22 Kasım 2024 Cuma

Erdoğan'ın 'savaş itirafı' ve faşizm propagandası

Açlık gibi insanların yaşamında çok somut bir gerçek varken, en güçlü kara/yalan propagandanın bile etkisinin belli bir süresinin olduğunu unutmamak gerekiyor. Ekonomik ve sosyal yıkım derinleştikçe iktidar her türlü şiddet aracını da devreye sokarak halka dayattığı "terörle savaş nedeniyle fedakarlık gösterme" idealinin de bir sınırı var. Fakat, doğa boşluk tanımıyor. Bu şu anlama geliyor; emekçilere, krizin ve yıkımın sorumlusunun kim olduğunu bıkmadan, usanmadan anlatmak.
Diktatör Erdoğan'ın seçim çalışmalarını başlattığı Sivas'ta 8 Şubat'ta, hemen ertesi günü de Aydın'da yaptığı konuşmalar, halklara karşı yürüttüğü savaş politikalarının alenen itirafıydı. Ancak sadece itiraf da değildi, ayrıca AKP/Saray faşizminin kitle tabanını hangi argümanlarla örgütlemeye çalışacağının da göstergesiydi. Ekonomik krizin gerekçesi olarak da Kürt halkı gösterilecek, böylece Türk halkı şovenizm ile zehirlenerek, faşizmin etkisi altında tutulacak.
 
Erdoğan'ın konuşmalarını kısaca anımsayalım: 
"'Domates, patlıcan, sivri biber' diyorlar. Düşünün, bir merminin fiyatı nedir? Afrin'de leblebi çekirdek mi kullandık? Mermi kullandık?" (8 Şubat, Sivas)
 
"Ben buradan patatesçilere domatesçilere sesleniyorum o bir tane merminin bedelini biliyor musun sen?" (9 Şubat, Aydın)
 
On yıllardır devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların söylediği, emekçilerin hayatlarında deneyimlediği bir gerçeği Erdoğan da itiraf etmiş oldu: İçeride ve dışarıda "terörle savaş" adı altında Kürt halkına karşı yürütülen savaş için emekçilerin sofrasındaki ekmeği, aşı, işi de gasp edildi. Emekçiler aç, yoksul ve yoksun bırakıldı. Türk halkından binlerce genç, zorunlu askerlik nedeniyle giydikleri asker üniformaları üzerlerinde hayatını kaybederken, geride kalan ailelerinin de bugünü ve yarını savaşın ekonomik maliyeti ile ellerinden alındı. Yoksulluk nedeniyle aileler, devletin, evlatlarının canı karşılığında verdiği "kan parası"na razı oldu.
 
Bu gerçeğin yanı sıra Erdoğan'ın konuşmasının bir başka anlamı daha var. Erdoğan da her diktatör gibi, politikalarının yarattığı sosyal ve ekonomik yıkıma karşı gelişebilecek tepkileri önlemek için her zaman bir "dış" düşman buluyor.
 
Ekonomik kriz ile ilgili önceki açıklamalarını hatırlayın. Önce "Kriz miriz yok" dedi. Ekonomik krizin sonuçları halkın yaşamında giderek çok daha net hissedilince bu kez "Tüm bunlar bizi çekemeyen dış güçlerin işi" yalanına sarıldı. Ancak her gün Saray medyasından halka empoze edilmeye çalışılan bu yalan propaganda da tutmayınca gerçek durum itiraf edildi.
 
Saray iktidarının yürüttüğü savaş politikaları zenginleri daha çok zengin ederken halk daha çok yoksulluk ve açlık çekiyor. Bu savaş politikalarının yarattığı eşitsizlik ekonomik kriz dönemlerinde daha yıkıcı tabloların ortaya çıkmasına yol açıyor. İşsizlik artıyor. İşsiz kalan insanlar, çaresizlik içinde yaşamlarına son veriyor. İntiharlar, kendini yakmalar artıyor.
 
Erdoğan bu son açıklaması ile "terörle savaş" söylemi ile emekçilerde biriken öfkenin eyleme dönüşmesini engellemek istiyor. Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşı "terörle mücadele" kılıfıyla yıllardır halklara sunarken, sosyal ve ekonomik yıkıma ilişkin de halkın "olur"unu almak amaç haline geliyor. Erdoğan, Sivas'taki konuşmasında itiraf ettiği savaş gerçeğini boş bulunup ağzından kaçırmadı. Aksine, ertesi gün de tekrarladı. Demek ki, bundan sonra propagandayı bu söylem üzerinden yürütecek: "Savaş halindeyiz, açlığa, yoksulluğa katlanacağız." Çünkü, halklara karşı savaşı sürdürecekler. Efrin bir yıldır işgal altında. Rojava halklarına yönelik işgal planları Saray rejiminin gündeminden düşmüyor. Dolayısıyla, ekonomik krize eşlik eden sosyal yıkım daha da derinleşecek. Bu yıkımın sorumlusu olarak da Kürt halkı, HDP gösterilecek. Memlekette hak arayan herkes "terörist" olarak damgalandığı için hak arayan herkes "ekonomik krizin" de sorumlusu olarak lanse edilecek. İktidar bu faşist propagandası ile halkları, emekçileri karşı karşıya getirmeye çalışacak. İşsiz kalan emekçiler, demokratik ve ekonomik haklarını isteyen insanlara karşı kışkırtılacak.
 
Emekçiler yıkımı derinden yaşarken, Saray sosyal ve ekonomik olarak bu durumdan hiç etkilenmeyecek. Saray'a alınan son model araçlara bakılırsa, elbette, açlık ve yoksulluğa katlanacak olanlar halklar olacak. Saray ise lüks içinde yaşamaya devam edecek, "yerli menü"nün vazgeçilmezi olan ejderha meyvesi vs. yemekten vazgeçmeyecekler.
 
"Halkın yoksulluğa katlanması" gerektiğinin propagandasını her gün yapacaklar. Faşist propagandanın en temel özelliği de bu zaten: Yalanı sayısız kez, durmadan tekrarlamak. Hitler'in propaganda bakanı Gobels'in dediği gibi: "Yalan atın, mutlaka inanan çıkacaktır." Saray'ın da ilkesi bu.
 
İnsanların gerçek bilgiye ulaşma imkanlarının da giderek yok olduğu bu koşullarda yalanın etki gücü de artabilir elbette. Saray rejimi de zaten bunun farkında olduğu için bir yandan havuz medyasını yaratırken, diğer yanda da muhalif olan tüm basına karşı sonu gelmeyen bir savaş yürütüyor. Gazeteci İrfan Değirmenci'nin Ankara Tanzim Satış binasının önünde birkaç kilo sebze için uzun kuyruklar oluşturan halkla yaptığı röportaj, iktidara tepki gösterenler kadar, iktidarın politikasından etkilenenlerin de varlığını gösteriyordu. Faşizmin etkisinde kalan bu kesimler, gazetecinin görüntü almasını da engelledi.
 
Ancak açlık gibi insanların yaşamında çok somut bir gerçek varken, en güçlü kara/yalan propagandanın bile etkisinin belli bir süresinin olduğunu unutmamak gerekiyor. Ekonomik ve sosyal yıkım derinleştikçe iktidar her türlü şiddet aracını da devreye sokarak halka dayattığı "terörle savaş nedeniyle fedakarlık gösterme" idealinin de bir sınırı var.
 
Fakat, doğa boşluk tanımıyor. Bu, şu anlama geliyor; emekçilere, krizin ve yıkımın sorumlusunun kim olduğunu bıkmadan, usanmadan anlatmak. Kitle çalışmasını sürekli hale getirmek. Televizyon ve radyolardan genel olarak emekçilere seslenme imkanı ortadan kalktığı için yerelde birebir propaganda araçları daha da önem kazanıyor elbette. Bunun için emekçi sol hareketinin deneyimleri de var. 1990'ların ortası tam da böyle bir dönemdi. Ancak bugün daha avantajlı bir durum söz konusu. İktidar engellese de bir sosyal medya ve internet medyası imkanı hala var. Ancak bu alandaki propagandanın da gerçek ilişkilerle desteklendiği zaman pratik bir karşılığının olacağını unutmayalım.