25 Kasım 2024 Pazartesi

Fedakârlık ve öncülük

Fedakârlık veya feda, öncü olmanın koşuludur. Partiler de bireyler de fedakârlık ya da feda güçleri ölçüsünde öncü olabilirler. Canını fedaya varan süreç, her günkü yaşam içinde sergilenen fedakârlıklar, bütünden bakma kültürü, ahlakı, pratiği tarafından yoğrulur. Kimi konulardaki kişisel özgünlüklerle, fedakârlık zayıflığı asla birbirine karıştırılmamalıdır.

Mehmet Akif'in, "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda" dizesini şiirine alıp, şöyle devam eder Ahmet Arif: "Yiğitlik, sen cehennem olsan bile/ Fedayı kabul etmektir,/ Cennet yapabilmek için seni,/ Yoksul ve namuslu halka./ Bu'dur ol hikayet,/ Ol kara sevda."

Kuşkusuz "politikacı" değiliz biz. Politik mücadele yürüten devrimcileriz. Sömürü düzenini ve burjuvazinin değişik biçimler alan diktatörlüklerini yıkmak için savaşıyoruz. O yüzden faşistler, sömürgeciler, burjuvalar baş düşman bellemişlerdir devrimcileri. Kimi an ve etapları değişik tempodaki yürüyüşle, kimi an ve etapları koşarak, her durumda dövüşe dövüşe geride bırakılacak, sarp, engebeli, dolambaçlı bir yolda ilerlediğimizi biliyoruz.

Emekli hobisi değil bu. "Devrimciliğini", "sosyalistliğini" emekli hobisi gibi yaşayanlar yok mu? Var elbette. Hiç aceleleri yoktur onların. Bellerini, kollarını incitmeyecek bir yumuşaklıkla çalışmaları gerekir. O yüzden, mesela çeyrek asır akıp geçer de parti olarak, grup olarak işkencehanelere, mezarlıklara, hapishanelere düşmez yolları. Kuvvetlerinin dövüşkenliği ve direngenliği, faşizm ve sömürgecilikle girişilen tek bir ciddi muharebe sınavından geçmemiştir. Kim söylemiş, bunun politik mücadele anlayış ve tarzlarının reformculuk tarafından belirlenmesinin ürünü olduğunu. Hayır, emekçi sol partiler, gruplar içinde en akıllısı, taktik ve strateji uzmanıdır onlar! Mesele bu akılda, bu uzmanlıktadır!

Biz, bu tip akıllılıktan uzak durmaya, uslanmayanların yolundan yürümeye devam edelim. Suphi'nin, Nejat'ın, Mahir'in, Deniz'in, İbrahim'in yolundan. Madem ki devrimciyiz, madem ki, "ihtilal", "kurtuluş", "özgürlük", "toplumsal adalet", "işçi-emekçi iktidarı", "halk cumhuriyetleri birliği", "sosyalizm" yazıyor bayrağımızda, zafer için dövüşelim. Söylediği gibi şairin: "Bu'dur ol hikayet,/ Ol kara sevda."

Kapitalist bir dünyada, yeni insanın ve yeni ilişkilerin mayası, kaynağı fedadır. En olgun örnekleri öncü ihtilalci kolektiflerin toprağında boy verir, orada yaşar, kendini orada üretir. "Feda", canını vermeyi de kapsar elbette, fakat onunla sınırlı değildir. İşçi sınıfının kurtuluşu, kadınların kurtuluşu, halkların kurtuluşu ve emekçi halk kitlelerinin özgürlüğe, mutluluğa ulaşması dışında bir karşılık beklemeden, bireysel ilgiyle bağlı sanat, spor, sağlık dâhil değişik çalışma ve etkinliklerden, alışkanlıklardan, bireysel kullanılan zamandan, gündelik rahatlıklardan, sevdiğin yerlerde ikamet etmekten, mesleğinden, okuldan, aileyle, sevgiliyle birlikte yaşamaktan, sağlığından fedakârlıkta bulunmaktır aynı zamanda. Bireyin, kendini kendi mülkü olmaktan çıkarmasıdır. Gönüllü mülksüzleşmedir.

Fedakârlık, bir boşluk değil, belirli bir yaşam görüşünün ve değer ölçülerinin yerine, başka nitelikte bir yaşam görüşünün ve değer ölçülerinin konmasıdır. Elbette kâğıt üzerinde değil, pratikte. Bireyden, bireyin çıkarından, rekabet ve kayıtsızlıktan bakma halinden, bütünden bakmaya geçiştir. Dayanışmayı, paylaşmayı, kardeşliği, birbirini tamamlamayı, zevk haline, ahlak ve kültür haline getirmektir. Kapitalist toplumun kuşatması altında ya da burjuvazinin zorba rejimleri koşullarında bunu başarmak, akıntıya karşı bıkmaksızın kürek çekmeyi gerektirir. Faşizmin, sömürgeciliğin azgın terörü, devrimin "beklenen" hızda ilerlemeyişi, yenilgi, hapishane ve ölüm korkusu nedeniyle umutsuzluk ve yılgınlığa kapılıp düzen karşısında teslimiyete yöneldiğinde, bu niteliklerinin zayıflamaya başladığını, bireyciliğin, mülkiyet ahlak ve kültürünün ruhunu zapt ettiğini görür insan. Hiçbir söz kalabalığı bunu örtmeye yetmez. Bireycilik, bencillik, mülk sahipliği ahlak ve kültürü, bir virüs salgını gibi cirit atar "eski devrimciler mezarlığı"nda! Onların arasından, belirli ölçüler içinde de olsa, pratikte "eski değerlerini" yaşatanların parmakla gösterilmesi, bu duruşları nedeniyle içtenlikli, nitelikli ilişkiler kurulması tesadüf değildir.

Fedakârlık, devrimci için bilinçli eylemdir. Alışkanlıklarını, duygularını, insani zaaflarını yöneterek başarılır. Salt ölümle yüz yüze geldiğimiz anlarda veya ölüme çok yakın duracağımız görevlerde, hapishane tehdidi altında yürütülen çalışmalarda değil, daha sıklıkla, her günkü devrimci çalışmaların olağan akışı içinde çıkar karşımıza. Orada şekillenip en ileri feda biçimlerine hazırlar insanı.

Bir düşünelim:

Parti, dernek, sendika gibi kurumların, gelip gidecek üyeler ve gönül bağıyla bağlı insanlar için veya ilk kez gelecek insanların yeniden gelmeyi isteyeceği tarzda, sabah vaktinde açılması, derli toplu hale getirilmesi ve akşama doğru bir zamanda kapatılması ya da bir mitinge, yürüyüşe, direniş ziyaretine, basın açıklamasına götürülecek pankartların, bayrakların, fotoğrafların, yayınların, megafon gibi teknik araç gereçlerin taşınması, korunması, alındığı yere geri götürülmesi görevleri karşısında duygularımız, pratiğimiz nasıl? Bireyden bakan bir görüş açısının, kültürün ürünü mü, yoksa bütünden bakan bir görüş açısının, kültürün eseri mi? Kendinden verme veya fedakârlıkta nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?

Bir toplantıya, gösteriye, eğitim çalışmasına, grev ziyaretine, bildiri dağıtımına, afiş, pankart asmaya, sosyalist basının işçilere ve ezilenlere ulaştırılması çalışmasına katılma göreviyle, hangi duygularla, nasıl bir pratikle ilişkileniyoruz? Örneğin Erdal Balcı yoldaş gibi, eylem randevusuna gecikmemek için geceyi her gün gittiğimiz veya rahat edeceğimiz bir evde değil de bir tren istasyonunda geçirmeyi sağlayacak duygu ve pratikle mi, yoksa kendinden bakmanın yarattığı, fedakârlıktan uzak duygular ve pratikle mi?

Zamanla ilişkimizde belirleyici olan, onun, salt bize değil, kolektif varoluşa, tutsak yoldaşlara, ölümsüzlere, işçi ve ezilenlerin kurtuluşu mücadelesine ait olduğu duygu ve pratiği mi, yoksa "uykum var", "yorgunum", "biraz kafa dağıtmam lazım", "o kadar hızlı hareket etmeye gerek yok", "devrim kaçmıyor ya" duygu ve pratiği mi?

Bir tutsak yoldaşın veya bir ölümsüzümüzün ailesini, hasta ya da hareket yeteneği sınırlanmış bir yoldaşı ziyaret etmek, geceyi onlarla geçirmek sorumluluğu karşısındaki duygularımız ve pratiğimiz nasıl? Gün planı içinde hangi aralıklarla gündemimize girer bu? Bir hafta mı, bir ay mı, altı ay mı, bir yıl mı?

Bulunduğumuz semtteki veya hiç çalışma yürütmediğimiz bir semtteki ölümsüzlerimizin şehitliklerinin bakımı giriyor mu gündemimize? Bir çözüm arıyor muyuz? Mesela, cafede veya sokakta vakit tüketmeyi değil de yoldaşların mezarının bakımıyla ilgilenmeyi tercih ediyor muyuz?

Annemiz için hissettiğimiz kaygıları, onun için şu veya bu ölçüde yaptıklarımızı, yapmaya çalıştıklarımızı, oğullarını, kızlarını hiç göremeyen, seslerini hiç duyamayan anneler için de hissediyor, onların hali nicedir diye soruyor, dayanışma içinde olmak için çırpınıyor muyuz?

Devrimci mücadelenin kolektif imkânı olan bir bilgisayarla, bir ses düzeniyle, bir araçla, bir müzik aletiyle, bir pankartla, bir megafonla, partideki, sendikadaki, dernekteki bir kitapla, bir demirbaşla kurduğumuz ilişki nasıl? Bireysel olanlardan çok daha büyük titizlikle, dikkatle, sorumlulukla ilişkilenmek mi, yoksa tam tersi mi?

Yoldaşlarınızla bir görev omuzladığınızda "Herkes ne kadar yaparsa, ben de o kadar yaparım" mı yoksa "Bir başıma kalsam bile bu görev ne kadarını gerektiriyorsa, o kadarını yaparım" mı diyorsunuz? 

"Yoldaşlar, gösteriye, grev ziyaretine, anma etkinliğine, toplantıya insanları e-mail'le çağırıyorlar, ben neden tek tek gezip davet edeyim, tartışayım" mı, yoksa "Bu Don Kişotluksa, doğru bir Don Kişotluk halidir, yüz yüze ilişkilerin, etkileşimin sürmesi için yorulmayı, zaman ayırmayı, yol parası zorluğu çekmeyi tercih edeceğim" mi diyorsunuz. Hangi aklın, ahlakın pratiğini üretiyorsunuz?

Fedakârlık veya feda, öncü olmanın koşuludur. Partiler de, bireyler de fedakârlık ya da feda güçleri ölçüsünde öncü olabilirler. Canını fedaya varan süreç, her günkü yaşam içinde sergilenen fedakârlıklar, bütünden bakma kültürü, ahlakı, pratiği tarafından yoğrulur. Kimi konulardaki kişisel özgünlüklerle, fedakârlık zayıflığı asla birbirine karıştırılmamalıdır.

Bir soruyla bitirelim: Koronavirüsün kol gezdiği günlerde, partileri, grupları en sıkı biçimde eve hapseden anlayışın, bütünüyle "halk sağlığı" kaygısının ürünü olduğuna inanabilir miyiz?