22 Kasım 2024 Cuma

Erdoğan-MbS: Kim daha elikanlı

Erdoğan ve MbS diktatörlerinin cinayet ve kirli savaşlarından kurtulmanın tek yolu işçi sınıfı ve halkların özgürlük ve toplumsal kurtuluş için mücadelesini yükseltmek, diktatörlüklerini yıkmaktır.
Erdoğan ve tetikçileri, Suudi Prensi Muhammed Bin Salman'ın (MbS), gazeteci Cemal Kaşıkçı'yı Türkiye'deki Suudi elçiliğinden kaçırıp öldürtmesi veya hapsetmesine esip gürlüyorlar.
 
Salman'a esip gürleyen Erdoğan, kendisi de sayısız insanı yurtdışı ve yurtiçinde kaçırma, esir alma, F tipi zindana hapsetme, ölüm tehditi altında tutma, vahşet bodrumları yaratma, kitlesel katliamlar, işgal bölgelerinde çeteleriyle sivilleri katletme, emrindeki mafya çetesinin ağzından kanlarınızla banyo yaparız tehditi, korsanlıklarını yaptı, yapmaya devam ediyor.
 
Erdoğan'ın ve tetikçilerinin, benimsedikleri en gözde ve güncel sloganı Ülkücü çetelerden ödünç aldıkları "Bir gece ansızın gelebiliriz!"dir.
 
MbS'ın tetikçilerinin, Suudi Türkiye elçilik binasından bir gündüz ansızın Cemal Kaşıkçı'yı kaçırmasıyla, Erdoğan'ın her gece ansızın evden, sokaktan, işyerinden, köyden, kentten genç yaşlı kadın erkek demeden insanlarımızı kaçırıp hapsetmesi ve katletmesi arasında hiçbir fark yok. Fark aranacaksa Erdoğan'ın insan katletmede ve tehditte MbS'den bir kaç basamak ileri olması gerçeği çıkar karşımıza.
 
MbS'nin, gündüz gözüyle başka bir ülkede muhalifi gazeteciyi kaçırmasına Erdoğan'ın benzer suçu 2013 Ocak'ta Sakine Cansız ve iki kadın yoldaşını Paris'de gündüz dernekte katletmesiydi.
 
Erdoğan MİT'e operasyonel yetki vererek, MOSSAD'vari yurtdışında kaçırma ve cinayet işleme görevi vererek suç işlemeyi faşist rejiminin yasal çerçevesi içine de aldı. Nitekim ondan sonra çok sayıda muhalifini Balkan ve Kuzey Afrika ülkelerinden kaçırarak hapsetti.
 
Sadece Avrupa ülkelerinde sekiz bin kişiyi istihbarat işi kapsamına aldı. Çok sayıda çetesini Kürt Özgürlük Hareketi ve devrimci hareketin siyasi kadrolarına karşı cinayet işletmede seferber etti.
 
Suudi hanedanlığının panislamist ideolojiyle meşrulaştırarak işlediği suçlardan biri de, bu yöndeki radikal gerici örgütleri savaştırmaktı. Afganistan'dan Bosna ve Suriye'ye bu gerçek pratikte kanıtlandı. Ve ortaya sivil halka karşı katliamlar düzenleyen IŞİD, Nusra, Boko Haram ve benzeri paramiliter faşizan hareketler çıktı. Erdoğan da, IŞİD'den Nusra'ya ve Sultan Tugaylarına, çok sayıda paramiliter çeteyi, panislamist ve pantürkist ideolojiyle meşrulaştırarak kendi iktidarı ve yayılmacı çıkarları için savaştırıyor. Her türden vahşeti ve katliamı yaptırıyor.
 
İki diktatörün diğer bir önemli ortak noktası bölgesel hakimiyet için işgallere ve savaşlara başvurmaları.
 
Suudi hanedanlığı, panislamizm ve panarabizmle meşrulaştırmaya çalışarak Yemen işgali ve savaşına girişti. MsB, alevlendirerek sürdürüyor.
 
Erdoğan da panislamist ve pantürkist ideolojiyle meşrulaştırmaya çalışarak Cerablus-Efrîn işgaline girişti ve sürdürmekle kalmıyor. Rojava'yı bütünüyle işgal tehdidi savuruyor, Şengal ve Medya Savunma Alanları'nı işgale girişiyor. Yunan adalarını gaspetme ajitasyonu yapıyor.
 
Erdoğan, önce Suudilerle birlikte ve ABD'yle işbirliği içinde Sünni devletler ekseni oluşturarak bölgesel hakimiyet peşinde koştu. Suriye gerici iç savaşını örgütledi. Yemen işgalini destekledi. Katar'da askeri üs elde etti. Ardından Suudi kardeşleriyle Katar meselesinde çelişkiye düştü. MbS yerine hanedanlığın diğer kesimlerine yakın duruyor.
 
Bu çekişmenin sonucu olarak, hanedanlık içi dalaşta rakip kanadı destekleyen ve Müslüman Kardeşlerle ittifaka giren Cemal Kaşıkçı'yı destekleyip koruyor. Karşılığında MİT'e eski dostu ve yeni rakibi Suudi iktidarının kirli dosyalarını vermesini sağlıyor. Muhtemelen Kaşıkçı, Erdoğan'a ve tetikçilerine güvenerek Türkiye'deki elçiliğe gitti. Fakat güvendiği diktatör koruyucu şemsiyesini esirgedi. Diktatörler kullandıklarını kirli mendili atar gibi harcarlar. Bu karşıdevrimci yasa yine işledi.
 
Her iki diktatörün kirli ve kanlı, işgalci ve savaşçı suçlarının temelini sınıfsal siyasal boyut oluşturuyor.
 
Erdoğan sermaye birikimi artan Türk burjuvazisinin kanlı ve talancı birikimini hızlandırmak için iç savaşçı ve diktatörce, bölgede yayılmacılıkla ihtiyacına cevap vererek ortaya çıkıyor. Bu suçları işliyor. İdeolojik gerekçe uydurarak veya kullanarak kitle desteğini sürdürüyor.
 
Suudi hanedanlığı ise petro-dolarları dünya pazarında hisselere yatırarak hanedanlığın mali sermayesini büyüttü. Yalnızca hanedanlığın ortak devlet petrol şirketinin piyasa değeri 2 trilyon dolara yaklaşıyor. Özel sermayesi de büyük boyutlarda. Koruyucusu ABD'ye verdiği rüşvetin boyutu bile bazı tekellerin fiyatı kadar. Petro-dolar ve mali sermayesine dayanarak işlediği cinayet ve desteklediği paramiliter güçler sayısız oldu. Şimdi de savaşlarla bölge hakimiyeti peşinde koşuyor.
 
Fakat iki diktatörün de kapitalist ekonomisi krize giriyor. Krizde fren yapmak zorundalar mı? Kapitalizmin aşırı kâr yasası işliyor. Savaş ve kirli suçlarla, kanlı birikimle kendi burjuvazileri için kârı azamileştirerek krizi görece kolay atlatmak için maceracılığı daha fazla devam ettirmenin yolunu tutacaklar.
 
Aralarındaki çekişme bölge hakimiyetine ilişkin. Hangisi daha eli kanlı diktatör çekişmesi.
 
Erdoğan ve MbS diktatörlerinin cinayet ve kirli savaşlarından kurtulmanın tek yolu işçi sınıfı ve halkların özgürlük ve toplumsal kurtuluş için mücadelesini yükseltmek, diktatörlüklerini yıkmaktır.