Erdoğan'ın yeni iç savaş örgütü: Bekçiler
Her şeye rağmen, Saray'a biat etmeyen bir kitle var. Ayrıca Erdoğan da çok iyi biliyor ki, kendisine oy veren ile arasındaki ilişki de pamuk ipliğine bağlı. Bu nedenle de kalesini, iktidarını, yeni araç ve yasalarla tahkim etme ihtiyacı hissediyor. Ezilenler üzerindeki baskı ve şiddeti artırmanın bir aracı olarak da şimdi "bekçiler örgütü"nü kuruyor.
Faşist şef Erdoğan, 2 Ocak'ta Saray'ında düzenlediği "Şehir ve Güvenlik Sempozyumu"nda yaptığı konuşmada, bugün "halkın huzur ve güvenliğini sağlamak" için hazırlandığı öne sürülerek Meclis'e gönderilen bekçiler ile ilgili düzenlemenin asıl amacının ne olduğunu ortaya koymuştu. Erdoğan o gün, "Ülkemizde de şehirlere zarar veren kaos dalgaları yaşanmıştır" diye konuşmuştu. O'nun "kaos dalgası" olarak gördüğü şeyin, halkların onur ve özgürlük ayaklanması olan 2013 Gezi direnişi olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Erdoğan, Haziran ayaklanmasını hiç unutamadı. Sürekli hatırladığı bir diğer "kaos dalgası" ise faşist dinci DAİŞ çeteleri için sonun başlangıcı olan Kobanê savunmasının etrafında gelişen 6-8 Ekim Kobanê serhildanı. Bu her iki ayaklanma da, halkları değil, Erdoğan'ın faşist iktidarını, Saray'ını tehdit etmişti. Diktatör Erdoğan, söz konusu konuşmasında yeni bir halk ayaklanması beklentisinden duyduğu korkuyu da gösterdikten sonra, "Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız. Yeni fikirler geliştirilmeli" demişti. O gün "yeni fikri"nin ne olduğunu açıklamamıştı. Ancak bugün bu "yeni fikirlerinden" birinin, her sokağa, neredeyse her adım başına silahlı bir bekçi dikmek olduğunu, Meclis'e gelen yasa tasarısı ile öğrenmiş olduk.
Memleketteki polis sayısı 242 bin 488. Son 10 yılda polis sayısı yüzde 36 artmış. Her 185 kişiye bir polis düşüyor. Bekçi sayısı 2017 yılında 4 bin 653'müş. Bir yılda neredeyse 3 kat artırılarak 11 bin 398'e çıkartılmış. Bu bekçilerin atanmasındaki tek kriterin de Erdoğan'a "sonsuz bağlılık" olduğunu geçerken belirtelim. Polis ve bekçilerin toplam sayısı 253 bin 886. Durum tam da, HDP'nin yasaya ilişkin verdiği muhalefet şerhinde belirttiği gibi; bu sayı Almanya, Fransa, Ukrayna, İsrail, Fas gibi ülkelerin asker sayısından bile fazla. Erdoğan'ın doğrudan denetiminde olan muazzam bir iç istibdat ordusu var. Bu sayılara jandarma dahil değil. Ancak görülüyor ki; bu büyük silahlı güç Erdoğan'ın korkularını gidermeye yetmiyor, bekçilerin sayısı ve yetkilerini artırarak yeniden örgütlüyor.
Düzenlemeye göre, bekçiler, silah kullanma yetkisi olan bir "kolluk kuvveti" olacak. Ayrıca "yardımcı kuvvet" olarak tanımlanıyorlar. Bunun anlamı şu: Erdoğan'ın ajandasındaki planlarını hayata geçirecek. Bugüne kadar binlerce insanın polis şiddeti ile katledilmesinin gerekçelerinden biri olan "makul" ya da "yeterli" şüphe bekçiler için de geçerli olarak. Sokakta "şüpheli" oldukları gerekçesiyle insanları durdurabilecekler, kimlik sorabilecekler, üst ve araç araması yapabilecekler, silah kullanabilecekler. Ayrıca, hakkında yakalama ya da arama kararı olan kişilerin bulunması için "çalışmalar" yapacak. Yani istihbarat toplayacak. Tüm bunların anlamı, AKP, sokakta, kendini yeniden silahlı olarak örgütlüyor. Üstelik bunun yasasını da çıkartmış oluyor. Hitler'in SS ya da SA'larından tek farkı, iki faşist örgütün doğrudan Nazi Partisi'ne bağlı olması. Almanya'da her siyasi partinin milis örgütü kurma hakkı yasal olarak vardı. AKP, henüz o noktaya gelmediği için, milis örgütünü, bekçiler yoluyla örgütlüyor.
Ne kadar faşist, gerici varsa, hepsini "bekçi örgütü"nün içine yerleştirecek. Çünkü bekçiler, İçişleri Bakanlığı'nın onayıyla atanacak. Elbette ki, mesleki liyakat usulleri geçerli olmayacak. Tek liyakat az önce belirttiğim gibi, diktatöre biat olacak. Bu yasayı, HDP'nin şerhinde belirttiği gibi, vatandaşlık verilen cihatçı çeteler ile birlikte düşünmekte fayda var. Çok açık ki, bu dinci faşist çete üyeleri, bekçi yapılarak halkın üzerine salınacak. Böylece İran'ın Besicleri gibi bu çeteler "ahlak zabıtası" görevi de görecek. Böylece Erdoğan ve AKP, Rojava'da halkların üzerine saldığı bu çetelere verdiği vaatlerin bir kısmını, onları bekçilik sistemine dahil etmek suretiyle gerçekleştirmiş olacak.
Tüm bunlar neden? Bu sorunun yanıtını vermeden önce, 2017 yılının Aralık ayında çıkartılan 696 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyi de hatırlayalım. KHK'nin 121. maddesi şöyleydi: "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/07/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır." Yani, birinci fırkada belirtildiği üzere bu "görevi" yerine getirecek kişiler için, "görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz" denilerek, paramiliter güçlere "yasal" zırh giydirilmiş oldu. Bu da iktidarın iç savaş hazırlığına ilişkin düzenlemelerinden biriydi.
Uygulanan savaş ve yıkım politikalarının sadece ezilenler bakımından değil, elbette, iktidar bakımından da sonuçları olacak; biriken öfke. Her diktatör gibi, Erdoğan da bunu görüyor. 7 Haziran seçimlerinden bu yana; ezilenler, soykırım operasyonlarına, infazlara, DAİŞ eliyle gerçekleştirilen kitle katliamlarına, darbe girişimine, OHAL'e, KHK'lere, kayyum darbelerine, açlık ve işsizlikle terbiye etmelere maruz kaldı. İktidar, her türlü şiddeti devreye soktu. Ancak, yine de memleketin yüzde 50'den fazlasının rızasını oluşturamadı. Bu çok önemli bir nokta. Her şeye rağmen, Saray'a biat etmeyen bir kitle var. Ayrıca Erdoğan da çok iyi biliyor ki, kendisine oy veren ile arasındaki ilişki de pamuk ipliğine bağlı. Bu nedenle de kalesini, iktidarını, yeni araç ve yasalarla tahkim etme ihtiyacı hissediyor. Ezilenler üzerindeki baskı ve şiddeti artırmanın bir aracı olarak da şimdi "bekçiler örgütü"nü kuruyor. Her demokratik tepkinin karşısına bu yeni polis gücü çıkartılacak. Bu nedenle çok uzak olmayan bir dönemde, faşist örgütlenme karşısında her türlü savunmanın hak olduğu gerçeğinden hareket etmek hayati önemde olacak.