra tasfiyeye tabi tutulur; onlarla etkileşim, ilişki geliştirenlerin de bundan etkilenmemesi mümkün değildir.

Devrimci demokratik birleşik özgürlük cephesinin varacağı yer, siyasal özgürlüklerin garanti altına alındığı politik özgürlükler devrimidir ki onun esasını da faşizmin tasfiyesi oluşturur. Bunu inşa etmek hem kolay hem rejimin türlü manevralarıyla, akıl çelmeleriyle zor. Milliyetçilik basıncı o denli kuvvetle uygulanmaktadır ki, emekçi solun kimi bileşenler dahi bunu bir veri/girdi sayma, kabullenme stratejik hatasına savrulmaktadır.

Acınası olan, AKP'nin politik İslamcılığına atıfla, bir tür seküler milliyetçilik imalatıdır. Bunların tamamı felakete açılır ve evet özgürlüğe değil ama "nasyonal sosyalizme" varır. Türkiye emekçi solunun önümüzdeki dönem ittifak ve cepheleşme tartışmalarına bunlar da eklenmiştir ve milliyetçiliğin bütün biçimlerine dönük amansız pratik tutum kadar geçmiş analizleriyle sınırlı kalmayan yaratıcı teorik yenilikler yaratma yükümlülüğü omuzlarımızdadır. Anadolu halklarını yeniden imal edilmiş milliyetçiliklerin dağıtıcılarına terk edemeyiz; kurtuluş bütün ezilenlerin eşitlik zemininde buluşacağı özgürlük cephesidir ve bu muhakkak zafere ulaşacaktır.