3 Ekim 2024 Perşembe

Fincancı: Sokağa çıkma yasağından değil sosyal devlet ilkesi ile kısıtlamadan bahsediyoruz

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Covid-19 salgını ile yasakçı bir zihniyet ile değil, bilimsel verilerle mücadele edilebileceğini belirtti. "Kapanma" çağrısı ile esas olarak sokağa çıkma yasağını değil, zorunlu olmayan alanlarda üretimin durdurulması, kalabalık ortamların azaltılmasını işaret ettiklerini kaydeden Fincancı, "Salgın bir güvenlik sorunu değildir. Sosyal devlet ilkesi ile hareket edilmeli" dedi.

Covid-19 salgını sürüyor. Üstelik, hükümetin sermaye odaklı aldığı kararlar nedeniyle salgın hızla yayılıyor, can kayıpları da artıyor. İşçi ve emekçiler ölüme mahkum edilirken, özveriyle çalışan sağlık emekçileri ise bu süreçte tükenme aşamasına geldi.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile Covid-19'un meslek hastalığı olarak tanınması, mücadele yöntemleri, Sağlık Bakanlığı ile görüşme taleplerine ilişkin konuştuk. Fincancı, Covid-19 ile mücadelenin "yasakçı" zihniyetle değil, sosyal devlet ilkesi ile alınacak kısıtlamalarla yürütülebileceğini belirtiyor.

Türk Tabipleri Birliği olarak Covid-19'un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi yönünde talepleriniz var. Covid-19 neden meslek hastalığı olmalı?

'ÇALIŞMA KOŞULLARI ÇOK UYGUNSUZ'
Aslında meslek hastalığı, iş kazası ve iş cinayetleri zaten Türkiye için çok sorunlu alanlar. Yalnızca salgınla başlayan bir şey değil. Meslek hastalığı tanımı ve yasal düzenlemelerde de ciddi sınırlılıklar var. Bir illiyet bağı kurma zorunluluğu tanımlanıyor. Çoğunlukla da illiyet, yani nedensellik bağı kurulmayıp meslek hastalığı kapsamında da değerlendirilmiyor pek çok sağlık sorunu. Biliyoruz ki çalışma koşulları çok uygunsuz. Başından beri kişisel koruyucu malzeme eksikliği vardı, ciddi sıkıntılar yaşandı. Sonrasında Sağlık Bakanlığı tarafından temin edildi belki ama bunların da niteliği ile ilgili soru işaretleri var.

Sağlık emekçilerine N95 maskeleri dağıtıldı peki bu maskelerin salgın için niteliği uygun mu? Biliyorsunuz birçok markayı Sağlık Bakanlığı dönem dönem, 'niteliğe uygun' değil diyerek piyasadan çekiyor. Sağlık emekçileri bu malzemeleri kullanıyor. Çalışma süreleri çok uzun. Pandemide özellikle viral yükün hastalığın hangi şiddette olacağını belirlediğini bildiğimiz koşullarda, bu viral yükü azaltacak çalışma koşullarının oluşturulması gerekiyor. Çalışma sürelerinin kısaltılması gerekiyor. Bu çalışma süresi içinde başvuran hasta sayısının sınırlandırılması ve daha çok sağlık çalışanının dönüşümlü çalışmasının gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bunların olmadığı için sağlık çalışanları nöbetle birlikte 36 saat çalışıyor. Salgınla mücadele etmek zorunda kalan sağlık çalışanları, ağır bir viral yükle hastalığı çok daha ağır geçiriyorlar. Yaşamlarını yitiriyorlar.

'SAĞLIK ÇALIŞANLARI VE AİLELERİNİN GÜVENDE OLMASI SAĞLANMALI'
Dünyada yapılan çalışmalarda sağlık çalışanlarının pandemiden 4.14 kat daha fazla etkilendiği kanıtlandı. Düşünün, mesleğinin başında olan sağlık çalışanları yaşamını yitirdiğinde, hiçbir sosyal güvencesi kalmıyor aile bireylerinin. Meslek hastalığı olarak kabul edilmesi tazminatların ona göre düzenlenmesini olanaklı kılacak, hem de yaşamını yitiren sağlık çalışanının geride kalan aile bireylerine tazminat ve sosyal güvence sağlanmış olacak. Bu nedenle ısrarcı olduk meslek hastalığı konusunda.

'130 ÜLKEDE MESLEK HASTALIĞI OLARAK KABUL EDİLDİ'
Çovid-19, 130 ülkede meslek hastalığı olarak kabul edildi ve uygulamaya geçildi. Tabii onların zaten meslek hastalığı tanımı ve kapsamları çok daha geniş daha hızlı adapte edebildiler. Ama Türkiye'de zaten meslek hastalığı sınırlılığı olduğu ve bir direnç söz konusu olduğu için hükümet bu konuda adım atmakta zorlanıyor. Ve bunu erteliyor. O yüzden biz bu ayı özellikle meslek hastalığına ayıralım istedik, bir duyarlılık gösterelim meslek hastalığını konuşturalım kamuoyunda istedik. Tabi ki tek başına TTB değil, sağlık meslek ve emek örgütleri hep birlikte bu sesi çıkarma kararı aldık. Gerek Türk Eczacılar Birliği olsun gerek Türk Diş Hekimleri Birliği olsun, sendikalar olsun özellikle de SES bu konuda bize katkı sunuyor. Ve birlikte mücadeleyi örmeyi çalışıyoruz.

'SALGIN BÜTÇESİ BİRİNCİ BASAMAĞI GÜÇLENDİRMELİ'
Bu yasal düzenlemenin gerçekleşmesi konusunda özellikle sağlık çalışanı olan milletvekilleriyle temasa geçtik. Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmeleri bu hafta gerçekleşecek. Sağlık emekçisi milletvekillerinden, hazırladığımız yasa tasarısını sunmalarını, yazdığımız metinleri okumalarını istedik. Aslında salgın bütçesi değil Sağlık Bakanlığı'nın bütçesi. Artışlar son derece düşük, salgın bütçesi birinci basamağı güçlendirecek bir bütçe olmalı. Ama birinci basamağa ayrılan payın sadece yüzde 1'lik bir artış olduğunu gördük. Bu da aslında Sağlık Bakanlığı'nın bu salgınla mücadelede, salgını hastanelerde karşılama davranışını yansıtıyor. Tedavi edici hekimlik ve sağlık hizmetlerine ayrılan bütçede artış görece daha fazla tabii ki tümünde yetersiz ama birinci basamağa kaynak ayrılmıyor olması ciddi bir sıkıntı. O yüzden hem bunu değerlendiren bir yazışma yaptık milletvekilleriyle hem de meslek hastalığını değerlendiren, onların da etkin rol alması gerektiğini ifade ettik. Umuyorum Meclis'in en azından gündemine gelecektir. Tabii Meclis ne kadar işlevli o da tartışılır.

İstanbul Tabip Odası, "İstanbul alarm veriyor, kapanma vakti" açıklaması yaptı. Hükümet, yanlış kararlarla salgını hızlandırdığı gibi sigaranın yasaklanması gibi "yasakçı" tedbirler de alıyor. Peki, Covid-19 ile mücadele nasıl olmalı, gerçekten sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli, insanlar evlerine kapanmalı mı?

'EVİNE KAPANMA DEĞİL TOPLU BULUNULAN ALANLARDAN UZAKLAŞMA'
Evet bunlar tartışılıyor, İstanbul Tabip Odası da 'İstanbul için kapanma vakti' dedi. Ama bu kapanma yanlış anlaşılabilecek bir ifade. Sokağa çıkma yasağı gibi anlaşılabiliyor. Oysa biz şöyle bir tanımlama yapıyoruz; bu evine kapanma değil ama toplu bulunulan alanlardan uzaklaşma. Dolayısıyla özellikle acil, zorunlu üretim dışındaki tüm üretimin durdurulması ve zorunlu üretim içinde olması gerekenlerin de toplu taşımayla fiziksel mesafeyi koruyabilecek koşullarda tanışarak hizmetin sunulması sağlanmalı.

'SALGIN BİR GÜVENLİK SORUNU DEĞİLDİR'
Bunun dışında tabi toplu bulunulan tüm alanların, AVM'lerin, toplu etkinliklerin vs. durdurulması. Ama bununla birlikte özellikle eve kapanmak değil fiziksel mesafeyi koruyabilecekleri, açık havada egzersiz yapabilecekleri yürüyüş alanlarının olması, yeşil alanların olması. ABD'de çok çarpıcı bir çalışma yapılmış. Yeşil alanı olan ve olmayan bölgelerdeki sınıfsal farklılıklara bağlı salgın yayılımı incelenmiş. Tabii ki dezavantajlı gruplar, sınıfsal fark nedeniyle işçi sınıfının yoğun yaşadığı bölgelerde salgın yayılımının ve olumsuz etkilerinin daha sık görüldüğü ortaya çıkmış. Ama yeterli yeşil alanı olan işçi sınıfı mahallelerinde bu sınıfsal farklılığın daha az olduğu, dolayısıyla hem salgın yayılımını yeşil alanın düşürdüğü hem de salgının ağır geçirme riskini azalttığı gösterilmiş. Ki bu çok doğru gerçekten. Biz evine kapan demiyoruz, biz insanların açık havada fiziksel mesafeyi koruyarak bulunabileceği ortamlarda bulunmasını talep ediyoruz. Dolayısıyla sokağa çıkma yasağı asla değil, zaten salgın bir güvenlik sorunu değildir. Salgınla güvenlik önlemleri alarak başa çıkamayız. Biz doğrudan olanakları sağlayarak bunu yapabiliriz.

'İNSANLARI KADERİNE TERK EDECEK BİR ÜRETİMİN DURMASINDAN BAHSETMİYORUZ'
Zorunlu olmayan üretim alanlarının durdurulmasından söz ederken özellikle günübirlik işlerde çalışanlar, taşeron firmalarda çalışmak zorunda kalanlar ve fabrikalarda çalışanların temel ücretlerinin ödenmesi, elektrik, su, ısınma gibi zorunlu giderlerin devlet tarafından karşılanmasından söz ediyoruz. Yoksa insanları kaderine terk edecek bir üretimin durması, çalışma ortamının durmasından söz etmiyoruz. Tabii bu üretim dursun derken esnafı da kastediyoruz bir yandan. Zorunlu tüketim maddelerinin satışının yapıldığı yerler dışındaki tüm yerler toplu bulunulan alanlar olduğu için mutlaka kapanması gerekiyor. Ama bu insanlara da temel ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir ücret sağlanmalı. Yani sosyal devlet ilkesi ile bir kısıtlama olarak tanımlanabilir. Kapanma yerine kısıtlama.

'EV İÇİ ŞİDDETİ ÖNLEYECEK MEKANİZMALAR DEVREYE SOKULMALI'
Tabii bunun yanı sıra şöyle bir sorun da var. İnsanların evde daha çok kaldıkları sürelerde, ev içi şiddette artış olduğunu gördük. Dolayısıyla ev içi şiddeti önleyecek bir takım mekanizmaları da devreye sokmak gerek. Sosyal çalışmalar aracılığıyla özellikle risk grubundakiler düzenli ziyaret edilerek gözlemlenmeli ve ihtiyaç duyulan tüm önlemleri almak gibi bir düzenlemeye gerek olduğunu biliyoruz.

'YAŞA DAYALI AYRIMCILIĞI ASLA KABUL ETMİYORUZ'
Yaşa dayalı ayrımcılığı asla kabul etmiyoruz. Yaşa dayalı ayrımcılık ileride daha çok etkilerini göreceğimiz olumsuz sonuçlarla karşılaşmamıza neden olacak. Sosyal iletişimin azaldığı koşullarda ileri yaştaki insanlarda bellek sorunlarının daha ağırlaştığını biliyoruz yapılmış çalışmalardan. Fiziksel anlamda egzersiz yapmamanın, düzenli yürüyüşe çıkmamanın hem var olan kronik sağlık sorunlarını arttırdığını hem de yeni sağlık sorunları ortaya çıkarabileceğini biliyoruz ve buna işaret ediyoruz. O nedenle özellikle 65 yaş üstüne getirilen sınırlamaların sıkıntılı olduğunu, bu süre içerisinde bu insanların fiziksel aktivitelerini sürdürebilecekleri ortamların oluşturulması gerektiğini biliyoruz.

'65 YAŞ ÜSTÜ SOKAĞA ÇIKMASA DA EVDEKİ NÜFUS ÇALIŞMAK ZORUNDA'
Ayrıca hiç unutmayalım ki, Türkiye'de özellikle devlet kaynaklı sosyal destek yeterli olmadığı için 65 yaş üstü insanlarımız çocuk bakıcılığı yapıyorlar; ailelerinin, gençlerin çocuklarına bakıyorlar. Ayrı bir evde yaşayabilme olanakları olmadığı için birlikte, kalabalık ortamlarda yaşıyorlar. Bu insanlar sokağa çıksın çıkmasın, zaten evine fabrikada zorla çalıştırılan işçi, AVM'de çalıştırılan satış görevlisi virüsü taşıyor. Dolayısıyla sosyal devlet ilkesi gerçekliğinde adım adım bunların gerçekleştirilmesi, planlanması salgının önlenmesi için zorunlu. Asla bir sokağa çıkma yasağı değil, kapanma dediğimizde öyle algılanmamalı. Kapanma aslında çalışma ortamlarının ve insanların temel gereksinimlerinin karşılanacağı bir ücretin de kendilerine düzenli olarak ödenmesi olması.

Yakın tarihte Sağlık Bakanlığı ile bir görüşme talebiniz oldu. Bu görüşmede Türk Tabipleri Birliği neler konuşacak, talepleri neler ve bundan sonra nasıl ilerleyecek?

'SAĞLIK ÇALIŞANLARININ HAKLARI İÇİN GÖRÜŞME TALEP ETTİK'
Sağlık Bakanlığı'ndan birkaç başlıkta görüşme talebimiz oldu. Birincisi özellikle üyelerimizin ve tüm sağlık çalışanlarının hakları ile ilgili olarak görüşmek istedik. Sağlık çalışanlarına yönelik de bir takım baskılar ve kısıtlamalar söz konusu oldu. İzinler, istifalar, emeklilikler kabul edilmeyecek denildi. Normal vatandaşın karantina süresi 14 gün iken sağlık çalışanlarının 10 güne indirildi, test yapılması zorunluluğu kaldırıldı. Bunları görüşmemiz gerekiyor. Birincisi, bu hastalığın daha geç dönem belirtileri olabiliyor, ciddi sağlık sorunları olabiliyor. Bunları gözeterek bir dinlenme süresi tanımlamak gerekiyor. İkincisi de test yapılmadan işe başlatmak çok büyük bir risk. Çünkü sağlık çalışanları bu kez risk taşıyor olabilir. Örneğin, kardiyoloji servisinde çalışan hekim Covid-19 pozitif olup da iyileşme süresi beklenmeden on günde işe başlatılır ve test yapılmazsa kardiyoloji servisine başka nedenle gelmiş 70-75 yaşında hastasına bulaştırma riski taşıyacak. Sadece sağlık çalışanları açısından değil, vatandaş açısından da risk oluşturuyor bu uygulama.

Meslek hastalığı talebimizi yenilemek istiyoruz. Önceki merkez konseyimiz de iletti, biz de ileteceğiz. Taslağımız da var elimizde. Taslağı sunacağız. Bu çalışmayı yapacağız.

'BAKANLIK DİNLER Mİ BİLEMEM AMA SESİMİZİ YÜKSELTİYORUZ'
Tabii ki salgınla başa çıkma yöntemleri konusunda önerilerimiz var. Birinci basamağın güçlendirilmesi. Bölgesel temelli birinci basamakla ve bugün yapılan gibi değil. Doğru bir filyasyonla, sadece temas taraması değil, ilk vakaya kadar ulaşan bir tarama ve karantina süreci için önerilerimiz var.

Burada da karantina ile ilgili şunu söyleyeyim; insanları evlerinde karantinaya alıyoruz. Bunlar başlangıçta bir kısmı hiç belirti göstermiyor, sonrasında da hiç olmayabiliyor. Ama belirti gösterenler de oluyor, daha geç belirti başlayanlar da oluyor. Bazen bakım ihtiyacı da oluyor. Evinde yalnız yaşayan bir insanın, bakımını karşılayacak koşulları olmayabiliyor. Bunun için örneğin Türkiye'de bulunan bütün yurtlar açılabilir. Bu yurtlar bakım evine dönüştürülebilir. Testi pozitif olanlar bu yurtlarda misafir edilip, bakımları sağlanabilir. Bu, durumu ağırlaşan, acilen hastane ihtiyacı olan hastaların daha hızlı hastaneye getirilmesi bakımından da kolay sağlar. Bu önerilerimizin hepsini Sağlık Bakanlığı'na ileteceğiz. Dinler mi bilemem ama biz zaten her yerde sesimizi yükseltiyoruz.