Hanau: Katliam ve Göçmen Antifa ihtiyacı
Almanya İçişleri Bakanı Seehofer yaptığı ilk konuşmada "Merkezi garlarda, havaalanlarında ve sınırda polis varlığını güçlendireceğiz" dedi. Sanki faşistler dışarıdan Almanya'ya gelip saldırı yapacaklarmış gibi giriş çıkışlardaki denetlemeyi güçlendirmek istediğini açıklarken asıl niyetini de belirtmiş oldu: Polis devletini güçlendirmek! Dolayısıyla antifaşist mücadelenin belirleyici muhatabı düzen ve onun devleti olmaya devam etmektedir. Dar bir pratikçi antifaşizmin ötesinde yeni faşist hareketin bütünlüklü sistemini kavramadan yeni faşist hareketin yükselişi ve saldırısı durdurulamaz.
Almanya'nın Hanau kentinde iki mekana yapılan silahlı saldırı sonucu dokuz göçmen katledildi. Hanau katliamı, bir dizi faşist saldırı sonrası Almanya'da yeni bir döneme geçişin habercisidir. Saldırı sonrası oluşan antifaşist kitle dinamiği ise mücadele potansiyeline işaret ettiği kadar antifaşist ve göçmen hareketine şu an ki durumuna bir meydan okuma çağrısıdır.
YENİ FAŞİST YÜKSELİŞİN ZEMİNİ
Kapitalizmin yapısal krizinin kaygan zemini üzerinden yükselen yeni faşist hareket, farklı biçimlerde araçları devreye sokan, bu araçlarla birleşik bir saldırı sürecini başlatan konumda. Farklı araçlar ve işlevlerle, silahlı-silahsız, parlamentarist, kitle şiddetine dayalı veya milisi de içeren örgütler, birbirlerini besliyorlar, toplumsal meşruluk yaratıyorlar, kitle tabanını genişletiyorlar.
Almanya'da AfD, diğer AB ülkelerinde ise Kimlik ve Demokrasi (İD) bileşeni partiler, toplumsal meşruluğun geliştirici temel araçları. 2015'deki göç akımı sonrası oluşan PEGİDA gibi faşist kitle hareketleri içinde oluşan bu partiler, sistematik olarak AB'nin siyasal krizinin faşizm lehine çözümünün temsilcisi oldular. Belediyelere, federe ve federal parlamentolara seçildiler, "olağan" burjuva politikanın parçası oldular.
Bütün bu gelişmelere bağlı olarak "olağan burjuva politika" da sağ'a kaydı. En "Sol Parti" bile Almanya'daki yoksullaşma eğiliminden Merkel'in ılımlı göç politikasını sorumlu tutulabileceğini tartışmaya başladı. CDU-SPD Büyük Koalisyon'u, Almanya'daki geleneklerin (Leitkultur) savunulması gerektiğini belirtirken ırkçılığın zeminini sürekli besledi. Faşist saldırıların kat kat artmış olmasına rağmen "asıl tehdit solda" belirlemesiyle çalışan Anayasa "Koruma" Teşkilatı, kısaca düzenin bütün bileşenleri bu zeminin taşıyıcı unsurları oldular.
Kitle tabanı genişlerken, yeraltında faşist milis gücünü de geliştirmeyi ihmal etmedi. Bir tarafta ordu ve polis kompleksi içindeki yapılanmasını, diğer tarafta da Doğu Avrupa'daki faşist paramiliter çetelerle işbirliğini geliştirdi. Gizli tutulması mümkün olmadığı anda "operasyon" görüntüsüyle açığa çıkarılan ve yasaklanmak zorunda kalınan faşist "Combat18" çetesinin, Polonya ve Ukrayna'daki kamplarda eğitildikleri biliniyor. Hanau'nun da bağlı olduğu Hessen eyaletinde polis ve faşist yapılanmaların ilişkisi çokça gündem oluyor. En son Hessen Eyalet Başkanı Walter Lübcke'nin öldürülmesinden sonra yine bütün oklar eyalet polisini ve Anayasa Koruma Teşkilatı'nın kendisini gösteriyordu.
Nasyonal Sosyalist Yerlatı'nın (NSU) katliamlarında da bütün oklar Anayasa Koruma Teşkilatı'nın yaygın "Anayasa Koruma İnsanları" (V-Mensch) ve ajan-yardımcı ağına işaret ediyorlardı. Yargı sürecinde ölen tanıklar, açıklanmayan teşkilat raporları, cinayet yerlerinde görünen çalışanlar, hatta faşistlerin doğrudan AKT yardımcıları oldukları gerçeği, en hafif deyimle "sağ gözde kör olma" durumu, meşruluğun ötesinde Alman devletinin faşistlere doğrudan gelişim zeminini yarattığını, hatta yükselişi desteklediğini gayet net ortaya koyuyor.
HANAU KATLİAMI
Hanau katliamı, Hamm, Dresden ve bir çok farklı kentlerde gerçekleştirilen faşist saldırıları izledi. Katliam, planlı ve organizeli bir faşist saldırıdır. Saldırı, göçmenleri, özellikle de göçmen gençleri hedef almıştır. Mekanlar bilinçli seçilmiş, keşif yapılmış. Burjuva basının "psikolojik açıklaması" kitle tepkisiyle erken yenilgiye uğratılmış, saldırının ırkçı faşist niteliği ortaya konmuştur.
Nargile kafeler bilinçli seçiliyor; daha öncesinden burjuva basın ve politikadaki tartışmaların önemli etkisi var. Federal polis, nargile kafeleri göçmen kriminal merkezleri olarak ilan etmiş ve onları hedef göstermişti.
Hatırlanırsa, NSU katliamları da "dönerci" cinayetleri olarak adlandırılmıştı. NSU davasında da aileler suçlanmış, çeteler arası çatışmalar üzerinde durulmuştu. Daha sonrası üçlü katil hücresi açıklanmak zorunda kalınılmıştı. İki erkek şaibeli bir şekilde ölmüştü. Zaman içinde Anayasa Koruma Teşkilatı'nın sorumlulukları ailelerin ve antifaşistlerin yürüttükleri adalet mücadelesi sonucu teker teker açığa çıkarıldı, çıkarılmaya devam ediliyor. Anayasa Koruma Teşkilatı ise NSU, dosyayı 120 yıl sonra açıklamak üzere mühürlemişti.
Almanya hukukunda ölüm, dava engelleyici bir durumdur. Dolayısıyla eğer Tobias R. "tek fail" kalmaya devam eder ise dava düşer. Bütün veriler ve deneyler aksini ispat ediyor. Hiç kuşku yok ki, Tobias R. "yalnız değildi". Devlet, davanın üstünü örtbas etmek için elinden geleni yapacak, dosyayı tıpkı NSU dosyası gibi onyıllarca açılmamak üzere mühürlemek isteyecektir.
Hanau saldırısı ile ilgili gerçeklerin, devlet ve yeni faşist hareket arasındaki ilişkilerin, hareketin yapılanmasının ve örgütsel sisteminin teker teker açığa çıkarılması ancak adalet mücadelesi ile mümkündür.
SAVUNMA(SIZLIK)DAN ÇIKMAK! AMA NASIL?
Bütün bu olgulardan çıkarılacak en önemli sonuç, "devlete dayalı antifaşizmin" sınırlarıyla ilgilidir. Mücadeleyle ortaya çıkarılan her yeni belge ve gerçek, faşist hareketin gelişiminde burjuva partilerin ve devletin ya bir ihmaline ya da doğrudan ideolojik-lojistik veya örgütsel desteğine işaret etmektedir.
Aslında "faşist saldırıları nasıl engelleriz" sorusunda cevap vermesi gereken Almanya İçişleri Bakanı Seehofer yaptığı ilk konuşmada "Merkezi garlarda, havaalanlarında ve sınırda polis varlığını güçlendireceğiz" dedi. Sanki faşistler dışarıdan Almanya'ya gelip saldırı yapacaklarmış gibi giriş çıkışlardaki denetlemeyi güçlendirmek istediğini açıklarken asıl niyetini de belirtmiş oldu: Polis devletini güçlendirmek! Dolayısıyla antifaşist mücadelenin belirleyici muhatabı düzen ve onun devleti olmaya devam etmektedir. Katliamla ilgili kuşkular var ise, sorulması gereken sorular var ise, adres bütün teşkilatlarıyla devlettir.
Saldırı sonrası göçmenler içinde bir korku rüzgarı esti. Bu rüzgar esasen gücünü örgütsüzlükten alıyor. Almanya'da klasik antifaşist hareket göçmenleri, özellikle de göçmen gençleri kapsayamıyor. Etki gücü zayıf göçmen hareketi de göçmenlerle buluşmada tutuk olunca ve yerli antifaşist hareket ile aynı kanala akmayınca, toplam tabloda bir savunmasızlık ortaya çıkıyor.
"Migrantifa" (Göçmen Antifa) tartışması, göçmenlerin kendilerini bir siyasal güç olarak örgütleme ihtiyacının yakıcılığı içinde doğdu. Tartışmanın esası göçmenlerin antifaşist mücadelede özneleşmeleriyle ilgili. Bu tartışmada zayıf kalan ama bir o kadar kritik olan sorun, göçmenlerin yerli antifaşist hareket ile birleşik eyleme geçmeleridir. Zira bu başarılmaz ise faşist saldırganlığa karşı antifaşist bir karşı koyuş örgütlenemez. Bu sorunda da yine kritik halka gençlerdir. Zira saldırıların hedefinde özellikle de göçmen gençler varlar.
Dar bir pratikçi antifaşizmin ötesinde yeni faşist hareketin bütünlüklü sistemini kavramadan yeni faşist hareketin yükselişi ve saldırısı durdurulamaz. Birleşik antifaşist karşı saldırı ancak antifaşist hareketin tüm bileşenlerinin durdukları yerlerinde değişim yaratmalarıyla mümkündür.
Zaman, göçmenler adına söz söyleme, tüm göçmenler adına faşizme karşı çarpışmaya hazırlanma, yerli antifaşist hareketle bağları güçlendirme ve özsavunmayı güçlendirme zamandır.