24 Kasım 2024 Pazar

Kayıkçı: 1 Temmuz'da hayatı durdurup kent meydanlarına çıkacağız

İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının ardından sokaklara çıkan kadınlar 1 Temmuz günü hayatı durduracak. İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu'ndan İrem Kayıkçı, "hak, hayat, özgürlük, kurtuluş mücadelesi" verdiklerine dikkat çekti, 1 Temmuz günü hayatı durdurarak, kent meydanlarına çıkacaklarını söyledi. Kayıkçı, kadınların, "karanlığı yırtacak, umudu ördüğünü" vurguladı.

İstanbul Sözleşmesi, kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırıyı sürdüren erkek egemen devlet ile kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin son dönemdeki en önemli çarpışma gündemlerinden biri... 20 Mart 2021 gününün ilk saatlerinde sözleşmeden çıkma kararı aldığını açıklayan Tayyip Erdoğan ve onun temsil ettiği erkek egemen sisteme karşı kadınlar yürüttükleri mücadeleyi daha etkili bir biçime büründürecek.

İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu bileşeni kadınlar, sözleşmeden çıkışın onaylanacağı tarih olan 1 Temmuz'da hayatı durdurarak kent merkezlerinde eylemler yapacak. Fakat o tarihe kadar birçok eylem, etkinlik ve çalışmayla İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmeyeceklerini bir kez daha yüksek sesle haykıracak.

İstanbul Sözleşmesine yönelik saldırının ideolojik ve politik nedenlerini, sözleşmeyi savunmanın önemini, 1 Temmuz günü yapılacak eylemleri ve o güne kadar yürütülecek mücadeleyi İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu adına İrem Kayıkçı ile konuştuk.

BU BİR KADIN KURTULUŞ MÜCADELESİ

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılma kararının ardından kadınlar sokakları tutan bir irade ortaya koydu. Bazı kentlerde nöbet eylemleri hala devam ediyor. İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu olarak bugüne kadar nasıl bir mücadele perspektifiyle hareket ettiniz?
İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu'nun yazın özellikle Temmuz-Ağustos'ta yükselen tartışmalarını hatırlarsınız. AKP Meclis toplantılarına, Kabine toplantılarına sıkıştırılan, sürekli "sözleşmeyi feshedeceğiz", "sözleşmeden çıkacağız" saldırılarının arttığı bir süreçte, "izin vermiyoruz", "sokaklardayız", "susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz" sözümüzü güçlü söylendiğimiz bir yaz geçirmiştik.

Saldırıların tırmanmasıyla birlikte 5 Ağustos'ta yaptığımız büyük kadın buluşmasında, "izin vermeyeceğimize, haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıkacağımızı" söyledik. Bu bir kurtuluş mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesi...

İstanbul Sözleşmesi'nin özgün bir durumu var. 2011'de imzaya açılması, 2014'ten sonra yürürlüğe girmesiyle çok fazla övünülen bir sözleşme iken şu an geldiğimiz durumda, saldırıların politik ve ideolojik arka planı olduğunu görüyoruz. Buluşmalarımız ve sokağı zorlamamız Ağustos ayında kalmadı, bugüne kadar sokağı zorlayan, yerellerde, mahallelerde, birçok merkezi yerde kitlesel eylemlilikler düzenleyen kampanya grubu çalışması var.

Broşür dağıtımlarından, "İstanbul Sözleşmesi'nden neden vazgeçmiyoruz", "İstanbul Sözleşmesi yaşatır", "kimleri korur"a dair birçok detayı içeren, eylemlilikler, buluşmalar, forumlar düzenledik. İstanbul Sözleşmesi tartışmaları başladıktan sonra kadın cinayetlerinin, LGBTİ+ cinayetlerin, homofobik, transfobik ve siber zorbalıkların daha da arttığını görmek mümkün. Tabii ki tek sebep bu değil. Erkek egemenliğinin politik saldırıların olduğu bir süreç yaşadık ve bu saldırılar tırmandırıldı.

Bildiğimiz ama son süreçte alenen ortaya çıkan mafya-devlet ilişkileri ile hayatımızın hiçbir şekilde güvende olmadığı bir ülke atmosferinde olduğu bir kez daha gördük.

Tek bir adamın, bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının Avrupa Konseyi'ne bildirilmesi, daha büyük hamleler, daha büyük ve kitlesel eylemler yapmamız gerektiğinin sinyaliydi. Avrupa Konseyi'ne bildirilmesinden sonra 3 aylık bir süreç vardı. 1 Temmuz'a denk geliyor bu tarih.

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma tartışmaları ve özellikle de fesih kararının ardından mahkemelerden kadın katillerine, çocuklara yönelik cinsel istismar suçu işleyenlere yönelik tahliye ve beraat kararları yaygın bir şekilde uygulanmaya başlandı. Aynı zamanda kadınların eylemlerine yönelik devlet tarafından saldırılar yaşandı, bir taraftan da devletin erkekleri koruyan, kollayan yaklaşımlarına tepki gösteren kadınlar hedefe oturtulmaya başlandı. Son örneği Ezgi Mola. Tüm bunlara baktığımızda amaçlanan ne? Bu sadece bir fesih kararı değil gibi görünüyor.
Kesinlikle değil. İstanbul Sözleşmesi'nin fesih kararı hem devletin yönetememe krizi hem de kurmaya çalıştığı siyasi ittifaklar açısından önemli bir yerde duruyor. Bunu Ayasofya sürecinden sonraki birçok hamlede gördük. Git gide eriyen oylar, git gide derinleşen yöneteme krizi içerisinde; bunun içerisine pandemi krizi, ekonomik kriz, birçok farklı dinamiği eklemek gerekiyor. Bu süreçte saldırı alanlarının halkçı dinamiklere, sokağı daha çok kullanan kitlesel dinamiklere yöneldiğini görmek mümkün. Bu açıdan kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketi hedef tahtasına oturtulan mücadeleler oldu.

Sadece bir fesih kararı, yerli milli Ankara Sözleşmesi'ni getiririzden öte bir durumla karşı karşıyayız. Gayet politik, ideolojik bir hattan ilerliyor. Çünkü erkek egemen devletin, tüm kurumları, yargısından tutalım da kolluk kuvvetlerine kadar kadına yönelik şiddetin pohpohlandığı, körüklendiği bir durum söz konusu. Her zaman öylelerdi, fakat bu el arttırma süreci kendi krizlerini çözme hamleleri olarak görülmeli.

20 Mart gecesi çekilme kararının ardından 10 saat sonrasına koyduğumuz eylemdeki LGBTİ+, trans kortejine saldırmaları, gökkuşağı bayraklarını almıyoruz demeleri, bunların hepsinin belli bir alt yapısı, ideolojik toplum formasyonu olduğu çok aşikar. Sonrasında zaten ana akım medyadan, sosyal medya mecralarına kadar saldırıları normalleştiren, aileyi bozuyor, değerlerimize aykırı söylemlerinin, nefret suçu üreten bir yerde durduğunu gördük. Ezgi Mola örneğinde de geçen yıl ortaya çıkan Musa Orhan'ın tecavüz ve intihara sürükleme olayının, hükümet ve birçok farklı kurum ve kişi tarafından savunulması bunun en aleni göstergelerinden biri oldu. Taciz edebilirler, tecavüz edebilirler, bunlar kolluk kuvvetlerinden ise, devlet tarafından ise, hükümet yanlısı ise, koruruz biz ve siz bir şey diyemezsiniz demek istediler. Tacizciye tacizci, tecavüzcüye tecavüzcü, katile katil diyemezsiniz.

HİÇBİR KADIN YALNIZ KALMASIN DİYE MÜCADELE EDİYORUZ
Türkiye'de kadın hareketi, hiçbir kadın yalnız kalmasın, bunlar yeniden yeniden yaşanmasın diye ciddi bir mücadele veriyor. Özellikle İçişleri Bakanı'nın faili meçhul cinayetler yok, kadın cinayetleri azaldı diye bakanlık sayfasından pazar indirimi gibi sunduğu afişlerden sonra, hayır hiç de öyle değil faili meçhul cinayetler var, kadın cinayetleri var dedik. Bunun erkek şiddeti olduğunu söyledik. Fakat kadına yönelik şiddeti tartışırken erkek şiddeti demeyi tercih etmediklerini gördük.

Faili meçhul cinayetler var, kadınlar açısından da var. Mesela Yeldana Kaharman'a ne oldu, Nadira Kadirova'ya ne oldu, Rabia Naz'a ne oldu sorularını İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu yeniden yeniden gündeme soktu. Nadira Kadirova'nın, Yeldana Kaharman'ın, Rabia Naz'ın, Gülistan Doku'nun failleri hala serbest. Bu da gayet politik bir tutum, aynı zamanda bir gözdağı. Şu an İstanbul Sözleşmesi'ni tartıştırıyoruz. Önümüzdeki süreçte faili meçhul kadın cinayetler, taciz, tecavüzler arttıkça bunları soramayacak, sokağa çıkamayacak yere geleceksinizin de sinyali bütün bunlar.

1 TEMMUZ'DA KENT MEYDANLARINDA OLACAĞIZ

Kadın hareketi uzunca bir süredir sokağı terk etmiyor. Ama bunun da yeterli olmadığını bu sözleşmeden çıkılmasıyla görmüş olduk. Kadın hareketi bu duruma karşı ne yapacak önümüzdeki süreçte?
Hem yoğun, hem gergin ama kadın ve LGBTİ+ mücadelesi açısından dinamik ve öfkenin çok yoğun olduğu dönem söz konusu bizim için. 1 Temmuz'a giderken sadece oraya sıkışmadan, hak, hayat, özgürlük, kurtuluş mücadelesi veriyoruz. 1 Temmuz'dan sonra bizi bambaşka bir dönem bekliyor. Özellikle 1 Temmuz'u konuşacak olursak kitlesel bir eylem planlamamız var. Ağırlıklı eğilim İstanbul'da Taksim Tünel'de buluşmak şeklinde. Bu çarşamba Nahide Opuz davasının yıldönümünde bir çağrı metniyle eylem günümüzü, saatimizi, yerimizi, biçimimizi açıklayacağız.

Tüm yereller aktif bir biçimde İstanbul Sözleşmesi broşürünü dağıtıyor, forumlar, farklı eylem biçimleri, sticker, stencel, duvar yazılama çalışmalarını sürdürüyor. Birçok bileşen, örgütlü, örgütsüz kadınlar, LGBTİ+'lar yan yana gelerek yerellerde bu çalışmaların yayılmasını sağlıyor.

Karanlığı yırtacak, umudu örüyoruz. Yan yana durdukça güçlü olduğumuzu bildiğimiz uzunca bir süreç geçirdik. Hayatlarımız, haklarımız açısından belki şu an İstanbul Sözleşmesi'ni konuşurken daha sonra farklı haklarımızın gasp edilmesini yeniden yeniden konuşmak zorunda kalacağız. Bunları da görerek hem 1 Temmuz'da hem de 1 Temmuz sonrasında neler yapacağımızı İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu, Kadınlar Birlikte Güçlü olarak yeniden planlayacağız.

Şu an yerellerde çalışmalar devam etmekte. 12 Haziran'da İstanbul Yoğurtçu Parkı'ndan 14.30'da başlayacak bisiklet turumuz olacak.

YAN YANA DAHA GÜÇLÜYÜZ
"İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmiyoruz" sloganıyla belli merkezi yerlerde çadır nöbetleri yapacağız. Yerellerde kadın platformları ya da İstanbul Sözleşmesi tartışmalarından sonra oluşturulan grupların kendi özgül çalışmaları, İstanbul Sözleşmesini Uygula Kampanya Grubu ile koordineli bir şekilde ilerliyor. Birçok kentte 1 Temmuz'da merkezi yerlerde büyük kitlesel, "yürüyoruz", "yan yanayız" ve "daha güçlüyüz" fikrini örecek eylem biçimleri konuşuyoruz.

"İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz, bizimdir" pankartlarımızı Galata Kulesi'nden köprüye kadar her yerde sallanmışken, deniz altında da sallanıyorken, bir yandan da yerellerde balkonlarımızda kendisini var edecek.